UNESCO Dünya Miras Listesi için şehirleri denetleyen ICOMOS’un Türkiye Heyeti, Haliç Köprüsü’nden Taksim Meydanı’na İstanbul’la ilgili değerlendirmelerini Taraf’la paylaştı.
UNESCO için raporlar hazırlayan, uluslararası ve hükümetler dışı bir organizasyon olan ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi) bu kez Taraf ’ın sorularını yanıtlamak için toplandı. ICOMOS üyeleri ile İstanbul projelerini konuştuk.
-İstanbul’un şantiyeye dönüştüğü konuşuluyor. Çamlıca Camii, Haliç Metro Geçiş Köprüsü, Taksim Projesi, Yenikapı’daki dolgu alanı gibi tartışmalı projeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tarihî miras alanlarının günümüzde karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlar, büyük altyapı projeleri, yeni yapılaşmalar ve özellikle yüksek binaları içeren kentsel gelişme ve yenileme projeleri. Bu yatırımlar kent merkezlerinin kazandığı değer artışına bağlı olarak büyüyor, yarattığı tahribat da artıyor.
-Halk, sivil toplum kuruluşları gibi aktörler İstanbul’da devam eden bu projelerde ne kadar yer alabiliyor? “Tartışmalı” projeler yeterince tartışılabiliyor mu?
Yaratılan bu iklim içinde halkın görüşünün sorulmasına, sivil toplum kuruluşlarıyla ortak proje üretilmesine gerek duyulmuyor. Bu konuda yaşanan katılım örnekleri ise “- mış gibi yapmak”tan başka bir şey değil. Sorunuzdaki örneklere metropolün bütününde birçok örneği ilave etmek mümkün. Ama Çamlıca Cami, Boğaziçi doğal ve tarihî sit alanı içindeki konumuyla; Haliç Metro geçiş köprüsü ve Yenikapı dolgu alanı, İstanbul Dünya Miras Alanı’nın merkezinde bulunmasıyla; Taksim projesi ise İstanbul’un kültür, sanat ve eğlence merkezinin odak noktasında yer almasıyla kentin en kıymetli noktalarıdır. Sözünü ettiğiniz projelere katılım ve paydaşlıkların, proje fikrinin başlangıcından itibaren yetkili kamu kurumu tarafından sistemli bir biçimde düzenlenmesi gerekir. Bugün bu konuda Türkiye’de yeterli yasal düzenleme olmadığı gibi, var olanlar da zayıflatılmaktadır.
-Başbakan 2 No’lu Koruma Kurulu’nun reddettiği “Topçu Kışlası” ile ilgili olarak “Reddi reddedeceğiz” açıklamasını yaptıktan sonra çoğunluğu bürokratlardan oluşan Üst Kurul projeyi onayladı. Bu karar koruma kurullarının işlevini yitirdiği anlamına mı geliyor?
Bu konuda en çarpıcı düzenleme Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilen yetkiler ile karşımıza çıkmaktadır. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kent/kır herhangi bir bölgede, hatta parselde planlama yetkileri yerel idarelerin ellerinden alınarak Bakanlık’a devredildi. 2012 yılındaki yönetmelik değişikliğiyle Yüksek Kurul yapılan itirazları bizzat karara bağlama yetkisi ile donatıldı. Yüksek Kurul’un görevleri şu şekilde açıklandı; “Koruma bölge kurullarınca alınan kararlara karşı kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce yapılan itirazları değerlendirerek karar vermek.” Dolayısıyla Bölge Kurullarının aldıkları kararlar bu tarihten itibaren değersizleştirilmiş ve merkezi yönetimin denetimi altına alınmış oldu. Bölge kurullarındaki akademisyen üye sayısının ve etkinliğinin 2004 yılından itibaren yapılan yönetmelik değişiklikleriyle giderek zayıflatılmasının da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir.
-Haliç Metro Köprüsü ile ilgi tartışmalar genel anlamda UNESCO üzerinden yürütülüyor. Konunun uzmanları, aydınlar, sanatçılar köprüye karşı çıkarken sürekli olarak “Dünya Miras Listesi” konuşuluyor. Bir anlamda Haliç’in UNESCO’ya havale edilmiş görüntüsünü nasıl karşılıyorsunuz? Kamuoyunun düşüncesinin bir önemi yok mu?
2012 yıl sonu itibariyle Dünya Miras Listesi’nde 745 adet kültür, 188 adet doğal ve 29 adet karma miras alanı yer almaktadır. Dünya mirasına kayıtlı varlıkların sayılarının bu kadar yüksek olması konunun dünya çapında yönetilmesini giderek zorlaştırıyor. ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) ve IUCN (Uluslararası Doğa Koruma Birliği) bu süreçte bağımsız bilimsel danışman kuruluşlardır. Merkezi varlıkların izlenmesinde bir taraftan resmî devlet kurumlarının görüşlerini, diğer taraftan da bağımsız bilimsel danışman kuruluşların raporlarını dikkate almaktadır. Bu işleyiş zaman zaman raporlamalarda çelişki ve çatışmalara sebep oluyor. Nitekim UNESCO Dünya Miras Komitesinin 19-29 haziran 2011 tarihlerinde Paris’te gerçekleştirilen 35. toplantısında İstanbul’un tarihî alanları hakkında aldığı kararın 3 no.lu maddesinde “…köprü tasarımının Varlığın Üstün Evrensel Değeri üzerinde ciddi ve zararlı bir etkiye sahip olduğunu endişe ile kabul etmektedir…” ifadesine yer veriliyor. Aynı şekilde 4 no.lu maddede “…büyük endişe yaratan köprünün değiştirilmesi önerilen haliyle bile Varlığın Üstün Evrensel Değeri üzerinde genel olarak olumsuz etkisi olacağını ifade eder…” deniliyor. Bununla birlikte kararın 5 no.lu maddesinde “…her iki uçtaki metro tünellerinin sabitlenmiş olması nedeniyle köprü için değişiklik yapılmasının neredeyse imkansız hale gelmiş olmasından dolayı derin üzüntü duydukları…” belirtiliyor.
-Köprü için yapılan iyileştirme çalışmaları da var. Size yeterli geliyor mu?
Gelişen süreçte köprünün etkisini hafifletmek üzere aydınlatma ve renk konularında uzmanların çalışmalar yaptıklarını, bu konuda da çeşitli tartışmalar yaşandığını biliyoruz. Fakat Dünya Miras Komitesi’nin kararında da belirtildiği üzere köprünün kalıcı etkisini tümüyle ortadan kaldırmak imkânsız. Gerçekleştirilen çözüm uygulamalarının etkilerinin sınırlı kaldığı izlenmekte. Çünkü köprünün tasarımında, elemanlarının seçilmesinde ve boyutlandırılmasında Haliç’in kuzey ve güney peyzajı, İstanbul’un Topkapı Sarayı- Ayasofya-Sultanahmet ünik silueti üzerinde yaratacağı etki ve oransal ilişkiler gözardı edildi.
-Peki, UNESCO tam olarak nasıl bir karara varacak? Kamuoyu vicdanında köprü bir onay bulabildi mi?
Sonuç olarak UNESCO “bu süreci en başından itibaren bizimle istişare etmeden gerçekleştirdiniz, gelinen bu noktada geriye dönüş mümkün değil, kısmi iyileştirmeler yaparak durumu çözümleyebilirsiniz” mesajını veriyor. Burada önemli olan husus şudur; İstanbul’da yaşayanlar, İstanbul’da geçici sürelerde bulunanlar bu köprüyü her gün görmekte ve bulunduğu çevre ile hiç uyumlu olmadığını içten, derinden hissetmektedirler. Ama günümüzde kent üzerinde yaratılan o kadar çok sayıda proje var ki, bu projelerin her birini takip etmek, etkin mücadele yöntemleri uygulamak her zaman kolay olmaz.
-Yakın ve uzak gelecekte bizi ve gelecek nesilleri nasıl bir İstanbul bekliyor?
İstanbul, hem tarihî hem de coğrafyasıyla çok ünik bir metropoldür. Ancak 1950’lerden itibaren tek kutuplu merkez olarak büyümesi, bütün yatırımların bu kentte yığılmasını ve giderek yoğunlaşmasını getirdi. Bu ünik kentteki hızlı büyümenin yönetilememesi hem tarihî hem de doğal mirasın tümüyle kaybedilmesi riskini her geçen gün artırıyor. Tarihî miras alanlarında bir önceki soruda dile getirdiğimiz kentsel büyük altyapı projeleri, yeni yapılaşmalar ve özellikle yüksek binalar her gün bir yenisi eklenerek çok tartışmalı konular haline geliyor. İstanbul’un doğal miras alanları olan ormanlar, su havzaları ve kıyıları ise benzer tehditler ile karşı karşıya. Üçüncü Boğaziçi Köprüsü, üçüncü havaalanı ve doğu ve Batı yakasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından dile getirilen yeni yerleşmeler kuzey ormanları için çok büyük tehdit ve metropolün ünik özelliklerinden biri olan bu alanlar yakın gelecekte kaybedilme riskiyle karşı karşıya.
1 Yorum
Durumla ne kadar örtüşecek bilemiyor, şairimiz Orhan VELİ’ye rahmet diliyorum.
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda(satırlarımda);
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma (İstanbuluma), ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların(eski şehrin) bu kadar güzel,
Kelimelerinse (övgünün ise) kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum…