İMECE'nin David Harvey'e ilettiği açık mektuba cevaben Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı İhsan Bilgin de bir yazı yayınladı.
İMECE Toplumun Şehircilik Hareketi, 9 ve 12 Haziran 2012 tarihlerinde Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenecek David Harvey konferansı öncesinde Harvey’e açık mektup iletti. Bilgi Üniversitesi’nin soylulaştırmadan, sendika karşıtlığına, küresel sermaye bağlantılarından, ifade özgürlüğü engellemelerini mektup vasıtasıyla Harvey’e aktarmak istediklerini belirten İMECE’ye Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi ve Dekanı İhsan Bilgin’den de yanıt geldi. İMECE’nin açık mektubunu ve İMECE’ye cevaben İhsan Bilgin’in yazılarını sırasıyla yayınlıyoruz.
Sayın David Harvey,
9 Haziran’da yapacağınız İstanbul ziyaretini duyduğumuzdan beri sadece sizin kapitalizmin krizi ve kentsel mücadeleler üzerine yapacağınız kıymetli değerlendirmeleri duymak için beklemiyor, ayrıca konuşma yapacağınız yer olan (resmen kâr-amaçlı olmayan bir vakıf üniversitesi, fiilen ise Baltimore kökenli Laureate Education Inc.’nin ‘zincir mağazalarından’ biri olan) İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin son dönemdeki bazı uygulamaları hakkında da sizi haberdar etmek ihtiyacını derinden hissediyoruz.
Gerek kentsel rant gerekse sınıf mücadelesi üzerine olan titiz araştırmalarınızı bildiğimizden, sizi Bilgi Üniversitesinin sadece üç kampüsü ile çevresindeki alanın soylulaştırılmasındaki başlıca faillerden biri değil, aynı zamanda çalışanlarının ifade özgülüğünü ve sendikalaşma/örgütlenme hakkını ihlal eden bir kurum olduğu konusunda haberdar etmeye mecbur hissediyoruz.
Bilgi Üniversitesinin üç kampüsü de şehir merkezinde, klasik soylulaştırmanın, yüksek katlı yeni üst-orta sınıf rezidans formlarının ya da devlet eliyle yapılan mülksüzleştirmenin ağır baskısı altındaki işçi sınıfı mahallelerinin ortasında yer alıyor. Konuşmalarınızın ilkini yapacağınız Santral kampüsü, bir zamanlar endüstri alanı olan şimdi ise farklı sermaye gruplarının ağır saldırısı altında bulunan Haliç havzasının sonunda bulunuyor. Londra Rıhtımlarındakine benzer ve biraz daha olgun bir soylulaştırma modeli kullanılarak, son yıllarda Haliç havzası ile ilgili İstanbul Metropoliten Planlama Merkezi tarafından (IMP) birçok belirsiz proje önerisi getirildi. Bazen “Slikon Vadisi” formasyonundaki hayaller, bazen vasat bir Richard Florida özentisi yaratıcı endüstri merkezi, ara sıra turizm endüstrisi planları… ayrı ayrı her biri havada uçuşuyor. Ama bu sırada eski sakinlerin ve işçi sınıfının sürgün edilmesi süreci farklı stratejiler altında, kuvvetlenerek devam ediyor: 1- Kamu arazilerinin ve mülklerinin özelleştirilmesi yoluyla (Bilgi Üniversitesi, Kadir Has Üniversitesi, Koç Endüstri Müzesi, Haliç Kongre Merkezi, vd. eliyle); 2- Merkezi hükümetin ve Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin gücü marifeti ile mahallelerde gerçekleşen ya da planlanan yıkımlar (Yahya Kemal, Fener-Balat-Ayvansaray, Karadolap, Akşemsettin, Yeşil Pınar, Süleymaniye mahalleleri bunlardan bir kaçı); 3- Havzanın kuzeyindeki Cendere Vadisinden Maslak iş merkezine kadar uzanan alanda kamu-özel işbirliği ile planlanan ve yapılan büyük kapalı siteler ve ofis binaları. İktidarı muazzam bir otoriteyle donatan ve ‘mülkiyet hakkının kutsallığını’ bile anlamsızlaştıran sözde “Afet Yasası” da mecliste kabul edildiğinden, Haliç çevresine bunlardan başka saldırılar da bekleniyor.
Bilgi Üniversitesi/Laureate’nin Santral kampüsü sadece coğrafi olarak bu büyük kentsel rantın ortasında yer almıyor, ayrıca sosyolojik açıdan bakarsak, üniversitenin çoğunlukla üst-sınıf olan öğrenci profili (burslu okuyanların dışındakilerin ödedikleri aylık üniversite ücreti, aylık asgari ücretin neredeyse üç katı) soylulaştırılmış alanın gerçek ve potansiyel müşterilerini oluşturuyor. Ayrıca bize bir şekilde Columbia Üniversitesinin Doğu Harlem sakinleri ile ilişkilerini hatırlatan bir durum olarak, kampüsteki hayatla (moda haftaları, pahalı ve yüksek sesli konserler, özelleştirilmiş kafeler, lüks düğün törenleri, lüks araba reklamları ve denemeleri vb., ezcümle kampus içinde tüketmeden durulabilecek tek bir yer yok) çevresindeki işçi sınıfı mahalleleri arasında, ara sıra mahalle gençlerinin özel güvenlik tarafından taciz edilmesi ile de sonuçlanabilen belirgin bir gerginlik mevcut.
Bilgi Üniversitesinin Santral Kampüsü aslında İstanbul’un ilk elektrik santrali idi ve bugün şehrin elde kalmış nadir endüstri ve kültürel miraslarından biri. 2005 yılında Üniversitenin yasal kurucusu olan Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı, Enerji Bakanlığı’ndan kullanım hakkını aldıktan sonra 2007 yılında kampüs olarak kullanıma açıldı. Santral Kampüsü’nün onarım/restorasyon giderlerinin mali yükü yüzünden Vakıf, önce Laureate Edu. Inc.’den borç aldı, sonra da binalar ve çalışanlar(!) da dahil, tüm üniversiteyi Laureate Uluslararası Üniversiteler ağına 2009 yılında fiilen ‘devretmek’ zorunda kaldı. Cömert devlet öğrenci kredileri Pell Grant’ler tarafından beslenen ve 1990ların finans-odaklı birikim rejiminde büyüyen kâr amaçlı üniversite şirketlerini ABD’den çok iyi biliyorsunuzdur. Laureate, bir girişim sermayesi konsorsiyumu tarafından ‘çıkarılıncaya’ kadar, yani ‘yönetici girişim sermayesi satın alışları’ furyasının yaşandığı 2007 yılına kadar, NASDAQ menkul değerler borsasında işlem görüyordu. O zamandan beri Laureate’in sahipliği, içinde 2008 krizi ve öncesindeki rolü çok tartışılan Kohlberg Kravis Roberts & Co. ‘ın da bulunduğu, bir girişim sermayesi konsorsiyumuna ait. Bu kurumun sermayesini uluslararasılaştırma stratejisi, borçlu ve gelecek vadeden Madrid Avrupa Üniversitesi (Universidad Europea de Madrid) ve Bilgi gibi üniversiteleri satınalmak üzerine kuruldu. 1997 yılında Madrid Avrupa Üniversitesinin alınması sürecinde bir arazi rantı skandalı da yaşandı. Kâr-amaçlı ve girişim sermayesi sahipliğinde bir üniversite şirketinin, mevzuatı üniversitelerin kâr amaçlı işletilmesini yasaklayan Türkiye’de nasıl varolabildiği pek çok şeffaf olmayan unsurlar barındırıyor. Fakat açık olan şu ki, Laureate/Bilgi mevcut liberal-muhafazakâr rejim ve onun kurumları ile sıcak ilişkiler kurmaya özen gösteriyor. 2010 yılında Laureate’in Avrupa yönetim merkezi olan Madrid Avrupa Üniversitesi tarafından, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ‘medeniyetler ittifakına olan katkıları’ nedeniyle verilen fahri doktora bu bilgiler ışığında hiç de şaşırtıcı değil.
Laureate üniversiteyi devraldıktan sonra gerek Bilgisayar Bilimleri, Ekonomi Politik ve Sosyal Felsefe, Fotoğraf ve Video gibi kuram ağırlıklı bölümleri kapatarak gerekse Tarih, Sosyoloji, Karşılaştırmalı Edebiyat, Matematik gibi temel bilimler bölümlerindeki burslu öğrenci kontenjanlarını azaltarak pratikte üniversiteyi, daha da ticarileştirmek ve neoliberalleştirmek için düğmeye bastı. Fakat asıl saldırı DİSK/Sosyal-İş Sendikası altında 2009 yılından beri örgütlenen ve vakıf üniversitelerinde bir ilki teşkil eden sendikalaşma hareketine karşı oldu. Bu saldırı 2010-2011 yılları arasında, neredeyse hepsi akademik hiyerarşinin en altında konumlanan (okutmanlar ve araştırma görevlileri) ve önemli bir kısmı sendikal hareketin taşıyıcı unsurlarından akademik personelden 40 kadar çalışanın hukuksuz bir şekilde işten çıkarılması ile sonuçlandı. İşten çıkarılan 19 çalışanın davaları İş Mahkemelerinde, ciddi bir kamu desteği ile görülmeye devam ediyor. İşten çıkarılanlardan çoğunun yerine, yüzde 30’u geçen oranda daha düşük maaşla, esnek ve hukuksuz olma ihtimali yüksek bir iş sözleşmesi ile ve kırpılmış özlük haklarıyla, daha da ‘güvencesiz’ genç akademisyenler işe alındı. Üniversite içindeki ifade özgürlüğü ihlalleri (tüm çalışanların erişebildiği ve sesini duyurabildiği e-posta listesinin kapatılması, işten çıkarmaları ve Laurate/Bilgi’nin politikalarını eleştiren bir öğretim elemanına rektör tarafından disiplin soruşturması açılması vb.), Laureate/Bilgi’nin yeni ‘verimlilik-odaklı yönetim stratejisi’nin alametlerinden oldu. En son örnek ise, Doç. Dr. Esra Arsan’ın İletişim Fakültesi’ndeki işinden fakülte dekanı tarafından ‘verimsiz ve uyumsuz’ olduğu iddiası ile geçen hafta çıkarılmak istenmesi. Esra Arsan, hem üniversite içi politikaları açıkça eleştiren bir ses hem de liberal-muhafazakar AKP ve onun Kürt politikasının otoriter eğilimleri konusunda sistematik olarak yayınlarda bulunan etkili bir iletişimcidir.
Kısacası Sayın Harvey, bizler Bilgi Üniversitesinin sadece soylulaştırmanın neoliberal bir aracı ve ‘verimlilik-arayışı’ yönetim stratejisinin gereği olarak sistematik hak ihlallerine neden olduğuna, akademisyenleri ve diğer emekçileri güvencesizleştirdiğine, kampüslerindeki mekanı sıkıştırdığına ve Türkiye üniversite sisteminin kâr amaçlı üniversite şirketlerine açmak için lobi yaptığına değil, aynı zamanda da önemli Marksist düşünürleri konuşma yapmak ve ‘tamamen entelektüel’ üretim sürecine katılmak için davet ederek ‘kentsel göz boyama’ icra ettiğine inanıyoruz. Biliyoruz ki siz de bizim gibi “praksis”i savunuyor ve uyguluyorsunuz. Biz sizin sınıf-tabanlı kentsel mücadele çağrınızdan esinleniyoruz. Ve bilgimizi tüm yoldaşlarımızla paylaşmaya zorunlu hissediyoruz.
Sevgi ve dayanışma ile
İMECE-Toplumun Şehircilik Hareketi
İstanbul, 3 Haziran 2012
Değerli dostlar,
Bilgi’deki Mimarlık Fakültesi nüvesi daha Laureate gelmeden çok önce dile getirdiğiniz görüşlere ve pozisyona hiç de yabancı olmayan bir grup akademisyen ve tasarımcı mimar tarafından oluşturulup temeli atılmış bir yapılanmanın ürünüdür. Bu nedenle de David Harvey, Richard Sennett, Frederic Jameson, Henri Lefebvre, Manuel Castells gibi çağdaş tarihsel maddeci anti-kapitalistler, fiilen konuğumuz olmadıklarında da fikirleri ve kitaplarıyla derslerimizin ve atölyelerimizin sürekli vazgeçilmez konukları arasındadırlar. Dahası da var: sadece kent ve kentsel mücadele kuramcıları değil, AntonioGramschi, Theodor Adorno, Walter Benjamin gibi tarihsel maddeciliğin gelişmesi yönünde dirsek çürütüp göznuru dökmüş çeşitli kuşaklardan düşünürler de mimarlık literatürünün standart kaynakçaları arasında bulunmamalarına karşın fakültenin sürekli konukları arasına katılmaktadırlar. Hatta bunların da ötesinde Avrupa’nın üzerinde dolaşan hayalet metaforuyla Marx’ın bizzat kendisi tarihsel maddeciliğin kurucu nefesi olarak aramızda dolaşmaktadır. Peki “Lauerate de neyin nesi?” Derseniz o da bankaya para yatırmaktan, TV seyretmekten ya da seçimlerde oy vermekten, hamburger yemekten öte birşey değil bizim açımızdan.
Bilgi-gentrification ilişkisi de üzerinde durulmayı hakkeden bir konu: Bilgi başından beri tutarlılıkla izlediği yer seçim kararlarıyla da örnek tutum takınmış kurumlardan biridir. Şehrin ana akslarının aşırı spekülatif değerleri nedeniyle yanına yaklaşılamadığından ana aksların, dolayısıyla aşırı spekülatif değerlerin hemen kıyısında teknik adıyla teğetinde bulunan konumlara yerleşerek: Kuştepe-Dolapdere-Silahtarağa; hem sayısı hiç de az olmayan mensuplarını merkezin olanaklarından hem de merkezleri üniversite gençliğinin aktivitelerinden mahrum bırakmamıştır. ayrıca da bu teğet yerleşme stratejisi ana akslardaki spekülatif eğilimlerin yakın çevrelerine sıçramaları önünde de bir tür bariyer işlevi görmüştür; ve de görmeye devam etmektedir. İri gövdeleriyle Bilgi kampüsleri kapladıkları yerle kabaran iştahları durdurmasa da yatıştırmaya devam etmektedir.
Şu da eklenmeli ki: derslerimizde ve atölyelerimizde tarihsel maddeci resmigeçidi yapmakla yetinmiyoruz, onlardan öğrendiklerimizle örneğin spekülasyonun artık alanı haline düşürülmüş Kağıthane Vadisi ya da politikacılar ve piyasa aktörleri açısından halen kaba bir yayılma alanı olmanın ötesinde bir değer taşımayan Arnavutköy ilçesi için alternatif yaşama ve barınma alanları içeren kentsel projeler üretiyor ve fakülte binamızın girişinde varolan ilişkilerin alternatifleri olarak sürekli sergilerle kamuoyuna teşhir ediyoruz.
Kuşkusuz bütün bunlar herhangi birşeyin mazereti olamazlar ve olamamalılar ben de zaten sitenizdeki açık mektupla sanki bizler D.Harvey’e layık değilmişiz; onu haketmiyormuşuz gibi imalarla yüklü ifdelerinizden alınıp yazdım bu satırları. Harvey Metis ve Sel’in yanı sıra bizim fakültemizin konuğu olarak davet edilmiştir. Alınmış olmamız bile birşeyler söyler diye umuyorum, Harvey’in konukluğu, fikirleri ve ruhu fakülte binasında sürekli gezinen birinin fiilen kendisinin atmosfere dahil olmasının nasıl bir etki yaratacağı bakımından da ilginç bir deneyim olacak bizler için. Ne yazık ki Derrida’nın deyimiyle Marx’ın tüm hayaletlerini birden ağırlamak mümkün olamıyor! Kaldı ki Laureate de devasa organizasyonların hantallığı içinde bunun hakkını her seferinde veremese de “Açık toplum” vurgusu ve angajmanıyla, bu dünyada karşılaşılabilecek en beter aktörlerden biri olmasa gerek. iyi günler, güçlü sesler ve enerjik katılımcılar dileklerim ve sevgilerimle….
İhsan Bilgin
İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi ve Dekanı.