Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Şükran Soner'in Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi ile ilgili yazısı...
Hani Başbakanımız “ucube” olduğunu ilan etmişti de, uluslararası sanatçımız Mehmet Aksoy’un kardeşliği, barışı simgeleyen Kars’taki anıt heykeli vinçlerle parçalanmış, Türkiye Taliban gibi heykellerini yıktıran ülke konumuna düşmüştü ya… Ta o zamanlar yazamadığım için içimde kalmıştı: “Gelin İstanbul’un tarihinin anıtlaşmış, dokunulmaz sit alanı olmuş bölgesinde, iktidarlarının tarihi yok ederek, estetiği katlederek, sayısız suçu birden işleyerek, rant hırsıyla yarattığı gerçek ucubeyi görün!..” çığlığı ile seslenemediğim için hemen her gün kendime kızıp duruyordum. Evime girip çıkarken görmezlikten gelme şansımın olmadığı bu gerçek ucubeyi, büyük bir hızla, dar bir sokak mesafesinde İstanbul’un Bizans surlarının üstüne üstüne, ilgili tüm yasalarla dalga geçilircesine, TOKİ-Fatih Belediyesi ortak projesi olarak sıkışık-bitişik apartmanlar olarak bitirmişlerdi ki… İktidar gücünün simgesi Sulukule projesinin dört yıl süren, açılmış üç ayrı davada birden birçok bilirkişi raporuna da dayalı olarak oybirliği ile iptal kararı verilmesini zorunlu kılan gerçekler, iptal sonuçlu yargı kararını getirince.. bir de hukuk devleti düzeni ucubemiz doğmuş oldu…
Kaba inşaatları bitmiş, tahta kaplamaları bile tamam Sulukule evlerinin, pardon apartmanlarının kura çekimine gün kala yargıdan oybirliği ile gelmiş iptal kararına gülmeli mi ağlamalı mı bilemedim. Edirnekapı’dan Vatan Caddesi’ne kadar, sit alanı üzerinde, sur dibinde yükselen bitişik apartmanların tabii ki Romanların kimlikleri ile özdeşleşmiş evleriyle benzerlikleri yok. Yoksulluğun, yıpranmışlığın gerekçelendirdiği “yenileme projesinin” en baştan yalan, ortaya bir ucube çıkardığı biliniyordu… UNESCO, dünya mirasını koruma kararları, doğal yapısından soyutlanarak, rant yaratacak apartmanlara dönüşümü, sahiplerinin kovulmalarını elbette yasaklıyorlardı…
Roman komşularım, ağzı sulanmış rantçıların iktidar cephesi desteğinde evlerini, arsalarını ellerinden almak için yaptıklarına isyan bayrağı kaldırıyorlardı. Belleğinizi tazelerseniz, çok ciddi bir uluslararası direniş, evsiz kalan Romanların çok sayıda etkinlikle çığlıklarını kamuoyuna duyurma çırpınışlarının sayısız, ancak caydırıcı olamamış eylemlerini anımsayacaksınızdır…
Başbakan Erdoğan “ucube” çıkışı ile yıktırdığı Aksoy’un Kars’taki anıtı için, ancak kalıntılar olarak varlığından söz edilen kimi tarihi eserleri savunma gerekçesi yapmıştı ya… İktidarlarının güç simgesi TOKİ eliyle dikilen bitişik apartmanlar Vatan Caddesi’nden Edirnekapı’ya, dünya mirası Bizans surlarının üstüne üstüne yükseliyorlar. “Dışardan bakışta bile dünyada bu boyutta bir tarih katletme, ucube örneği yoktur..” demekle iş bitmiyor. Sur kapıları, Sulukule mahallesinin bütün ana, ara yolları, inşaatları kapatacak biçimde metal barikatlarla örtüldükten hemen sonra, önce ağaç katliamı yaşandı. Romanların, Karagümrük’e doğru daha yoksul, daha çaresiz, ilkel koşullarda, kiracı.. sığındıkları günlerde, kesilmiş ağaçların kalın gövdeleri ile yakılan ateşler sokak düğünlerinin tek güzelliği oldu.
Romanlar ellerinden alınmış evlerinin yerine yapılanlarla yakından ilgiliydiler. Gelip geçerken yine yolumu keserek temel kazılarında çok önemli ta- rihi bulguların çıkışını heyecanla aktarıyorlardı. İktidarları takmadılar, birkaç uygarlığın üst üste olduğu bölgenin kaçınılmaz, kazmanın girdiği her yerden fışkıran toprak altı tarihinin görülmemesi, inşaatlara engel oluşturmamasını sağlamak üzere, yapılması gereken kazıları okus-pokus ederek hızla inşaatlara giriştiler. Bu arada ellerinde haritaları, Vatan Caddesi’nden Kariye Müzesi’ne sur dibinden gitmeye kalkışan gezginler şaşkın, buharlaşmış sokaklara, metal tenekeler arkasından yükselen inşaatlara bakıp duruyorlardı…
Sulukule’yi İstanbul’un tarihinden silmek için asıl operasyon, Neslişah Mahallesi’nin muhtarlığı ile birlikte toptan kaldırılması olmuştu. Nüfus kâğıtlarımızda yazılı adreslerimizde hâlâ duran Neslişah Mahallesi kaldırılırken, nasıl olduğunu anlayamadan hepimiz toptan Karagümrüklü olduk. Romanların eskisinden çok daha yoksul, daha çaresiz, daha eciş-bücüş evlere sıkışmış olarak topluca ara sokaklarda yaşamaya çaıştıklarını, kimliklerinin simgesi düğünlerini çok daha yoksul koşullarda bu dar sokaklarda, pislik, çaresizlik içinde yaşatmaya çaıştıklarını bilmem anlatmaya gerek var mı?
Şimdilerde başları bir kez daha belada… Karagümrük’ün arka sokaklarında aynı müteahhitlerin sakallı, cüppeli adamları kapı kapı dolaşı- yorlar. Eciş-bücüş apartmanların tek tek dairelerini satın almak için öneri getiriyor, satmak istemeyenleri, yeni deprem gerekçeli kentsel dönüşüm yasası hükümleri işletilerek devlet eliyle evlerine bedava el koyulması ile tehdit ediyorlar. Onlar nereye gideceklerinin, nasıl yaşayabileceklerinin derdinde, zaten çoğunluk kiracı, diplerde yaşam koşullarında. İstanbul’un tarih miraslarının göbeğinde, rant ucubeleri yükseliyor…