Kentin hemen kuzeyindeki kayalığa tırmanırsanız Batı Şeria boyunca, bir yılan gibi yavaşça kıvrılan karanlık beton bariyeri görebilirsiniz.
Fotoğraf: bruder-franziskus.de
Duvar, buradan birkaç yüz metre ötede geçici bir kontrol noktasında, inşaat tozundan oluşmuş bir bulutun içerisinde aniden duruveriyor, tabii sadece şimdilik.
Ancak akşam karanlığı çöktüğü vakit, duvarın geleceği ışıktan bir kolye ile görülebiliyor. İsrailliler tarafından çizilen rotayla ışıklar Kochav Yaakov yerleşiminden önceki çorak tepelerin kontürlerini takip etmek için doğu yönüne çevriliyor. Filistinliler’in yaşadığı kuşatılmış bu topraklar, karanlığa gömülüyor.
İsrailliler tarafından yapılan bu yeni duvarın, güvenliği sağlamak adına haritada çizilen ince bir çizgi olduğunu düşünenler varsa yukarıda çizilen tablo aydınlatıcı olacaktır.
Kudüs’ün hemen kuzeyinde, inşa halindeki duvar bir yılan gibi yavaşça Batı Şeria’ya doğru uzanıyor.
Fotoğraf: Rina Castelnuovo – The New York Times
2002 yılında İsrailliler’i terörist saldırılardan korumak amacıyla tasarlanan bu duvar “nefsi müdafa” adına gerekli bir araç olarak gösterildi. Ancak duvar aynı zamanda bir diğer grup tarafından gettolaştırma aracı ve kolonyalizmin bir sembolü olarak da görüldü. Kesin olan şey şu ki, 450 mil boyunca giden bu duvar, siyahla beyazı, “biz” ile “öteki”ni ayırmak gibi pirimitif bir isteğe indirgenmiş bir planlama modelidir.
Bu noktada duruma başka bir açıdan bakmak gerekir; bu bariyer aynı zamanda bir mimarlık ürünüdür ve duvarın inşası mimarlık camiasında ağır bir tartışma yaratmış ve bu tartışma modern kentsel mücadeleler üzerine 1960’ların sol eğilimli mimarlık teorilerini tahrip eden stratejistleri, duvarı bu iddiaların saptırılması olarak gören mimarlarla karşı karşıya getirmiştir.
Bu durum sadece akademilerin koridorlarında değil, İsrail ve Amerika’nın askeri çevresinde de konuşulmaya başladı ve bizlerin “uluslararası sınır”ı idrak edişimizden çok ama çok uzak olan, bir kısmı betondan bir kısmı da görünmez bir şekilde mekanı oluşturan kompleks bir sistem olarak duvar görüşünü oluşturdu.
Duvarın inşası mimarlık camiasında olabilecek herhangi bir benzeri kadar politik alanlarda ağır bir tartışma yarattı.
Fotoğraf: Rina Castelnuovo – The New York Times
Lokaldeki insan hakları organizasyonu için, İsrailli mimarları Batı Şeria’nın kolonileştirilmesinde iş birlikçi olmakla suçlayan raporu yayımladığı 2002 yılından bu yana, kendi ülkesinde hakkında çelişkili görüşler oluşan, 35 yaşındaki İsrailli mimar ve eylemci Eyal Weizman, bu tartışmaların tam ortasındadır.
Weizman mimarlığın tanımlı alanıyla politikanın tanımlı alanı arasında bir fark gözetmiyor ve bu ikisini birbirinden ayırmıyor. Kendisinin de belirttiği gibi, İsrailli mimarlar yıllardır, yaşam alanlarını Filistin’den çaldıkları ve işgal ettikleri topraklar üzerinde kuruyorlar. Üstelik bunların bir çoğu yaptıkları şeyin sorunları gidermek, bunlara bir çözüm getirmek olduğuna inanıyor: mekanı işlevsel kılıp daha insani ve estetik açıdan daha hoşnut edici yapmak! Ancak Eyal Weizman’ın tartıştığı gibi, bunu yaparken aynı zamanda asla kabul edilemez birşeyi; iyi zevkle kaplanmış zalimce bir politikayı kabul edilebilir de yaptılar.
Beit Jala’daki Filistin anklavında, bir köprü ve bir tünel İsraillilerin Filistinlilerin olduğu bölgeyle direkt iletişim kurmadan geçmelerini sağlıyor.
Fotoğraf: Daniel Bauer, 2003
Kolaj: Eyal Weizman, 2004
“Buradaki mimari çizimleri tarafsız bir biçimde inceledik.” diyor Weizman. “Suç, sadece bir yerleşim inşa etmekte değil çizimin tam kendisinde, çizgiyi oraya çekmekte yatıyordu.”
Bu bakış açısı mimarlar arasında bir gerilime yol açtı, ancak Weizman’ın asıl hedefi bariyerin ta kendisiydi, Weizman’ın bakışları özellikle de çevredeki yoğun yerleşimlerin içerisine bir yılan gibi kıvrılarak giren büyük beton kısıma yönelmişti.
İsrail Yüce Divan’ın isteği üzerine bir çok kez çizilen yol boyunca kıvrılan duvar, Orta Doğu’nun sürekli değişen politik gerçekleri içerisinde incelenmelidir. Duvar, hem havadan hem de karadan sağlanan gelişmiş gözetleme tekniklerini içeren çok titizce hazırlanmış bir kontrol sisteminin elemanlarından sadece biridir.
Şu anda Londra’da yaşayan Weizman, duvarı şu şekilde tanımlıyor;
“İşlevlendirmek bile manasız, en sonunda kendi ağırlığı altında çökecek.”
İsrail’deki Negev Çölü’nde bir kentsel çatışma eğitim alanı
Fotoğraf: Oliver Canarin ve Adam Broomberg arşivinden
Weizman’in analizine karşı en kışkırtıcı karşı savlardan biri Shimon Navez’inkidir. Askeri hizmette geçirdiği 30 seneye rağmen, daha çok mimarlık stüdyolarında duyulan jargonu kullanmaktan çok büyük zevk alan General Navez, son sınıftaki askeriye mensuplarına yeni savaş taktiklerini öğreten, İsrail Savunma Kuvvetleri Operasyonel Teori Araştırma Enstitüsü’nü yönetiyor.
“Biz askeri stratejileri için uygun olabilecek yeni düşünme modelleri arıyoruz.” diyor General Navez. “Amerikalılar teknolojik çözümleri arıyorlardı, biz ise poroblemi bütün derinliği ile anlamak istedik. Bu noktada farkettik mimarlık bizim için çok yararlı bir metafor olabilir.”
General’in bariyere çok fazla inancı yok, kendisi bu duvarı görevini başarması adına “çok basit ve çok zevksiz” buluyor.
“Bu strateji terminolojisinde trajik bir geri çekilmedir. Gereklilikten ortaya çıkar, fakat uzun zaman dilimlerinde büyük zararlara, büyük bir öfkeye yol açar. Telafisi çok zor olan büyük bir mekansal şiddettir.”
Shimon Navez’in esas ilgisi savaş sonrası toplumdaki hiyerarşiyi yıkma yöntemlerini arayan teorisyenlere karşı. Bunların arasında kentin terkedilmiş bölgelerinin yeni bir anlamla nasıl tekrar doldurulabileceğini teorize eden Gilles Deleuze ve Situationalistler ile daha geniş antikapitalist gündemin bir parçası olarak mimarlığın uyguladığı fiziksel sınırların yıkılmasının yöntemlerini arayan George Bataille gibi kişiler de var. Deleuze gibi, General Navez’de masif duvarlardan oluşan dünyada “çizgili” ve “yumuşak” mekanlardan bahsediyor.
General Navez’in bakış açısıyla, Batı Şeria, “yumuşak mekan” kavramı için çok iyi bir örnek. Burası dikkatlice tanımlanmış bölgelerden oluşan bir matrikse göre ayrılmış; bazı bölgeler İsrail askerlerinin bir kısımda diğer kısım ise Filistin Otoritesi’nin kontrolünde. Uydu ve vaziyet gözetimi hazırda bulunuyor ve İsrailli şirketler askerlerin betonun içinden dahi insanları görmesini sağlayacak termal görüntülü bir makine geliştiriyorlar.
Uygulanan bu düşüncelere bir örnek olarak, General Navez, İsrail’in hava kontrolünü elinde bulundurduğu müddetçe karada ne olursa olsun “güvenlik” için önemsiz olduğunu belirterek, İsrail’in Gazze Şeridi’nden İsrail’in çekilmesini kanıt olarak gösteriyor.
Fotoğraf: photofactory.nl
General Navez, İsrail’in askeri politikasını yönetmiyor fakat Navez’in görüşleri kendisinin “müritlerim” olarak adlandırıldığı küçük bir grup üzerinde olduça etkili. Kendisi aynı zamanda Pentagon’da çalışanlarla ve Rand Corporation gibi Amerikan askeri araştırma gruplarıyla askerlerin düşman alanlarına bir bulut gibi sızmaları anlamına gelen “kaynaşma” kelimesinin kilit sözcük olduğu Orta Doğu’daki kentsel çatışmayı konuşmak için buluştu. Böyle bir senaryo da, geleneksel komuta strüktürleri işe yaramaz; kent askerlerinin birbirleri ile akışkan ve amorf bir dünyada direkt ilişki kuracak, durum neyi gösteriyorsa ona göre hareket etmeleri gerekmektedir.
Oysa ki Weizman, bunların aynı şeytanlığın iki farklı formu olduğunu söylüyor. Weizman’a göre General Navez çok basitçe bir kontrol formunu daha az gözüken başka bir kontrol formuyla değiştirmeye çalışıyor.
General Navez’in askeri görüşlerinin bir parçası olan sözde “yumuşak mekan” bariz biçimde ortalama olarak İsraililer ve Filistinliler’in toprak deneyimleri ile zıt bir çizgidedir. Örneğin Abu Dis’in komşusu olan Doğu Kudüs’ten Jericho’ya giden yol, duvarın sprey boyalarla Amerikan ve İsrail karşıtı mesajlar taşıyan grafitilerle resimlenmiş bir kısmında sona eriyor, yepyeni yapılmış başka bir yol ise duvarın etrafında konumlanmış İsrail yerleşmelerine doğru yol alıyor.
Diğer tarafta, bir zamanlar zeytin yetiştirilen yerlere çöpler saçılmış durumda. Duvarın açıkta kalan beton temelleri okula gitmek için uğraşan Filistinli çocuklara geçici olarak merdiven görevi görüyor. Filistin ile İsrail tarafları arasındaki eşitsizlik İsrail tarafındaki lağım ya da çöp toplama gibi güçlendirilmiş kamusal hizmetlerde görülüyor.
Bu iki dünyanın güç kullanılarak birbirinden ayrıştırılması bazı tuhaf tasarım çözümlerini de oluşturdu. Beytüllahim’in yakınlarında, duvarın bir kısmı İsrail topraklarını Rachel’s Tomb’a bağlayan bir yolu takip etmek için aniden kırılıyor. Gelecekte en sonunda, duvar yolun öbür tarafına doğru dönecek. Bu koridorun bir zamanlar turistik bir bölge olan diğer tarafı zaten çoktan bir hayalet kasabaya dönüşmüş. Dükkanların ve evlerin bir çoğu kapatılmış. Toz ve kum içerisindeki caddeler aktörlerin dönmesini bekleyen bir Hollywood sahnesini hatırlatıyor.
Kudüs’ten Beytüllahim’e geçen Yahudiler şu anda, Filistin anklavı içerisinden geçmek için iki tane tünel ve bir köprü kullanıyorlar. Tünelin hemen altında, askeriye şu anda Beit Jala’yı ikiye bölmek için Filistinli bir çok çiftçiyi topraklarından ve işlerinden koparacak olan betondan bir bariyer yapıyor. Kudüs’ün resmi belediye başkanı Meron Benvenisti, bunu “altı-boyutlu mekan” olarak tanımlıyor: İki, üç boyutlu dünyalar, biri Filistin, diğeri İsrail olmak üzere…bahsi geçen şeyler coğrafi bir dokuyu tanımlıyor ancak burada ne Filistinliler İsraillilerle ne de İsrailliler Filistinlilerle karşılaşıyor.
“Bir kere ayrıştırılmanın mantığını, dayanak noktasını kabul ettiğiniz anda, normal insanlara çılgınca gelen ancak buradakilerin mantıklı gördükleri fikirleri de edinirsiniz. Bu artık sadece yatayda bir ayrılma değil aynı zamanda düşeyde de bir ayrılmadır: Bir kısım Arap bir kısım ise İsrail. Ve bu durum en sonunda kendi gerçeğini de yaratacaktır.” diyor kafasını sallayarak Başkan Benvenisti.
Old City dahi bu dolambaçlı, karmaşık kentsel planlama stratejilerinden nasibini almış durumda. Yüz yıllardır, Haram al Sharif, Kubbet-üs Sahra ve El Aksa Cami’nin durduğu yer olarak Müslümanlar için, Antik Birinci ve İkinci Tapınakları’nın bir zamanlar bulunduğu yer olarak da Yahudiler için kutsal bir yer olmuştur. 2000 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bill Clinton, zamanın İsrail Başbakanı Ehud Barak’a İsrail’in Haram al Sharif’in altındaki alanı kontrol etmelerini teklif etmişti. Böylece Filistinliler’in cami kompleksinin bulunduğu platoya hakim olacağı farzedilirken Yahudiler de Süleyman Tapınağı’nın kalıntılarının olduğu yere sığabileceği düşünülüyordu. Plan işlemedi ancak arkasındaki mantık hala çok canlı ve Kudüs’ün yatay katmanlara ayrılabileceğine dayanan bu mantık kenti parçalama tehditini barındırıyor.
Bariyer’in daha az açık olan etkileri arasından bir tanesi de Kudüs sınırları içerisinde kalabilme ümitlerini yitiren Filistinliler arasında paniğe yol açmasıdır. Bu insanların bir çoğu Old City’nin Müslümanlara ayrılan kısmının derinliklerine kadar sürüldüler, bu durum buradaki tıkanıklığı ve yoğunluğu daha da kötüleştirdi. Son zamanlarda, İsrailli plancılar buradaki yığılmayı çözmek için yeni yerleşim bölgeleri açmayı öneriyorlar. Ancak bu öneri çevredeki eski konut binalarının yıkılacağına dair bir endişeyi de uyandırdı: İsrail tarafından 1967 yılında işagal edilen bölgedeki Müslümanların evlerinin yıkımlarının bir yankısı!
Bazı eleştiriler eski kente yapılan bu müdahalelerin, kente bu şekilde çeki düzen verme işlerinin Filistinliler’i bu topraklardan sürme politikasının bir parçası olduğuna yönelik. Muhakkak ki bu müdahale, kentin mimari karakterini, tarihsel katmanlarını da söküp atıyor.
Öte yandan Duvar’ın işleyeceği ve önceden tahmin edilemeyen en önemli suçlarından biri de Kudüs’ü Kudüs yapan kozmopolitanlığı yok etmesidir. İsrail kuruluşundan bu yana mimarlığın toplumu dönüştürmesi gücü üzerine kurulmuş modernist inancı kucaklamıştır. Bütün ülke 1948 yılından bu yana zeminden yukarı doğru inşa ediliyor.
“İsrail tamamıyla tasarlanmış bir yerdir” diyor Bezalel Güzel Sanatlar Akademisi başkanı Zvi Efrat ve devam ediyor;
“Bütün kentler 1947’den bu yana tasarlanmıştır, ilk 10 yılda 30 adet kentin tasarlandığını söyleyebiliriz. Burada herhangi bir yerde olmayan bir hırs var. Bunu mimarlık okullarında da görebilirsiniz, öğrencilerden bir eskizden bütün bir şehri tasarlamaları istenir.”
“Duvar bu yaklaşımın bir uzantısıdır.” diye devam ediyor Efrat; “Bu bir toplumun tasarım ile şekillendirilebileceğine olan inançtan besleniyor. Problem sadece bunun etkileri üzerine çok da düşünmemekten kaynaklanıyor.”
Eğer İsrail’deki bazı yeni şehirler modernizmin başarısını yansıtıyorsa, Filistin Duvarı bu durumun en kötü etkisini yansıtmaktadır: Dünyayı sadece soyut ilişkiler sistemine, tabula rasa planlamasına olan bir inanca ve kentsel kaosa olan güvensizliğe indirgemeye çalışan milliyetçi bir eğilim.
Sonuçlar İsrailliler ile Filistinliler’in gettolaştırılmasının da ötesine uzanıyor. Duvar, önceden orta alanı ikame ederek paylaşan ve birlikte olan insanların mekanlarını yıkıyor: Bu insanlar dünyanın iyi ve kötü, medeni ve ilkel olarak ikiye bölünmesini kabul etmiyor ve buna karşı duruyorlar.
Bu durum çoktan kırılganlaşmış bağları tümden koparmak gibi bir tehditi de içeriyor, günün birinde bir arada yaşayabilmenin çok daha toleranslı görüntüsüne doğru örülebilecek bağları…