23 Ocak 2018 tarihinde vefat eden Amerikalı bilimkurgu yazarı Ursula Kroeber Le Guin Karanlığın Sol Eli, Mülksüzler, Sürgün Gezegeni, Yerdeniz serisi gibi kitapları ile tanınıyordu.
1929’da Kaliforniya’da doğan Ursula K. Le Guin’in babası ünlü antropolog Alfred Kroeber, annesi yazar Theodora Kroeber’di. Radcliff ve Columbia üniversitelerinde edebiyat eğitimi gördü. 1950’li yıllarda fantastik öyküler ve romanlar yazmaya başladı. 1962’de ilk bilimkurgu öyküsü yayımlandı. 1974 tarihli Mülksüzler’e kadar altı bilimkurgu romanı yazdı. Bu tarihten sonra zaman zaman bilimkurgu öyküleri yazmakla birlikte romanlarında daha ziyade yarı gerçekçi/yarı fantastik temalar işledi.1
Le Guin ve üç büyük kardeşi, Kaliforniya Üniversitesi kampüsünden çok da uzakta olmayan Arch Street’te Bernard Maybeck isimli mimarın tasarladığı bir evde büyüdü. California Magazine’nin Bahar 2013 sayısında Berkeley’deki yaşamı “rahat ve cömert” olarak hatırladığını ve aile evinin akademisyenleri, entelektüelleri ve Kızılderili kabile üyelerini içeren “ilginç yetişkinler”in konuşmasıyla dolu olduğunu söylüyor.2
Harvard Design Magazine’nin 41. sayısında Martti Kalliala ile yaptığı söyleşi de yine Maybeck’e ve onun tasarladığı doğup büyüdüğü eve atıfta bulunarak “Öyle bir evde yaşanan çocukluktan sonra, sanatçının özgürlük ve sorumluluk algısına ve belki de romanın doğasına (mimarlığına) ilişkin bazı sezgileri özümsemiş olmalıyım.” diyordu.3
Martti Kalliala: Yazılarınızda mimari ve kentsel formlar yoluyla sosyal örgütlenmenin yöntemlerini çerçeveliyor ve mekanlaştırıyorsunuz, tıpkı Karanlığın Sol Eli’ndeki Kemmer evler ya da Mülksüzler’de Abbenay şehrinin yurtları ve hücresel örgütlenmeleri gibi. Yazılarınızın bu kısmı nasıl gelişiyor? Konuyla alakalı size önemli gelen, tarihi ya da modern, spesifik mimari referanslar mı var?
Ursula K. Le Guin: Bernard Maybeck tarafından tasarlanan ve inşa edilen (Berkeley, 1906) bir evde büyüdüm. Bu evin bir insan ve bir sanatçı olarak bana kazandırdığını hissettiklerimle ilgili Paradoxa’da 2008 yılında bir makale yayınlamıştım. Frank Lloyd Wright ve sonrasında gelen ”egoist mimarlar”ın aksine Maybeck; evin yalnızca şehir peyzajıyla ahengini, iç mekanı ve çevresindekilerle karşılıklı ilişkilerini sorgulamakla kalmamış, aynı zamanda günlük kullanımını, kullanışlılığını ve içerisinde yaşayan ailenin rahatını da düşünmüştü. Bakış açısı insani ve doğaldı, evi ‘içinde yaşanan makineler’ gibi görmüyordu. Stili, konutsal veya kamusal, oldukça karakteristikti. Bazen yapılarında 3 metrelik kızılçam kirişler, kümes teli, alçı ya da çuval bezi gibi hiç beklenmedik malzemeler kullansa da (yüz yıl önce inşa edildikten sonra yıkılan ama çok değerli olduğu için mucizevi şekilde hala ayakta duran San Francisco’daki Güzel Sanatlar Sarayı’nda olduğu gibi); yapıları bir Yunan tapınağının ya da iyi inşa edilmiş bir köprünün gösterişsiz çaresizliğiyle ve asil oranlarıyla yer kaplıyor. Öyle bir evde yaşanan çocukluktan sonra, sanatçının özgürlük ve sorumluluk algısını ve belki de romanın doğasına (mimarlığına) ilişkin bazı sezgileri özümsemiş olmalıyım.
Hiçbir zaman mimar olmadım, yalnızca bir çizgiyi diğerinden daha çok sevdim.4
Bernard Maybeck
Özgür, ileri görüşlü, dramatik ve eklektik… Bernard Maybeck, özellikle eserlerinin çoğunun bulunduğu San Francisco Körfez Bölgesi’nde değer gören Amerikalı bir mimar. Almanya’dan Amerika’ya göçen bir ailenin, mobilya yapımını öğrenmesi için Paris’e gönderdiği Maybeck, çok geçmeden kendi yolunu çizer ve Amerika’ya geri dönene kadar mimarlık okuduğu Beaux-Arts okuluna kaydını yaptırır. Daha sonra 1890 yılında, tıpkı diğer genç mimarlar gibi, California’ya giderek yerel çevreden ilham alır. Dört yıl sonra UC Berkeley’de İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nin ilk mimar profesörü olarak çizim dersleri vermeye başlar. UC Berkeley’den ayrıldıktan sonra Maybeck; ev, kilise ve kulüp binalarıyla uzmanlaştığı kendi ofisini San Francisco’da kurar. Yenilikçi yapı malzemelerini deneyimler ve İspanyol misyonuyla, Gotik ve Japon etkileriyle harmanladığı eklektik ve kişisel tarzını geliştirir. Maybeck’in işleri; yerel ahşap kullanımı, geniş pencereler, el yapımı detaylar, muntazam renk kullanımı ve peyzajla bütünleşme içerir.
First Church of Christ, Scientist (Berkeley, 1910)
The Palace of Fine Arts (San Francisco, 1915)
San Francisco Körfez Bölgesi’ndeki önemli pek çok binayı Maybeck tasarlamıştır. Evleri, zamanında radikal bulunan özellikleri birleştirmiştir; ahşap kiremitleri, kızılçam iç mekanı ve kocaman el dövmesi şömineleri içinde barındırır. Gotik etkileri, parlak renkleri ve mimar tarafından tasarlanan tüm iç mekan mobilyalarıyla Berkeley’deki First Church of Christ, Scientist (1910), Maybeck’in baş yapıtı sayılır. San Francisco’da tasarladığı The Palace of Fine Arts, 1915 Panama-Pasifik Ululararası Serisi’nin en popüler binası olurken, etkinliğin ayakta kalan tek strüktürü olarak da bilinir. Antik kalıntıların tarzında bir sanat galerisi olarak tasarlanan bina, Maybeck’in duygusal sezgisini ve doğal çevreyle uyum içinde bir yapı arzusunu gözler önüne serer. San Francisco’nun değerli bir kent simgesi haline gelmiştir.
*”Living in a Work of Art” başlıklı denemesinde doğduğu evi bu şekilde tanımlamıştır.
Kaynaklar: