İnönü Stadı için bakan da Beşiktaşlı tarihçi de kendi mimarı da 'hata' diyor. Ama değişen bir şey yok.
“Şehir ortasında stat olması o gün de yanlıştı, bugün de yanlış. Bugün daha büyük bir yanlış çünkü nüfus o zamanlar 600 bindi, bugün 15 milyon. O zaman da plancı Henri Prost ‘Kapasiteyi 25 bin kişiyle sınırlayın’ demişti. Bugün bu kadar ahaliyi şehrin göbeğinde toplamak yanlıştır.”
İnönü Stadı’nın mimarlarından Fazıl Aysu, 101 yaşında olmanın verdiği güvenle açık konuşmuş. Elif İnce’nin pazar günü Radikal’de yayımlanan röportajını okumuşsunuzdur. Stadın mimarı Vietti Violi’nin Türk asistanlarından biri de Fazıl Aysu’ymuş. Belli ki Aysu zamanında spor yapıları konusunda popüler bir mimarmış, yeni yıkılan Ali Sami Yen Stadı’nın da bir zamanlar ‘spor ve sergi sarayı’ olan Lütfi Kırdar’ın da mimarı oymuş.
“O zaman Dolmabahçe’de sarayın has ahırları vardı, heyet stadın onların yerine yapılması kararını aldı. ‘Ahırlar mühim değil’ diyorduk o zamanlar ama şimdi yıkılmasaydı iyi olurdu diyorum” diye anlatıyor. Tarih biliminde ‘bugün olsa ne derdi?’ sorusunun bir karşılığı yoktur; bu daha çok cevabı belirsiz bir tarih polemiğidir. Ama 101 yaşını görmüş bir tanıkla karşılaştığınızda bu polemik bir gerçekliğe dönüşüyor. Fazıl Aysu’yu okumak zamanda yolculuk gibi. Tek parti döneminin karar vericileriyle birlikte çalışmış, o zamanın kanaat önderleri, teknik ve yaratıcı ekipleri arasında yer almış biri günümüzün bakış açısıyla geçmişi değerlendiriyor ve “Hata ettik” diyor. Hadi onlar o zamanın dünya görüşüyle hareket ettiler, peki bugünküler? Aslında garip şekilde birbirine benziyor; Cumhuriyet’in gelişme ve kalkınma tutkusu nasıl tarihi ve estetik detaylarla fazla vakit kaybetmemişse, günümüzün değişme, büyüme ve zenginleşme tutkusu da öylesi bir kararlılıkla kendi yolunda ilerliyor. İktidardan medyaya, entelektüellerden futbol taraftarına, her yere sirayet eden zamanın ruhu bu.
Geçen sene bu vakitler…
Bir yıl önce İnönü Stadı meselesi gündeme geldiğinde ‘Yıkılsın, bir daha yapılmasın’ diye yazdığım için fanatik taraftarın hedefi olmuştum. Kusura bakmasınlar ben hâlâ aynı görüşteyim. Eğer bir değeri varsa yıkmayın, yok yıkıyorsanız bırakın oralar park bahçe filan olsun.
Aslında tarihi yıkıp, yeşil alanları kemirerek yapılan bu spor tesisinin kendisi de bir ‘tarih’ olmuş vaziyette. İnönü Stadı, Cumhuriyet dönemi İstanbulu’nun bir parçası. Başta Beşiktaşlılar olmak üzere milyonlarca insanın anılarında yer etmiş bir yapı. Hadi sarayın ahırları vaktiyle yıkıldı gitti, “Bari bu stadı koruyalım” diyebiliriz. Ama o da kabul görmüyor, çünkü yerine daha büyük, daha kazançlı ,daha yeni bir stat yapılsın isteniyor. Sanki böyle bir stat şehir dışında yapılamazmış gibi…
Bakan da işe yaramadı
Hem tarihçi hem Beşiktaşlı biri olarak İlber Ortaylı da Milliyet’teki köşesinde yazdı “Şehir merkezinde, hele ki Dolmabahçe’de stat olmaz!” diye. Ortaylı da ‘yeşil alandan’ söz ediyor. Tıpkı önceki Kültür Bakanı Ertuğrul Günay gibi. Bakan, tarihçi, mimar… ne derse desin bir şey değişmiyor. Stadın çevresinde inşaat için hazırlıklar başladı bile. Bir tutam zamanın ruhu, bolca takım tutkusu ve futbol aşkı bir araya gelince ne iktisat, ne hukuk ne de tarihin bir önemi kalıyor.
İstanbul Modern’in kalıcı sergisi yenileniyor. Mart sonunda hem mekân hem içerik bakımından daha ‘ferah’ bir biçimde izleyiciyle buluşacak.
Küratör Levent Çalıkoğlu o eski kronolojik sıralamayı çok bozmadan ama farklı dönemlerden işlerin de birbiriyle iletişime geçebildiği bir sergileme biçimi tasarladı. Müzenin koleksiyonu genişledikçe ilginç bir durum çıkıyor ortaya. Bu sadece bir Türkiye sanatı sergisi değil artık.
Türkiyeli sanatçılarla
Çağdaşı oldukları yabancı isimlerin işleri yan yana asılı. Mesela Canan Tolon ve Thomas Saraceno; ya da Thomas Ruff gibi dünya piyasalarında tanınan bir isimle genç sanatçı Seçkin Pirim ya da az bilinen çok iyi bir sanatçı, Sabire Susuz…
Fotoğrafın da eskisinden daha önemli bir rol aldığı serginin bir kısmı şimdiden görülebiliyor, ama büyük salon 20 Mart’ta açılacak. İstanbul Modern’de benim için esas sürpriz, ‘Lütfen Rahatsız Etmeyin’ adlı sergi oldu. Vitra’nın Türk Serbest Mimarlar Derneği’yle birlikte düzenlediği ‘Çağdaş Mimarlık Dizisi’ başlıklı sergilerin ikincisi bu. Mimar Ertuğ Uçar’ın küratörlüğünde ‘tatil’ kavramı etrafında bir grup sanatçının işleri sergileniyor. İçi içe geçen odalarıyla serginin kendisi de ‘mimari’ bir iddiaya sahip.
Metehan Özcan, Kerem Ozan Bayraktar, Nermin Er, Burak Arıkan ve Meriç Kara’nın işleri sergileniyor. Özellikle Kerem Ozan Bayraktar’ın hipnotik videosuna, Metehan Özcan’ın terk edilmiş tatil köyü fotoğraflarına ve Metehan Özcan’ın kartpostallarına dikkat.