Tarih Vakfı 7 Haziran Cuma günü Gezi Parkı hakkında basın açıklaması yaptı.
Basın toplantısı Erol Köroğlu’nun Tarih Vakfı basın bildirisini okumasıyla başladı:
“Tarih Vakfı olarak her zaman tanığı, mağduru ve takipçisi olduğumuz bir olgu var: Türkiye’de tarih, özellikle de siyasetçilerin elinde bir istismar alanıdır ve bu durum son zamanlarda çok artmıştır. Bu artış hükümetin tarihi mekan politikalarının en çarpıcısı olan Taksim Topçu Kışlası Projesi üzerinden elle tutulur hale gelmiştir. Bununla birlikte, bu projeye karşı İstanbulluların çeşitli platformlar üzerinden aylardır verdiği mücadele bir umut ışığı olmuştur.
İstanbul’un göbeği Taksim’de her türlü planlama ve kent yönetimi ilkesine aykırı olarak tepeden inme kararlar alındı ve uygulandı. Bu ve buna benzeyen Haliç Metro Köprüsü, 3. Boğaz Köprüsü gibi projeler İstanbulluların kent hakkını hiçe saymaktı. Bu durumda İstanbulluların kent hakkı talebi için sokağa dökülmekten başka yolları kalmamıştı. Buna karşı günlerdir uygulanan polis şiddetini ve bu projeye barışçıl bir biçimde karşı olanların Türkiye’nin pek çok şehrinde acımasızca ezilmeye çalışılmasını protesto ediyoruz.
Tarih yalnızca geride kalmış ve gücü olanın istediği gibi kullanabileceği bir olanlar yığını değil, geçmişten gelip bugünü de içine alan bütünlüklü bir akıştır. Bu açıdan düşünülürse, Taksim Meydanı ve diğer tüm kentsel alanlar şehrin tarihsel ve kolaktif belleği olarak değerlendirilebilirler. Bu doğrultuda Taksim Gezisi ve çevresi, kentsel ve toplumsal bellek ile toplumsal tarih açısından somut biçimde korunması gereken kültür mirasıdır. Bu özelliği, içinde bulunduğumuz günlerde yeni ve yoğun tarihsel tanıklıklarla artarak sürmektedir.
Tarih Vakfı, kent hakkı ve kentli belleğini hiçe sayan “replika fiziki mekan” üretimine, yani Topçu Kışlası’nın yeniden inşasına ya da yeniden inşa edilirmiş gibi yapılmasına karşı olduğu gibi, bu projeyi daha sevimli göstereceği düşünülerek ortaya atılan “İstanbul Kent Müzesi” biçimindeki işlev önerisine de tamamen karşıdır. Kent müzeciliği ve İstanbul Müzesi üzerine 10 yıl boyunca bilgi ve deneyim üretmiş, kitaplar yayınlamış, Uluslar arası sergiler açmış, İstanbul Ansklopedisi ve İstanbul dergisini yayınlamış olan Tarih Vakfı, İstanbul Kent Müzesi’nin nasıl kurulması gerektiği konusunda bu ülkedeki en birikimli kurumdur. Bu birikime dayanarak, toplumsal ve kentsel tarihe şahitlik edecek, güncel tarihini belgeleyecek ve bunlar üzerinden kent geleceği tartışmalarına evsahipliği yapacak kent müzesinin bir replika yapı içinde vücut bulmasının meselenin ruhuna tamamen aykırı olduğunu düşünüyoruz.
Ayrıca ivdelilikle atılması gereken birkaç adıma dikkatinizi çekmek istiyoruz. Hükümet ve devlet, ortak yaşam alanlarımız olan kentlere dair karar alma mekanizmalarını gecikmeksizin şeffeflaştırmalı ve katılımcı bir yönetim anlayışına yola açmalıdır. Tarihin, ideolojik bir mücadele aygıtı olarak kötüye kullanılmasından vazgeçilmeli ve bundan sonra tarihsel mekan düzenlenelerinin ideolojik planlara göre belirlenmesinden özenle kaçınılmalıdır.”
Toplantı konusunda uzman Tarih Vakfı üyelerinin konuyla ilgili açıklamalrıyla devam etti. İlhan Tekeli tarihin siyasetçiler tarafından kötüye kullanıldığını belirterek, siyasetin tarihin anlatısını distorsiyona uğrattığını, “sahte” koruma projelerinin altında siyasal hedeflerin bulunduğunu, ancak en kötüsünün tarihe öykünen, ileride sanat tarihi kitaplarında yüz karası yapıların siyasi otorite tarafından yapıldığını ifade etti. “Kentsel projelerde hükümetin karar mekanizması olmamalı. Bu neslin mimarlarının yaratıcı kapasitelerine saygısızlıktır,” diyen Tekeli “Siyasi otoritenin boş zamanlarında kent planlamasını absürd buluyorum ve bunun da toplumdaki tepkisinden mutluyum.” diyerek sözlerini noktaladı.
Ferdan Ergut 10 gündür yaşanan polis şiddetinin demokrasi açığı olduğuna işaret ettiğini, bastırıldıkça daha büyük bir sivil direnişin ortaya çıktığını vurgulayarak sivil toplumun özgür kamusal alanlara sahip olamsı gerektiğini belirtti. Gezi Parkı eylemcilerinin özgürlük taleplerini desteklediklerini iafde eden Ergut, tabuların olduğu kamusal alanların tartışma ortamını yok ettiğinden kabul edilemez olduğunu sözlerine ekledi. “Tarihsel bilgiyi çarpıtarak tek doğru çıkarmak çok tehlikeli. Başbakan’a tarihçiliğin olmazsa olmazlarını anlatmamız gerekiyor. Hiçbir toplumda tek bir tarih yoktur, farklı hafızalar vardır. Geleneği teke indirmek otoriterliğin ta kendisidir” derken, tarihsel bilgiyi birbirimizi ötekileştirmeden, biraradalıklaların yaratılması için kullanılması gerektiğini söyledi.
Cevat Erder ise öncelikle Türkiye’deki koruma politikalarının nasıl geliştiğinden bahsetti. “Restorasyon” kavramının Türkiye’de özellikle son senelerde yanlış bir uygulama alanı edindiğine dikkat çeken Erder, günümüzde 600 kadar şantiye olduğunu ancak çok azında gerçek anlamıyla restorasyon yapıldığını söyledi. Topçu Kışlası’nın tamamen ideolojik nedenlerle inşa edileceğini belirten Erder, yapıya dair tekrar yapılacak kadar verinin yer almadığını ifade etti.
Uğur Tanyeli “Dünya tarihinde ilk kez mimarlık aracılığıyla itiraz ve isyan ediliyor. Mimarlık ve kent üzerinden dayatmalar sonucunda isyan da bu kanaldan gerçekleşir,” derken, kışla yapımının tartışılmayacak kadar saçma olduğunu, parkın kaldırılıp, yapı inşa edilmesinin hiçbir mantıkla açıklanamayacağınısöyledi. Tanyeli ayrıca “Kışla’nın yapımı ideolojik değildir, ideoloji ‘idea’ yani ‘fikir’den gerlir. Burada fikrin ‘z’si bile yok” dedi.
Murat Güvenç durumu metaforlarla ifade etmek istediğini söylediktan sonra “Durum bir geminin kaptanın dalgalara kızmasıyla eşdeğer. Kaptanın dalgalara kızma lüksü yoktur” diyerek yaşananlarla ilgili hüzünlü, heyecanlı ve kaygılı olduğunu dile getirdi.
İclal Dincer ise öncelikle AKP’nin 2011 seçim kampanyasının da büyük kentsel projelerle sürdürüldüğünü hatırlatarak, kentlerin planlama yönetiminde değişikliğe ihtiyaç olduğunu, marjinalleştirilen planlama disiplinine tekrar itibarının verilmesini gerektiğini söyledi ve “Artık Taksim Gezi Parkı’nın anı değeri oluşmuştur, tescillenmelidir.” dedi.
Doğan Kuban üniversite yıllarında Gezi Parkı’nın yeni açıldığını ve Park’ta dolaşırken kendisini gerçekten Avrupa’da hissettiğini söylerken, ağaçların kesilmesinin ve Taksim’e AVM yapılmasının kabul edilemeyeceğini söyledi.
Ahmet Ersoy ise Gezi Parkı’nın sivil bir tahayyülün sahnelendiği bir yer olduğunu, dar bir siyasal alanın yıkılıp, yerine çoğulcu ve açık bir hayalgücü yaratıldığını belirtti. Olayların vatandaş olmak, siyasal olmak gibi yeni tahayyüleri oluşturduğunu, kısacası bir empati kırılmasının meydana geldiğini belirten Ersoy, bunun dönüşün olmadığını ve bastırılmasının da mümkün olamayacağını sözlerine ekledi.