Avrupa'nın en geniş çaplı imar projesi! Ancak Hamburg, "HafenCity", Liman Kenti markası ile, eski liman bölgesini dönüştürmenin yollarını araştırırken boyundan büyük işe mi girişiyor acaba?
Belediye plancısı ve şu sıralar tamamen yeni bir şehrin, HafenCity’nin, inşasında yetkili olan Jürgen Bruns-Berentelg’ in konuşmasını dinlerken, bazen onun gerçekte tam olarak ne iş yaptığını akılda tutmak güç oluyor; Su taşkını kontrolü konusunda konuşmak onu heyecanlandırıyor. Görüş çizgileri gözde bir konu. Sonra biraz daha konunun kenarına yaklaştıkça bambaşka alanlara dalmaya başlıyor. Ancak ofisinin penceresinden dışarı fırlattığı küçük ani bir bakış kendine gelip tekrar asıl konuya dönmesi için yeterli oluyor; Dışarıda, göz alabildiğince uzanan daha yeni taşınmış olduğu anlaşılan çöplük tepeleri, atık taşıyıcıları, toprak taşıma aletleri, çöp kamyonları, ve ağır şapkalar altındaki işçilerden yüzlercesi mevcut. Ve tabi gürültü de!
Kuzey Almanya liman kenti Hamburg bir cilt yenileme süreci yaşıyor. Ya da daha kesin bir ifade ile şehir ikinci yarısını oluşturuyor. “HafenCity ” (LimanKenti) projenin adı ve bu tutkulu dev proje şu sıralar Avrupa’da sürdürülen, benzerleri arasındaki en büyük imar geliştirme projesi. Hamburg’un kent merkezinde mevcutta bulunan 14.000 apartmana toplam 12.000 yeni apartmanın daha bu proje ile eklenmesi planlanıyor. Mağazalar, dükkanlar, kültür tesisleri, yeni bir bilim merkezi ve yepyeni bir üniversite kampusünün yanı sıra çok büyük miktarda yeni ofis alanları da inşa ediliyor.
Daha da önemlisi, her bir apartman kompleksi, ofis binası ve kamusal alan, mimarların tasarımlarını sunmalarına açık hale getirilmiş durumda. Bu şu anlama geliyor ki; Liman Kenti projesi 2020 gibi bittiği zaman, bölge yalnızca çok az benzerine rastlanır rengarenk bir mimari karışıma ev sahipliği yapmış olacak. Daha şimdiden Rem Koolhaas’ın Bilim Merkezi tasarımı, İtalyan mimar Massimiliano Fuksas’ın yeni dramatik bir Gezi Gemisi Terminali ve Hotel tasarımı ve Herzog&de Meuron’in kent filarmoni orkestrası için hazırladığı son derece çekici bir ev tasarımı hazır durumda.
Projenin kente mali yükü de çok fazla olmayacak. Çünkü arazinin büyük bir kısmı zaten kamu mülkiyetinde. Projede kendi payına düşen, çoğunlukla yollar ve diğer altyapı için harcanması gereken 1.3 milyar Dolar tutarındaki gideri, Hamburg parsel satışları ile finanse ediyor. Geri kalanı ise özel sermaye tarafından karşılanıyor. Bruns-Berentelg, biten son ürünün Hamburg’un eski hareketli merkezine ile uyumlu, yaşayan, cıvıl cıvıl yeni bir merkez olacağını umduğunu belirtiyor.
“Kent kendi kendine oluşmaz”, diyor ve şöyle devam ediyor Bruns-Berentelg “Toplumsal mekanlar olarak iyi bir biçimde çalışacak meydanlara ihtiyaç var. İnsanlara hareket etmelerini sağlayacak koşulları yaratmak durumundasınız. Bu bir karma kullanımlar yaratma meselesi. Biz bunu konut, kültürel yapılar, ofis ve alışveriş mekanları gibi kullanımları birbirine ekleyerek başarmaya çalışıyoruz.”
Bütün bunlar içinde HafenCity projesinin belki de en büyük avantajı, Hamburg’un merkezini yeniden bir kez daha Elbe Nehri’nin kıyılarına kadar uzatacak olması. Şehir, uzunca bir süre 18. yüzyıldan kalma ambarların arkasındaki limana hizmet ettiği bir “depo kenti” olarak anıldı. Ancak, mega-konteyner gemilerin ortaya çıkması ile daha büyük gemi kızaklarının ve yeni gemi teknolojisi çağına uygun daha büyük makinelerin sığmasına yetecek büyüklükte alan yaratmak için -tıpkı Melborn, Londra ve Hong Kong gibi dünyadaki diğer liman kentlerinde yaşanan yenileşme projelerine hikayelerinde olduğu gibi- Hamburg da limanını başka bir yere taşımak zorunda kaldı. Eski liman bölgesi ise o günden beri, şekilsiz, çirkin, işe yaramaz boş bir alan olarak durdu. Ta ki şimdiye kadar!
“Doğrudan kentin merkezinde büyüme şansımız var. Hem de dışarı doğru yayılarak değil, kentin kalbideki arazi kullanımını değiştirerek.” diyor eyalet-şehir Hamburg’un gelişiminden sorumlu Axel Gedaschko ve heyecanla ekliyor “Hamburg yüzünü yeniden suya dönüyor”.
Ya da daha doğrusu “döndü”. Konutların büyük bir kısmı şimdiden tamamlanmış durumda- evler, bir zamanlar limanda gemi kızak yeri olarak kullanılan alanın kenarında sıralanarak, ufak su taşkınlarına izin vermek ve su boyunca romantik yürüyüşlere olanak veren bir yol oluşturulmak için beton temel üzerine dikkatlice yerleştirilmiş. Benzer şekilde yapımı devam eden filarmoni evinin de 2009 da açılması programlanıyor.
Projenin sonunda kilit parçalarından biri olacak “Überseequartier” (Deniz Aşırı Bölgesi) ise ancak geçen senenin sonuna doğru belirgin bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Şu anda yalnızca çamurlu toprak üzerinden buldozer kamyonları ile çapraz çizgilerle geçildi. 8,5 hektar büyüklüğündeki bir alan ilerde 275.000 m2 yaşama, ofis ve alışveriş mekanlarının olduğu 16 yeni marka binaya dönüşecek. Burası aynı zamanda dünyanın en önde gelen mimarlarının oyun oynamaya izni olduğu bir alan.
Bruns-Berentelg’ın hesabına göre burada günlük 40.000 insan sel gibi akacak. Eğer ona kalırsa, 40.000 insanın bu bölgede tam olarak nasıl dolaşacağına dair bile oldukça fazla söyleyecek şeyi var. Bruns-Berentelg’nin kent vizyonu çoğunlukla dikkatli hesaplama ve üzerine çalışılmış çıkartmalardan oluşmuş gibi gözüküyor; Mesela, bölgede kesinlikle büyük alışveriş merkezleri olmayacak. O daha ziyade sokağa bakan mağazaların, dükkanların yer aldığı bir tasarımı yeğliyor. Metro ve otobüs duraklarının kesin yerlerinin belirlenmesi, yaya yollarının araç yolarına oranının belirlenmesi gibi detaylı, dikkatli bir planlama konusu. 10 km lik yaya yoluna karşılık 5 km’lik araç yolu olacak. “Yaya yollarının yalnızca % 30’u caddelerin yanında olacak. Yayalar diğer %70’i sokaklardan caddelerden uzak durmak için kullanabilirler” diye açıklıyor Bruns-Berentelg.
Yine de, “rastgelelik” için yer var mı? Diye sorduğumuzda Bruns-Berentelg itiraf ediyor “Aslında hayır!”. “Bu kolay bir şey değil, çünkü yeni yaratılan bir şehirde en büyük sorun hepsinin nasıl bir arada tutulacağıdır. Tehlike, post modern birleşme yaratmaktır.”
Bu yargıya, geçmiş deneyimlere bakılarak, böylesi heyecan verici imar projelerinin sonunda neye döndüğüne bakılarak varılabilir. Örneğin Berlin’in ışıl ışıl yeni Potsdamer meydanı turistik çekim alanına dönüşmüş olmasına rağmen kent ile çok zor uyum içinde. Şimdilerde çalışmak ve yaşamak için çok popüler bir mekan olan Londra Dockland’in kentin bir parçası haline gelmesi ise yıllar aldı. Ve 1980’lerde inşa edilen gökdelenler yığını Paris La Défense, bir şekilde, geleceğe uygun bir tarzdan geçmişe sıçradı, ancak bunu yaparken gerçekte hiçbir şekilde Parislilerin yüreklerini yakalayamadı.
Überseequartier’in yanında yeni bir kampüse sahip olacak olan HafenCity Üniversitesi bölge planlama kürsüsünde öğretim görevlisi olan Dr. Michael Bose, şehir plancılarının böylesi zorluklardan öğrendiklerini ancak yine de her zaman daha fazla kontrol etmeye çalıştıklarını söylüyor.
Avrupalı şehir plancılarını kastederek “biz özel bir kimliği olan bir şey istiyoruz” diyor. “Bazı binalar hoş ve şaşırtıcı görünmeli ve daha bir çok şey, ancak kentin kimliğini yansıtmalı. Ne kaos istiyoruz ne de monotonluk. Ancak bu spektrum içinde sanırım Avrupalılar daha fazla kaostan korkuyorlar. Bu nedenle daha fazla kontrol etme eğilimindeler.”
Pazartesi günleri Hamburg’daki ziyaretçi merkezine giderek Überseequartier’daki boş alanlarının nasıl kullanılacağına dair detaylı önerilerden oluşan tasarım yarışmalarındaki güncel projeler görülebilir.
Hamburg’un yeni merkezine olan ilgi son derece yüksek. Der Spiegel de dahil olmak üzere, bir çok firma merkez bürolarını burada inşa etmek ya da oradaki yeni ofis bürolarına taşınmak üzere harekete geçti bile. Bunun yanı sıra, bir çok Hamburg’lu, daha bu ilk dalgada HafenCity de yaşamak istediklerini ifade ettiler.
Günün sonunda planların ne kadarının projelendirildiği sorun değil. “Dünyanın çeşitli yerlerindeki yeni kent parçalarına bakarsanız, çoğunlukla boş, kıraç duruyorlar. Hayat bir şeylere varmak için biraz zaman gerektiriyor. Bu ancak insanların bu mekanları, plancıların daha önce tasaffur edemeyecekleri şekillerde kullanmaya başladıkları zaman olmaya başlıyor.” diye bitiriyor Bose.