Haydarpaşa Garı’nda Bir Tür ‘nükleer savaş’

Bütün bir öğleden sonrayı ‘girmenin tehlikeli ve yasak’ olduğu bir yerde geçirdim.

İşleyen az sefer kaldığından tehlike yüzdesi zaten çok düşmüş, yasağın ucunu kovalayansa hiç yoktu. Bilakis, Haydarpaşa Garı’nın 1 milyon metrakareden fazla alana yayılan o devasa arazisinde gezinirken, denk düştüğümüz çalışanlar özellikle selam etti. Ne sorduysak cevapsız bırakmadı, hatta “Bir de şurayı görün” tavsiyelerinde bulundu. Kaldı ki üzerlerinde tulumlarıyla, iş elbiseleriyle bizzat çalışanlar fotoğraf çekiyordu. Çünkü salı gecesi saatin gece yarısını vurmasıyla Haydarpaşa Garı için ‘insansız’, meçhul bir gelecek başladı.

Garda ve sonraki her istasyonda duyrulduğu gibi, malum Haydarpaşa-Söğütlüçeşme-Pendik hattındaki banliyö seferlerine iki yıllığına ara veriliyor. Sadece bu hattı kullanarak her gün şehrin diğer ucuna gidenler bu koca iki seneyi nasıl geçirecek, bu başlı başına bir mesele. Yenileme çalışmasının ardından Marmaray, nasıl bir ulaşım sistemi getirecek, hangi duraklar atıl hale gelecek, bu da istikbalin meselelerinden biri. Ama hepsinin ortasında şurası kesin ki yeni sistemde Haydarpaşa Garı’nın adı yok.

Yok ama peki bu ne demek? Burası bir kara delik. Topçu Kışlası gibi planı bulunmayan bir yapı için de projeler “Onu da yapabiliriz, bu da olabilir” şeklinde başlamıştı. Bir biçimde sermayeye devredilen kamusal alanlarda da benzer hal karşımıza çıkıyor. Burna iyi bir koku geliyor ve sanki “Bir biçimde bakarız” deniyor. Kamu yararı değil, kamudan koparılan projeden elbette ki rant yüzdesi yönlendiriyor süreci. O yüzden de kulağımıza gelen farklı ihtimaller raylar gibi kesişip ayrılıyor. Otel mi olacak? Lojmanlar yıkılıp oralardan rezidanslar mı yükselecek? İstanbul Olimpiyatlar’ı alırsa başka, almazsa başka projeler mi var? Hani Başbakan Tayyip Erdoğan 19 Haziran’da Haydarpaşa Garı’na gelecekti? Bu görkemli tören için önceden sessiz sedasız çalışılmıyor muydu? Şimdi bu TCDD personeli Gebze’ye, başka şehirlere mi taşınacak? İşten çıkarmalar olacak mı? Bir biz soruyoruz, bir de onlar… Makinistinden tamir atölyesi ustalarına, denk düştüğümüz tüm pesonel…

Fren postası

Peronların bittiği yerden, sermayenin de ağzını sulandıran kocaman bir dünya başlıyor. Çocukluğu dedesi sayesinde o lojmanlarda geçen bir arkadaşla gezmek başka oluyor. Raylarda oynanabilecek oyunları dinleyebiliyor, hepsi durduğundan hangi meyve ağacının eriği, dutu daha lezzetli tüyo alabiliyor, terminolojiye bir lokma daha hâkim olabiliyorsunuz.

Dev tamir atölyelerinde arap sabunuyla el yıkarken, fırsat bu fırsat misal bir de köşedeki eski 81660’ı görmemizi öneriyor usta. “Erken gelseydiniz, daha da yardımcı olurdum” diyor. Başına ne geleceğini o da bilmiyor. Bir köşesinde ‘Fren postası’ başlıklı kara tahtalar, ‘Haydarpaşa ciheti’ yazılı eski tabelalar duran boş atölyelere uğruyor, kapısı açık lokomotiflere çıkabiliyoruz. Geçenler el sallıyor. Sonra bineceğimiz banliyö hattında ‘Belki hatırlar’ diye torununu bindiren anneannelere, gençlik anılarını tazelemeye Pendik’e kadar gidip dönenlere, 20 yıldır sadece bu hatta çalışıp ertesi güne dair fikri olmayan satıcılara, küfreden semt sakinlerine denk geleceğiz.

Haydarpaşa Garı’nın bir duvarında renkleri ağarmış bir uyarı tablosu var, kim bilir hangi seneden kalma. ‘Nükleer savaşta hayatta kalmanın onbir yolunu öğreniniz’ diyerek anlatılıyor. Bilgilenin, erken haber alın… Bu da başka türlü bir savaşa benziyor. Mimari şaheseri Haydarpaşa Garı binası dışında, rayların paslanmış dev somunlarına kadar kültürel miras kabilinden bir alandan söz ediyoruz.

Fakat bu şehrin sakinleri, bu ülkenin yurttaşları neoliberal kent politikalarının buranın başına ne çorap öreceğinden bihaber. Onun için de Haydarpaşa Dayanışması ve birçok STK haftalardır her pazar garın önünde buluşuyor. Çünkü neler olabileceğini biliyorlar. Dünyanın çok metropolü bu ‘nükleer savaşı’ gördü.

Etiketler

Bir yanıt yazın