MVRDV, "WHAT-IF: NL 2100" ile Hollanda'nın 21. yüzyıl ikilemlerine şekil veriyor.
Hollanda her zaman olasılık dışı şeylerle uğraşan bir ülke oldu. Şu anda ülkeyi oluşturan alanın çoğu bir zamanlar bataklık ve hatta denizdi. Yüzyıllar süren tarım ve eşsiz mühendislik bilgisi sayesinde, bu yaşanmaz ortam bir şekilde Avrupa’nın en yoğun nüfuslu ülkelerinden biri, dünyanın en büyük ekonomilerinden biri ve 200 kat daha fazla toprağa sahip ABD’nin ardından dünyanın en büyük ikinci tarım ihracatçısı haline geldi.
Ancak Hollanda toplumunun olanaksızlığı, küresel iklim değişikliği veya demografik yapıdaki değişimler gibi zorlukların kaçınılmazlığı ile çarpıştığında ne olur? 21. yüzyıl Hollanda’nın sonu mu olacak? Yoksa yeni, her zamankinden daha radikal çözümler, ülkeyi olası en uç senaryolarda bile yönlendirebilir mi?
WHAT-IF: MVRDV, IMOSS ve Feddes/Olthof olmak üzere üç şehircilik ve peyzaj tasarım ofisinin, Hollanda’nın önümüzdeki yüzyılda karşılaşması muhtemel zor kararları araştırdığı bir yayında ele alınan sorular arasında yer alıyor. Bu çalışma, Hollanda’nın doğayla birlikte yaşamayı nasıl öğrenebileceğini, konut ve yaşam kalitesini nasıl sağlayabileceğini, kültürel mirasını nasıl koruyabileceğini ve ekonomisini yeni bir normale nasıl uyarlayabileceğini gösteren vizyonlar sunuyor.
Beautiful Netherlands Programme (Programma Mooi Nederland – BZK), Dutch Ministry of the Interior and Kingdom Relations ile işbirliği içinde yayınlanmış. Bu program, geleceği geniş bir kitle için hayal edilebilir kılmayı ve bu geleceğe ulaşmak için gerekli adımları göstermeyi amaçlıyor.
Bu çaba sadece akademik bir alıştırma değil: Yeni mekansal planlama politikalarını uygulamaya koyması muhtemel bir Hollanda hükümetiyle birlikte, WHAT-IF: Nederland 2100, toplumsal tartışmalar ve gerçek hayatta ciddi sonuçları olabilecek siyasi tercihler için malzeme sağlıyor.
Bu çalışma, Hollanda’nın özel bağlamının ötesinde, dünya genelinde iklim değişikliğinin tehdidi altındaki alçak kıyı bölgelerinde yaşayan 900 milyondan fazla insan için de önem taşıyor.
MVRDV, her üç ofisin çalışmalarını destekleyecek bir çerçeve sağlamak amacıyla karar matrisini geliştirmiş.
Küresel ısınmanın şiddeti ve nüfus artışından deniz seviyesinin yükselmesiyle başa çıkma yaklaşımına (teknolojiden doğaya dayalı yaklaşımlara) ve siyasi iklimden konut, doğa, tarım, sanayi, altyapı ve diğer işlevlerin dağılım şekline kadar çeşitli mekansal planlama hususları için kayan ölçekler sunuyor.
Bu karar matrisi, gelecek senaryosu için tutarlı bir hikaye tanımlanmasına yardımcı olurken böylece önerilen vizyonların her biri için temel bir açıklama sağlıyor.
Her üç ofis için de uç bir senaryonun araştırılmasına karar verilmiş: Öngörülen maksimum küresel ısınma ve öngörülen maksimum nüfus artışı.
Bu senaryolar muhtemelen suyla başa çıkma yaklaşımında da bir değişiklik gerektirecekti, bu nedenle gelecekte Hollanda toplumunun yaklaşan denizle savaşmayı bırakacağı varsayımı yapıldı.
Bugün olduğu gibi manzarayı insanların yaşam tarzına uyacak şekilde üretmek yerine, yaşam tarzları manzaraya uyacak şekilde adapte olacaktı.
Bu dramatik hikaye, stüdyoların, cesur seçimler zamanında yapıldığı sürece en zorlu koşulların bile üstesinden gelinebileceğini göstermelerine olanak sağladı.
Deniz seviyesindeki aşırı yükselme, suya yönelik yeni yaklaşımla birleştiğinde, bugün ülkenin en büyük şehirlerine ve nüfusun büyük çoğunluğuna ev sahipliği yapan Hollanda’nın alçak batı kesimlerinin artık denizden korunamayacağı anlamına gelecek.
Ülke kaçınılmaz olarak batıdaki “su dolu şehirler” ile doğudaki daha yüksek, daha kuru “kum şehirleri” arasında bölünecek.
Bu hidrolojik bölünme göz önüne alındığında, MVRDV karar matrisinde birbirini tamamlayan iki kombinasyon oluşturmuş.
Doğudaki kum şehirleri, tüm arazi kullanımlarının yüksek yoğunluğa dönüşmesiyle hiper-yoğun hale geliyor.
Mevcut durumun aksine, bu şehirler nüfus artışının ve ekonomik faaliyetlerin çoğunu barındırmakla görevlendirilecek.
Yerleşim alanları maksimum yoğunluk için yeniden geliştirilecek, tarım dikey çiftlikler halinde istiflenecek, şehirlerin etrafındaki yeşil kuşaklar yağmur suyu ve biyo-bazlı malzemelerin üretimi için tampon bölgeler sağlayacak ve sakinler her çatının üstünde kullanılabilir yeşil alan bulacak.
Bu arada, batının sular altında kalan şehirleri çok farklı bir yol izleyebilir ve su baskınları gerekli yeni bir gerçekliğe yol açabilir.
Önemli miras binalarını korumak için Amsterdam gibi şehirlerin tarihi merkezleri büyük yükseltilmiş setlerle çevrelenecek.
Yüzyıllardır deniz seviyesinin altında kalan binalar bu sayede korunmaya devam edecek.
Bu setlerin dışında, savaş sonrası dönemde gelişen mahalleler suyla uyum içinde yaşayan yeni bir hayata uyum sağlayacak.
Zemin katlar, sular altında kalan konutları telafi edecek çatı eklentileriyle boşaltılırken, yeni bir “zemin” seviyesindeki yürüyüş yolları ağı binaları birbirine bağlayacak.
Bu mahallelerin ötesinde, geleneksel tarım ve sanayinin yerine, biyo-bazlı malzemelerin üretimi, doğal delta peyzajının geniş alanlarının yanı sıra baskın arazi kullanımı haline gelecek.
Tekneler ve diğer küçük ölçekli su taşımacılığı biçimleriyle ulaşım norm haline gelecek.
Suyla dolan şehirler, doğayla uyum içinde esneklik ve uyumluluğun öncüleri haline (her ne kadar her şey küçük ölçekli olmasa da, büyük koruyucu setlerin içine inşa edilmiş hipermodern bir şehirlerarası ulaşım ağı ile) gelecek.
“Şu anda hayal etmesi zor görünebilir ama mecbur kalırsak sular altında kalmış bir arazide yaşayabiliriz. İstersek kulelerin içinde çiftlikler yapabiliriz. İstersek Enschede’yi Hollanda’nın en kalabalık şehrine dönüştürebiliriz. Yapamayacağımız şey, büyük ölçüde deniz seviyesinin altında olan bir ülkede sürdürülebilir, dayanıklı ve esnek olmadığını bildiğimiz şekillerde inşa ederek statükoyu devam ettirmek. Şu anda, neyin normal ve mantıklı, neyin aptalca ve savunulamaz göründüğüne dair anlayışımızda tam bir değişikliğe ihtiyacımız var.”