Her Yer Derslik!

Zekai Görgülü, Emre Aysu, Orhan Hacıhasanoğlu, Güzin Konuk, Tansel Korkmaz, Mehmet Küçükdoğu ve Sinan Mert Şener kampüste neler olduğunu anlattı.

Prof. Dr. Zekai Görgülü, Türkiye’deki mimarlık fakülteleri ve katılımcılar hakkında genel bilgiler vererek konuşmayı açtı.

İstanbul Kültür Ünversitesi Mimarlık Fakültesi dekanı Prof. Dr. Mehmet Şener Küçükdoğu, öncelikle Yükseköğretim Kurulu’nun eğitim kalitesini kontrol yeterliliği hakkında görüşünü belirtti. Bu bağlamda mevcur mimarlık fakültelerinin eğitim kadrosundaki yetersizliğine de ayrıca değindi. Mimarlık Eğitim Kurultayı raporundan bahseden Küçükdoğu kadro, derslik, teknik donanım gibi çeşitli konuların değerlendirildiğini anlattı. Fakültelerdeki niteliksiz durumun sebepleri hakkında görüşlerini sıralayan Küçükdoğu, mevcut eğitim sisteminde öğrencinin müşteri gibi görüldüğünden ve bunun özel üniversitelere etkilerinden bahsetti. 

Özyeğin Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Orhan Hacıhasanoğlu, sözlerine dünyadaki eğitim sistemini anlatarak başladı. Bologna Süreci’nin etkilerine değinen Hacıhasanoğlu bu sürecin Türkiye’deki durumunu anlattı. Bunun yanısıra mesleğe başlamak için lisans diplomasının yetersizliğini vurguladı. Siyasetin eğitime etkisini anlatan Hacıhasanoğlu mimarlık mesleğinin paydaşlarından söz etti. Bunlardan birisi olan mezun mimarlar için hayat boyu öğrenmenin önemini vurgulayan Hacıhasanoğlu, yıllar sonra bile bilgilerini tazelemek ve bunlara yenilerini eklemek için okula uğramaya devam etmeleri gerektiğini söyledi. Bir diğer paydaş olan işverenlerin de bilinçli davranması gerektiğini sözlerine ekledi. Hacıhasanoğlu son olarak online ve konvansiyonel sistemler gelişip yaygınlaştığında üniversitelerin buna hazırlıklı olması gerektiğini anlattı.

Doç. Dr. Tansel Korkmaz, ilk olarak yüksek lisans eğitimi ile başlayan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin kuruluş sürecinden bahsetti ve böyle bir oluşuma aslında eğitim sistemini tartışırken karar verdiklerinden bahsetti. Korkmaz, normalde fakülteler açıldıktan sonra akademisyenlerin çağırıldığı bir sistemin tersine akademisyenlerin toplanarak kurduğu bir fakülte olan İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki eğitim ortamının paylaşımcı yanını vurguladı ve bunun akademisyenler için de faydalı olduğundan bahsetti. Bir okul kültürü oluşturduklarını söyleyen Korkmaz, akademisyenler ve öğrenciler arasındaki paylaşımcı ortamı anlattı ve bu sinerjinin kişinin gelişimine katkısını vurguladı. Başlangıçta öğrencilerin mesleği ustalardan öğreneceği bir eğitim ortamı üzerinde durduklarını aktaran Korkmaz, sonraları akademisyenlerin de öğrencilerle beraber araştırıp öğrendiği bir bakış açısının da benimsendiğini söyledi. Korkmaz, son olarak 2000’li yıllarda mimarlığın yeniden tanımlanmaya başladığını anlattı ve bu bağlamda araştırmanın önemine değindi.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Güzin Konuk da üniversitenin siyasallaştırıldığı konusuna katıldığını söyledi. Fakültelerdeki önceliğin eğitim ve eğitimin toplumla bağdaşlaştırılması olması gerektiğini sözlerine ekledi. Türkiye’deki eğitim sisteminin kalitesinden bahseden Konuk, üniversitenin toplumun önünde olması gerektiğini vurguladı. Bir eğitim kurumunun siyasallaşmasının standardizasyonu doğuracağını söyleyen Konuk, bu durumun sağlanacak yararları yok edeceğini söyledi. Yaşamla birlikte hareket eden ve yaşamın içinden gelen bir üniversite olduğunu belirten Konuk, araştırmanın ve yaşam boyu eğitimin öneminden bahsetti. Konuk, Avrupa Eğitim Platformu’nun da bahsettiği gibi Bologna Süreci ile birlikte yaklaşık on yıllık bir süreçte ideal eğitim platformu oluşturmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi. Yaratıcılığın ön plana çıkarılması gerektiğini söyleyen Konuk ardından Yüksek Öğretim Kurulu’nun durumunu değerlendirdi. 

İstanbul Teknik Üniversitesi dekanı Prof. Dr. Sinan Mert Şener, öğrencilerin üniversiteye giriş koşullarını değerlendirdi. Şener, mevcut sınav sistemi ile fakülteye yerleşen öğrencilerin belirli bir puana bağlı kaldıklarını ve bu durumun gönüllülüğü yok ettiğini söyledi. Eğitim süresinin uzatılması gerektiğine değinen Şener, kamu üniversitelerinin yaşadığı zorluklardan bahsetti. Bunun yanısıra yüksek lisans öğrencilerinin durumunu lisans eğitimini alan öğrencilerin sayısının etkilediğini de sözlerine ekledi.

Son olarak sözü tekrar alan Zekai Görgülü, ülkemizde üniversitelere verilen önemi sorguladı. Bununla birlikte Görgülü, eğitim sistemimizde sürekli değişiklik olmasını ve Yüksek Öğretim Kurulu’nu da değerlendirdi. Görgülü bu durumun içerisinden çıkmanın bilime inanmakla gerçekleşeceğini sözlerine ekledi. Aslında şu anda belli bir potansiyelin ve yeteneğin bulunduğunu söyleyen Görgülü bu varlığın değerlendirilmesi gerektiğinden bahsetti. Asistan kıyımından bahseden Görgülü, eğitim ve kültür ile bağdaşlaşmayan olaylar yaşadığımızı sözlerine ekledi.

Etiketler

2 yorum

  • nihat-aydin says:

    Son paragrafta dile getirilen konu, can yakıcı bir sorun: Asistan kıyımı. Zekai Görgülü’ye bu konuya işaret etme “cesaretini” gösterdiği için teşekkür etmeliyiz. Bugün üniversitelerde yaşanan bilimsel baskılar ciddi boyutlarda; “dış dünyadaki” normal insanların kavrayabileceği boyuttan uzak. Bunda da akademik ünvanı en altta olan genç beyinler “derin hasarlar alıyor”. Asistan demek, master ya da doktora yapan, bilim dünyasına adım atacak genç insandır; genç ve enerjik beyindir. En ciddi kıyımlar, “doktora aşamasında” yaşanıyor. Türlü akıldışı yöntemlerle, doktoralar yıllarca uzuyor; maddi destek alamayan bu genç insanlar, hem maddi hem akademik anlamda zorlukla mücadele ediyorlar. Doktoradaki telif hakları umursanmadan, üst rütbeli! Şahıslarca, çalışmaları gayet güzelce “kullanılabiliyor” ve bu genç insanlarsa, buna “ses etmemeleri” yönünde, “ciddi uyarılar” alıyorlar. Sonunda, bu genç insanların bir bölümü, pes ediyor ve bitirilemeyen, “arap saçına çevrilen” doktoralar listesine bir yenisi daha ekleniyor (ki, bitirilemeyen doktora çalışmasını, sonradan kim-nasıl değerlendiriyor acaba!). Sonuç olarak “asistan kıyımı” ve “bilimsel kıyım” konusunu çok boyutlu olarak, vakalar üzerinden, tartışmaya açabilecek “cesur” akademisyenlere çok ihtiyaç olduğu apaçık. –Arkitera’da bir haber yayınlanmıştı, Gazi Üniversitesi’nde, üç buçuk senedir mobbing ile mücadele veren, konuyu hukuki sürece taşıyan – tabii hukuktan nasıl ve ne zaman sonuç alabilir, o da bilinmez- bir asistan haberiydi. Kimin dikkatini çekti ya da bu şahsa destek verdi?; http://rktr.co/16TpbuT Mobbing ile adi geçen akademisyenler ile nasıl bir süreç söz konusu? vb. vb…-

  • nihat-aydin says:

    “Her Yer Derslik” başlığıyla tanımlanan bu etkinliğin, mimarlık eğitimi üzerine odaklandığı anlaşılıyor. Mimarlık eğitiminde tartışmaya açılacak pek çok sorun varken, ikinci paragrafta, konunun meslek pratiği ve oradan da işverene taşınmış olmasınıysa anlamak mümkün değil. Mimari eğitimin tartışılığı bir ortamda, “eğitimin, bilginin kalitesinin nasıl arttırılacağı” tartışılmalı. İşverense, sermaye sahibi biridir ya da bir kurumdur; eğitimin bir öznesi değildir! Bir akademisyenin, “Türkiye’de mimarlık eğitimini tartışırken”, “sermaye sahiplerini dile getirmesini”, “işverenlerin bilinçli davranması gerektiğini” dile getirmesini nasıl yorumlamalıyız acaba?. “İşveren bilinçli olduğunda, mimarlık eğitimine ne gibi faydaları olabilecek?. Tasarım stüdyolarında akademisyenler, daha rasyonel, gerçekçi projeler mi yaptıracaklar?. Ya da işveren bilinçli olduğunda, mimarlık fakültelerinde, daha bilimsel çalışmalar mı yapılacak?. Özel üniversitelerde konumlanan akademisyenlerin, zihinlerinin, “sermaye sahiplerinde” olmasını belki de yadırgamamak gerekiyor!?!. Mehmet Küçükdoğu aslında durumu çok açık ifade etmiş görünüyor: “mevcut eğitim sisteminde öğrencinin “müşteri” gibi görüldüğünden ve bunun özel üniversitelere etkileri”. Saygıdeğer akademisyenler, sizin temel özneniz “ÖĞRENCİLERİNİZDİR”; “İŞVERENLER” değil. Sizin temel uğraşınız EĞİTİM, BİLİMDİR, “SERMAYE SAHİPLERİ, PARA” değil. Dünya üniversitelerinin sıralamasında dikkate alınan temel kriterlere bakın; burada bir üniversiteyi değerlendirirken, EĞİTİM, ARAŞTIRMA gibi konular dikkate alınıyor, İŞVERENLER, SERMAYE değil. Asıl odak noktanızı kaçırdığınızda, temel işlevinizi de yitirirsiniz.

Bir yanıt yazın