Kent ve Kültür konferansı 19 Eylül'de Kadir Has Üniversitesi'nde gerçekleşti.
12. İstanbul Bienali kapsamında çağdaş sanat fuarı Contemporary İstanbul tarafından düzenlenen “Kent ve Kültür” sempozyumu Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’nin açılış konuşmasıyla başladı. Güreli 6. yılında olan fuarın 10. yılında dünya çapında 5 çağdaş sanat fuarı içerisinde yer almasını hedeflediklerini, Türk sanatçı ve galerilerini dünyaya açmak istediklerini belirterek, sektörün gelişmesine mani olan engellerin kaldırılmaya çalışıldığını ve fuar dışında 12 ay boyunca çeşitli sanat etkinlikleri gerçekleştireceklerini belirtti. Güreli “Dünyanın tarih içerisindeki gelişimi çerçevesinde kültür ön plana çıkmaktadır. Bu sempozyumla İstanbul’un önemini farklı mercilere göstermek istedik” dedi.
Açılış konuşmaları kapsamında Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mustafa Aydın ise kent, mekan ve kültür kavramları üzerinde durdu. Mekan-demokrasi ve politik iktidar-mekan ilişkisinin altını çizen Aydın, mimarlık kadar hayata müdahale edebilen, ideolojik üretim yapabilen bir alan olmadığını, yeni kentlerin yeni ideolojiler yarattığını belirtti. İstanbul’un değişimi üzerine bilgi vererek, bu sürekli yenilenen şehrin tartışılmasının kendilerine heyecan verdiğini ifade etti.
Sanatın Kamusal Alandaki Yeri
Prof.Dr. Ali Akay’ın moderatörlüğündeki ilk seansta “Bir Kentin Kültür Merkezi Olmasını Sağlayan Nedir?” başlığı tartışıldı. Akay, tarih içerisinde sırasıyla Atina, Paris ve New York’un kültür merkezi haline gelmelerinin koşullarını açıkladı ve kentin kültür merkezi olması için öncelikle entelektüel tartışma ortamının oluşması gerektiği ve bu tartışmaya katılan aktörlerin çoğalması ve dışarıya doğru açılması gerektiğinin altını çizdi. Sanat ve mimari dünyasının büyümesi için ticaret ve sermayenin gerekliliğini belirten Akay, tüketimin parçası olan halkla ilişkiler, moda ile eğlencenin sanatsal söylemle birlikteliği ve sanatsal ifadenin yükselmesinin şehrin kozmopolitleşmesiyle başladığı üzerine durarak, 70’lerin sonları itibariyle ise Atlantik’ten Pasifik’e geçen sermaye trafiği sonucu İstanbul’un kültür ve sanat ortamında yer bulabildiğini ifade etti.
Konuşmacılardan sanatçı Ayşe Erkmen, sanatın kamusal alandaki yeri üzerine kendi projelerinden oluşan bir sunum gerçekleştirdi. Projeleri kapsamında, heykelin kent içerisindeki durumunu sorgulayan Sculptures on Air, üç farklı ülkeden (Türkiye, İtalya, Japonya) getirilen vapurların Almanya’da bir buçuk ay boyunca, Mein Nehri üzerinde sefer yaptığı bir proje olan Shipped Ships, Yeni Zelanda’da Scape Bienali kapsamında sanatçının beğendiği butik, kafe, kitapçı gibi mekanların poşetleri üzerinde kendi cümlelerini yazarak oluşturduğu ve bienal boyunca bu paketlerin kullanıldığı Every Bag Counts, 1999 Kudüs Bienali için tasarladığı Let it flow, Berlin’de sadece Türklerin anlayabileceği şekilde tasarlanan kentin diğer sakinleri için sadece görsel bir etki bırakacak Am Haus, yine Berlin’de metro istasyonu için tasarladığı U8, eski bir kömür kulesinin parmaklıklarını altın suyuna batırarak sergilenen TURM 79 ve son olarak 54. Uluslarası Venedik Bienali’nde kent-su-sürdürülebilirlik temasını işlediği Plan B tanıtıldı.
Plan-B
Sanatçı Elizabeth Ballet kentsel meydan üzerine yorumlamaları olan La place du Pot d’Etain ve Travelling projelerini tanıttı.
Travelling
Sanat Danışmanı Anna Waldman ise kültür aktivitelerinin şehre ekonomik sosyal olarak katkılarından söz ettikten sonra her üç senede bir gerçekleştirilen Sydney Bienali kapsamında en dikkat çekici olarak kabul gören 1973-1979-2000-2002 bienallerinden örnekleri, İstanbul ile yer yer karşılaştırmalı olarak aktardı. Ayrıca, bienallerin yapım süreci, ziyaretçi beklentileri, reklam süreci ve sosyal medya üzerine bilgiler aktardı.
Soru cevap bölümünde sanatçılara yaptıları enstelasyonlar sonucu kent sakinleri tarafından olumsuz tepki alıp almadıkları soruldu. Bunun üzerine Erkmen proje ve mekana göre eleştirilerin değiştiğini, fakat hep olumlu eleştiri almanın karşı tarafa tam beklediği şeyi vermek anlamına geldiğini ve bunun sanat eserinin amacı olmadığını belitirken, Waldman ise, bir şehre bir eklentinin birleşiminin çok zor olduğunu, bienal gibi kısa süreli şehirde yer alan sanat eserlerinin merak uyandırdığını ve olumlu karşılandığını fakat çoğu zaman bir sanat eserinin şehre entegre olabilmesi için uzun zaman geçmesi gerektiğini belirtti.
Jacques Herzog
Mimarlığın Kent Kültüründeki Rolü ve Önemi
İkinci oturum Herzog&de Meuron Mimarlık’tan Jacques Herzog’un açılış konumasıyla başladı. Herzog mimarlığın kültür sistemi içerisinde mütevazi bir ölçekte kaldığını belirterek, “kültür merkezi”nin 70’lerin sonlarından beri elit bir kesimin elinde olmadığını ve kültürün yönetici tabakadan değil, şehrin sakinleri tarafından yönlendirildiğini belirtti.
Herzog sonrasında kültür projelerini mimari detaylarıyla değil, kültürel topografi ve kente neler kattıkları, kentle nasıl ilişki kurdukları bağlamında değerlendirdi. Öncelikle Tate Modern Sanatlar Müzesi’nin yeniden yapılandırması üzerine bilgi veren Herzog, binanın endüstri geçmişinden sonra sadece sergileme değil aynı zamanda yoğun olarak kullanılan bir kamusal alan olduğunu ve yapımı tamamlandıktan sonra çevresinde imar faaliyetlerinin hızlı bir şekilde yoğunlaştığını belirterek, sanatın kent içerisindeki dinamikleri değiştirdiğinin altını çizdi. Tate Modern Sanatlar Müzesi için tasarlanan ve yapım aşamsında olan ek binanın güçlü bi etkisi olduğunu, fakat cam ve metal malzeme kullanılarak inşa edilen ofis bloklarından ayrılıp, eski yapıyla bir organizma gibi çalıştığını sözlerine ekledi.
Tate Modern Sanatlar Müzesi
Tasarımcı, Madrid şehrinin göbeğindeki yine bir endüstri binasının işlevi değiştirilerek oluşturulan, basit kentsel müdahalelerin değişime ön ayak olduğu ifade ettiği CaixaForum binasından bahsetti. Bu yapı ve çevresinin kent içerisinde nefes almayan bir konumda yer aldığını ve böyle bir alanda kamusal alan yaratmanın ilginç bir deneyim olduğunu belirten tasarımcı, yapının yerden kaldırılarak yeni bir buluşma ve geçiş alanı oluturduklarını, çatıdaki eklentinin ise çevredeki çatı dokusundan faydalanılarak oluşturulduğunu belirtti.
CaixaForum
Herzog Basel’deki Schaulager tasarımı ise müzenin gelecekte nasıl bir yapı olması gerektiğinin düşüncesi üzerine kurulduğunu belirterek, daha öncesinde boş bulunan alanın proje bitiminden sonra canlı bir kentsel alan haline geldiğini ifade etti. Londra, Paris ve New York şehirleri dışındaki müzelerin koleksiyon olarak zayıf olduklarını ve tekrar tekrar müze inşa etmeyi gereksiz bulan tasarımcı, depolarda bekleyen sanat ürünlerini olduklarından küçük boyutlarda sergileyerek, müze içerisinde sergilemeye farklı bir bakış açısı getirdiklerini söyledi.
Schaulager
Son olarak 80’lerin sonunda yıldız mimarlara tasarım olanağı verilen bir alanda inşa edilen VitraHaus yapısı üzerinde duran Herzog, yapının kullanıcılara lineer ve yapıdaki kesişimlerle özgür alanlar yarattığını, böylece küratörlere esneklik sağladıklarını ifade etti.
VitraHaus
Soru cevap bölümünde mimarın yapıtlarında dönüşümün önemli yer tuttuğu, İstanbul’un dönüşüm projeleri için neler düşündüğü soruldu. Herzog soru üzerine Doğu’da yer alan ülkelerin demokratik geçmişleriyle bilinmediği belirterek “Toplum kültürü ve özgür ifade demokrasiyle paralel. Çağdaş sanat bu dönüşüm üzerinde etkili olabilir. İstanbul’un devasal bir enerji var. Bu enerji kültürel ve artistik süreçten geçerse bu denilen uygun dönüşümler gerçekleşebilir.” dedi.
İkinci oturum moderatörü Süha Özkan ve Konuşmacılar Hans Hollein, Francine Houben, Murat Tabanlıoğlu ve Emre Arolat
Prof.Dr. Suha Özkan’ın moderatörlüğünde gerçekleşen ikinci oturumda ilk olarak Hans Hollein söz aldı. Hollein kariyeri boyunca gerçekleştirdiği, uygulanan projelerinden Mönchsberg Müzesi, Vulcani Müzesi, Abteiberg Müzesi, Ulusal Pekin Tiyatrosu, Museum für Moderne Kunst ve bunların yanı sıra uygulanmamış olan kültürel mimarlık tasarımlarının konseptleri üzerine bilgi verdi.
İkinci olarak Mecanoo Architecten’den, ilk Rotterdam Mimarlık Bienali’nin de küratörü Farncine Houben, Amsterdam’daki Trust Tiyatrosu, CasArts, Ulusal Kaohsiung Performans sanatları Merkezi, Birmingham Kütüphanesi projeleri üzerinden kentsel mekanda kültür yapıları sorusunu cevapladı.
Sonrasında söz alan Tabanlıoğlu Mimarlık’tan Murat Tabanlıoğlu ise Tophane Antrepo yapılarının dönüştürülmesi ile canlı bir kamusal mekana dönüşen ve bir marka olan İstanbul Modern Müzesi, Atatürk Kültür Merkezi ve yeni dönüştürülmüş Hasköy İplik Fabrikası projelerini anlattı.
Oturumda son olarak Emre Arolat Architects’ten Emre Arolat söz aldı. Arolat, günümüzde kültürün de kentin de satıldığını söyleyerek kapitalist iktisat ve meta dolaşımı üzerinde durdu. Kültür kavramının yüksek ve alt kültür olarak ikiye ayrılmış haliyle kabul gördüğünü fakat bunun tekrar yazılması gerektiğini ifade etti. Kültür endüstri kavramına değinen tasarımcı, kültürlerin birleştiğini fakat kentlerin ayrıştığını ve paradoksal bu durumu Bosphorus City örneği üzerinden açıkladı. Bunun yanı sıra “yüksek kültür, alt kültür ve popüler kültür” başlığı altında çeşitli projelerden bahsetti. Kente küçük müdahalelerle katkıda bulunulabilceğini belirten Arolat, Pekin’deki 798 Art Center örneği vererek, buranın yoğun bir şekilde kullanıldığı fakat büyük müdahaleler yapılmadığı üzerinde durdu.
Bosphorus City
Oturum Dr. Johannes Odenthal’ın kapanış konuşmasıyla sona erdi.