Banu Uçak’ın moderatörlüğünü üstlendiği "Miras" başlıklı panelde, çevremizden ve gündelik yaşamlarımızdan beslenen bellek kavramına yeni açılımlar sunuldu.
Banu Uçak, miras teması çerçevesinde, kişisel tecrübelerinden örnekler vererek paneli açtı. Artık doğduğumuz ve çoçukluğumuzun geçtiği evi ya da sokağı aynı yerde ve şekilde bulamadığımızdan bahseden Uçak; “Hem hiçbir sey değişmiyor, hem de her şey hızla değişiyor. Geçmişi bilmeyince neyin değiştiğini de göremiyoruz, gözlemleyemediğimiz değişime karşı çıkamıyoruz. Değişimin nedeni ise, kimse için geçmişin bir kıymetinin olmaması” diyerek sözü Nevzat Sayın’a bıraktı. Nevzat Sayın da konuşmasına dillerin geçmiş zamanı anlatırken ne kadar zenginse; gelecek zamanı, ileriyi anlatırken bir o kadar fukara olduğundan söz ederek başladı. “Hiçbir yere ait olmamak, bir adresinin olmaması marifet midir? Günümüzde, mimarlık eğtiminde geleneksel mimariden, antikiteden yeterince bahsetmiyoruz. Okullarda yepyeni şeyler, parametrik tasarımlar yapılmaya çalışılıyor ama öğrenciler eski tekniklerin kıymetinden habersiz. Geçmişi bilmeyince neyin değiştiğini de anlamıyoruz. İlgi ve merakın olmayışı insanları ilgisiz, duyarsız bireyler haline getiriyor.” diyen Sayın sözlerini şöyle sürdürdü. “Bilmemek merak arttırmıyor, insan bildikçe merakı artıyor. Merak etmek biriktirmek ve sahip çıkmakla mümkün. Ortak bir geçmişimiz olmadığı için ayrışma bu kadar kolay oluyor. Sorun tarih değil coğrafya. önemli olan o topraklarda neler olduğu.”
Hızlı değişimin büyük kayıplara neden olduğundan bahseden Ayşin Zoe Güneş de Nevzat Sayın’ın bahsettiği geleneksel mimari ve antikitenin yanı sıra insanların genel olarak merak ederek yaşamadığını düşündüğünü belirtti. “Küçüklüğümüzde ya da hayatımızın bir noktasında bağlantı kurduğumuz değerlerin çok hızlı değişmesini gözlemliyor, bunların önüne geçmek adına bir takım protestolar yapıyoruz. Ancak protesto etmek yeterli mi? Yıkılmasını engellemeye çalışırken, neden başka bir şeye dönüştürülmesini önermiyoruz?” diyen Güneş: “Herkes, en iyisinin kendi fikri olduğunu düşünüyor ve onun için yıkıp yeniden kuruyor. Yıkmaktansa verimli olarak dönüştürülemez mi?” sorusunu yöneltti.
Ayşin Zoe Güneş ayrıca, “Bu kadar katmanlaşmış bir coğrafyada neyi ne kadar koruyabilirsin? Korumaya çalıştığımız şey, her ne ise, ne kadar şifalı?” sözleriyle Türkiye’nin ortak geçmişi olmamasının sebebinin nüfusun sürekli değişmiş olmasına vurgu yaptı.
Sevil Dolmacı, sanat tarihi ve akademisyenlik geçmişi ile ticari deneyimlerini harmanlayarak ortaya çıkardığı gözlemleri paylaşarak konuşmasına başladı. Dolmacı: “Bilinçaltımızda sanatı nasıl konumlandırıyoruz? Sanat kategorisinde alım gücü yüksek olan aileler Devrim Erbil’in İstanbul serisi ve sonrasında ise Ergin İnan ve Burhan Doğançay ile devam ediyor. Belki bir de mutlaka Adnan Çoker’ın Kubbe’sini alıyorlar.” Geniş yelpazedeki alıcı kitlesinin kafasında yer eden hikayelere ilgi duyduğundan bahseden Dolmacı, bunun kaynağında geçmişiyle bağ kurmak ve İstanbul’u görmek olduğunu söyledi. Yurtdışından alım yapan Türk koleksiyonerlerin her zaman Peter Halley’i tercih etmesinin altındaki hikayenin ise İslami formlar olduğundan bahsede Dolmacı, bu alımların nedeninin, bilinçaltı olduğuna vurgu yaptı.
Banu Uçak, Frank Gehry ile olan bir hatırasını anlatarak ve kolektif bir geçmiş algısının olmamasının asıl sorunumuz olduğundan bahsetti. “Frank Gehry, Yale Üniversitesi’nden öğrencileriyle, bir opera binası yapmak üzere İstanbul’a geldiğinde, bana klasik Türk musikisi enstrumanlarının yer aldığı mekanlar ile ilgil parametrelerin yer aldığı bir kitaba ihtiyacı olduğunu belirtti. Buna dair hiçbir fikrim olmamasını dehşetle karşıladı, ben de bilmememi dehşetle karşıladım.” Banu Uçak, herkesin uzlaşacağı olguların olmamasından bahsederek salona “Ortak bir geçmişimiz var mı?” sorusunu yöneltti.