Eğer siz yürüdüğünüz yolun standardını bile oturtamıyorsanız demokrasi adına emin olun, gerisi hikâyedir.
Geçen hafta sonu Birand’ın cenazesine gitmek için Maçka’ya geldik, trafik tıkandı. İnip yürüyelim bari dedik. İndik ancak yürümek mümkün değildi. Zira Maçka Parkı’nın önündeki kaldırımlar sökülmüş, yeniden yapılıyordu. Ben bir dönem Nişantaşı’nda yaşamış, sonrasında da hemen her ay birkaç kez Şişli’ye uğrayan biri olarak “Yahu ne kadar çok kaldırım taşı yenilemesi yapılıyor” diye içimden geçirdim. Şöyle bir düşündüm, neredeyse kaldırım yenilenmesi yapılmayan tek bir ay bile yok gibi… Sadece Şişli değil, benzer bir durum başta İstiklal Caddesi olmak üzere hemen her semtte geçerli. Sürekli kaldırımlar yenileniyor. Bozuluyor. Yeniden yapılıyor.
Bitmek bilmeyen bir kısırdöngü…
Peki ama neden bu kadar çok kaldırım yenilemesi yapıyoruz? Yeterince kaldırım mühendisimiz olmadığı için mi? Birileri bu yenilemelerden dolayı sürekli bir rant elde ettiği için mi?
Yoksa memleketimizde bir kaldırım standardının olmamasından kaynaklanıyor olabilir mi?
Geçen gün Londra’nın saygın üniversitelerinden birinde Türk gençlerle buluştum. Konuşmama Londra’nın kaldırım standartlarını anlatarak başladım. Londra’da en çok yaptığım şey yürümek. Yürürken bir şey dikkatimi çekiyor. İster zengin ister fakir, ister merkezi isterseniz merkeze uzak semtinde bulunun fark etmiyor. Bütün sokaklardaki kaldırım yükseklikleri aynı. Kırmızı ışıklarda bütün kaldırımlar engellilerin ve çocuk arabalarının daha rahat geçmesi için yolla sıfırlanıyor. Şehrin tamamı aynı taşlarla aynı şekilde düzenlenmiş.
İşte dedim, demokrasinin en somut göstergesi budur.
Belli bir standardın o şehirde hatta o ülkede yaşayanlara eşit bir şekilde sunulmasıdır.
Yürüdüğünüz yolun kalitesi
Elbette demokrasiyi tarif ederken daha pek çok şey söyleyebiliriz ama eğer siz yürüdüğünüz yolun standardını bile oturtamıyorsanız emin olun gerisi hikâyedir.
Dün Başbakan Erdoğan’ın grup toplantısında verdiği Gaziantep’in girişimcilik başarısı örneğini de bu kaldırım düzeninden ve düzeyinden tartışabiliriz. Başbakan Erdoğan, Gaziantep’in gelişmişliğini gösterip diğer illerin azgelişmişliğinden yakınıyor ve bunun sorumlusu olarak isim vermese de yerel yöneticilerin becerisini ve beceriksizliğini gösteriyordu. Bundan dört yıl önce bir AK Parti milletvekilinin “Biz ceketimizi bile koysak seçtiririz” çıkışına sinirlenip istifa eden Şanlıurfa’nın efsanevi başkanı Fakıbaba’ya mecburen partiye dönüş brövesini takıyordu.
Gelin soralım, nasıl oluyor da aynı bölgede, aralarında birkaç yüz kilometre olmasına rağmen bir ilimiz ekonomik olarak Türkiye’nin lokomotif illerinden birine dönüşürken diğer illerimiz nal topluyor?
Acaba burada becerikli siyasetçiler ve yerel yöneticiler mi bu başarının sahipleri yoksa memleketteki kaldırım seviyesi ayarının bir ilden başka bir ile farklılık göstermesi mi?
Savaştan konuşanlar
Burada filmi yeniden Londra’ya taşıyalım. Londra dünya başkentlerinden biri. Gelin görün ki bir yatırımcı için çok da vaatkâr bir başkent değil. Mesele sadece kaldırımı iyi yapmakla da bitmiyor. O kaldırımın üzerinde yürüyenlerin umutları ve hevesleri için de bir atmosferi, bir umut bulutunu, iklimi havaya asıp onu hayata geçirebilecekleri bir ortamı sunabilmek gerekiyor. Bu noktada şu günlerde ciddi sıkıntı var. Bu yüzden Başbakan Cameron’un Bush’laşmasına tanıklık ediyoruz. Tıpkı bir zamanlar Bush’un yaptığı gibi İngiliz Başbakanı savaştan bahsediyor, insan hakları diyor ama lafı on yıllarca sürecek savaş vaadi ile bitiriyor.
Zira şu aralar İngiliz gazetelerinde küçük savaşçı Prens Harry’nin Afganistan’da çekilmiş fotoğraflarını okuyabiliyorsunuz ama genç girişimcilerin büyük başarılarını okuyamıyorsunuz. Aşırı vergiler, kazıkçı firmalar ile İngiltere yeni yatırımcılara “Enayi misiniz, bu işi burada kuracağınıza gidin San Francisco’da kurun” diyor.
Eğer Şanlıurfa Belediye Başkanı’na AK Parti rozeti taktığınız aynı gün Van Belediye Başkanı’nı mahkeme karşısına çıkaran kaldırım standartlarınız varsa suçlamaya yerel yöneticilerden önce sanırım bu ülkenin standartları olmamasından başlayabiliriz.
Ne yazık ki bizim demokrasimiz iklimlere benziyor. Bir bakmışsınız kar bastırmış kışa girmişiz, bir bakmışsınız bahar kapıya dayanmış, bir bakmışsınız yaz gelip geçiyor, haberiniz olmuyor. Üstelik hangi iklim ne zaman gelecek, ne kadar kalacak, bilinmiyor.
İsterseniz bir gün Nişantaşı’ndan Bebek’e kaldırımlardan yürümeyi deneyin, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Kaldırımların yükseldiğini, alçaldığını, daraldığını, genişlediğini, hatta bittiğini göreceksiniz.
Lafı getirmek istediğim yer aslında demokrasinin kaldırım standartları. Onun da adresi belli: “Sahi bizim bir anayasa değişikliği vaadi vardı, yahu o n’oldu?”