İstanbul Depara Kalktı

90 Depar konuşmaları 17 Aralık'ta SALT Beyoğlu'nda gerçekleştirildi.

Etkinlikte, farklı deneyimlere sahip 11 konuşmacı tarafından, İstanbul’a dair olgu ve potansiyeller ele alındı.

Tepeüstü/Ayazma’nın AVM’leşmesi / Rezidanslaşması (2007 – 2011): Ne biçim modernleş(tir)me bu böyle?

90 Depar konuşmalarında ilk olarak Jean-François Perouse Tepeüstü/Ayazma bölgesinin kentsel dönüşümünü tartıştı. Bölgedeki 2007-2011 arasında süren “modernleştirme” başlığı altında gelişen olayları değerlendiren konuşmacı, bölgede 1970’lerde başlayan yerleşme faaliyetinin 1990’lara gelindiğinde oldukça yoğunlaştığını ve bölge sakinlerinin sosyal donatıları kendilerinin gerçekleştirdiğini belirtti. Tepeüstü/Ayazma bölgesine ilk darbenin 2000 senesinde “mahalleyi tehdit eden bir varlık” olarak tanımladığı Olimpiyat Stadı’nın inşa edilmesiyle vurulduğunu ifade eden Perouse, sonraki eklemeler olan Başakşehir’in ve İkitelli Organize Sanayi Bölgesi’nin yapımı, ayrıca TEM Otoyolu’nun eklenmesi ile bölgenin önemli ölçüde değişim geçirdiğini belirtti. Kamuya “işgalci” sıfatıyla yansıtılan bölge halkının direniş imkanlarının kısıtlı olduğunu ve 4 sene boyunca yapılan rezidanslar, AVM’ler, oteller ve ofisler ile mahallenin otoyollar tarafından sınırlandırılmış bir ayrıcalık alanı olarak belirdiğini dile getiren konuşmacı, kentsel belleği yok ederek bir modernleştirmeye gidildiğini sözlerine ekledi. Perouse, modernleştirmenin damgalayıp, dışlayarak gerçekleştirilemeyeceğini, şehrin sınıfsal kesişme alanlarının yok edilerek yapılan bir kentsel dönüşümün kabul edilemeceğini belirtti. Perouse bölgenin eski sakinlerinin %75’inin mahalleyi terkettiğini, bunun büyük bir başarısızlık olduğunu ve “modernleştirme”nin ne kadar yanıltıcı bir ifade olduğunu belirterek sözlerini noktaladı.

Kanal İstanbul

Cemal Saydam ise Kanal İstanbul projesinin İstanbul Boğazı’nın su rejimi nasıl etkileyeceğini anlattı. Öncelikle Karadeniz, Marmara ve Ege denizlerinin sistemlerini, su bütçelerini, sıcaklık, yoğunluk ve oksijen faktörlerini tartışan Saydam, Marmara Denizi’nin üst tabakasındaki 25 metre derinliğindeki suyun Karadeniz’den gelen su olduğunu ve önerilen kanal projesinin de derinliğinin 25 metre olarak kamuya tanıtıldığını, projenin yapılması durumunda sadece tek taraflı olarak Karadeniz’den suyun boşalıp, tuzlu olan Akdeniz suyunun Karadeniz’e geçiş yapabilmesi için yeterli derinliğin sağlanamayacağını ve su sisteminin değişeceğini belirtti. Bunun yanı sıra kanalizasyon probleminin de önemine değinen konuşmacı, İstanbul Boğazı’ndaki akıntının proje dahilinde eklenen şehirlerin kanalizasyon yükünü kaldıramayacağını belirterek projenin bu haliyle yapımının mümkün görünmediğini ifade etti.

“Şehirde Bıraktığımız İzler Kime Ait?”

Burak Arıkan “Şehirde Bıraktığımız İzler Kime Ait?” başlıklı konuşmasında öncelikle günümüzde bireylerinin verilerinin kredi kartı, email, toplu taşıma, telefon ve sosyal ağ yöntemleriyle kayıt altına alınıp, diğer kayıtlarla bir araya getirilerek şirketlerin geleceğini oluşturduğunu ve bu durumun bizim de geleceğimizi yönlendirdiğini belirtti. Kurulan ilişkilerin, ağların günümüzde şirketlere ait olduğunu ifade eden Arıkan, projesi “Graph Commons” ile bireyin kendi oluşturabileceği ağ haritaları üzerine bilgi verdi. Ağ haritalama, ağ okur-yazarlığı ve nihayetinde öznellik üretimine değinen konuşmacı böyle bir proje değerlendirilebilirse, beraber çalışma imkanı doğabileceğini, insanların kendi ağlarından nasıl bir veri çıkaracaklarını anlayacaklarını, bir bilinç gelişeceğini ve bunu politik ifade yöntemi olarak da kullanarak daha bağımsız bir bireye dönüşeceklerine inandığını sözlerine ekledi.

İstanbul’daki Kent Pazarları

Alexis Şanal ise İstanbul’daki kent pazarlarının kentsel ve mimari açıdan analizini yaptı. Pazarları ritmik ve kısa ömürlü, kamusal olmayan fakat açık alan olarak tanımlayan Şanal, pazarların belirli bir yere ait olmayıp, fonksiyona hizmet edip kaldırılmasından dolayı büyük bir potansiyel taşıdığını ifade etti. Pazar örtülerinin, örtülerin taşıyıcılarının, iplerin, mafsalların ve bağlayıcıların strüktrürel analizini sunan konuşmacı, bu sistemin kollektif olarak daha iyi çalıştığını ve çeşitli sistemlerin oluşturduğu ağın kamusal alana uygulamasında büyük potansiyel taşıdığını belirtti.

“Osmanlı İstanbul’u Erotik Bir Şehir midir?”

Irvin Cemil Schick “Osmanlı İstanbul’u Erotik Bir Şehir midir?” başlıklı konuşmasında sanılanın aksine günümüz toplumu ile Osmanlı toplumu arasında büyük bir fark olmadığını, Osmanlı İstanbul’unda da fuhuş olduğunu ve popüler kültürde erotizmin Nasreddin Hoca ve Hacivat-Karagöz’ün ilk örneklerinde görüldüğü üzere önemli bir yeri olduğunu belirtti. Schick, 16. yüzyıl itibariyle fuhuşa karşı çıkarılan fermanlar, cinsel içerikli yazmalardaki minyatürler, 19. yüzyıldaki erotik yayınlar üzerinden Osmanlı İstanbul’unda erotizmin varlığının altını çizdi. 20. yüzyıldaki yayınlarla cinsellik imgesinin sadece gayrimüslim ya da Beyoğlu bölgesiyle sınırlı kalmadığını belirten konuşmacı, 1920’de kayıtlı olarak 175 genelevin olduğunu ifade etti.

İstanbulsuzlaşma neden korkutucu?

Etkinlik Ayça Şen’in “İstanbulsuzlaşma neden korkutucu?” soruya verdiği cevaplarla devam etti. İstanbul’un kafa karıştıran bir şehir olduğunu söyleyen Şen, “İstanbul’u sevmek için şairler bizi gaza getirdi. İstanbul’u sevmek istiyoruz çünkü şairler öyle söylüyor. Ben 40 yaşındayım ama hala sevmek için gerçekten sebep arıyorum,” dedi.

İstanbul’da yaşayan insanları hayat sınamaya başladığında, herkesin buradan gitmek istediğini, ama vapura binip dalgaları seyretmeye başlayınca bir anda kendini buraya ait hissettiğini söyledi. Şen, taşıdığı potansiyeller bakımında İstanbul’da yaşamanın “ego”ya hitap ettiğini belirterek “ego”nun buradan gitmeye izin vermediğini, örneğin İzmir’de daha iddiasız bir hayat sürmeye izin vermediğini ifade etti.

“Gerçek İstanbullu” kimdir ve neden acilen soyu tükenmelidir?

Zaytung.com’un yaratıcısı Hakan Bilginer ise “Gerçek İstanbullu” kimdir ve neden acilen soyu tükenmelidir? sorusuna ilginç çözüm önerileri sunduğu bir konuşma yaptı. İstanbullu ile ilgili temel sorunun sayısının fazla olduğunu söyleyen Bilginer, bu rekabetçi İstanbullu imajının arkasında da kısıtlı bir kaynağa ulaşmaya için diğer İstanbullular ile yapılması zorunlu trafikte boş şeriti bulma, metrobüste boş koltuğa oturma, güzel havalarda sahil kenarında boş masa bulma gibi yarışların içine girme zorunluluğunun yattığını söyledi. Bilginer’e göre bir çok merkezi bulunan İstanbul’da kesin ve net bir İstanbullu kimliği yok ama rekabetçi ve tuttuğunu koparan bir İstanbullu imajı var ve herkes bir süre sonra İstanbul’da bu duruma geliyor. Dolayısıyla İstanbullu’nun soyu tüketilmez ve doğal seleksiyonda olduğu gibi bırakılırsa, bu rekabetçi insan her yeri istila edebilir.

Hakan Bilginer’in yorumları salondan tepki aldı. Bir izleyici “Birilerinin İstanbulu terk etmesi gerekiyorsa bunlar kim olacak?” şeklinde bir soru sorarken bir diğer izleyici de İstanbul’dan birilerinin çıkarılmasının resmi politika haline geldiğini, şehir merkezlerinde sıkışmış kent yoksullarının kentsel dönüşüm projeleriyle yerlerinden edildiklerini, TOKİ’nin İstanbul’da sosyal konut yerine lüks konut projeleri yaptığını dile getirdi. Sorular ve tepkiler üzerine Bilginer, kimin şehirden gideceğini bir handikap olduğunu ancak bu iş yapılırken olumsuzlukların da devlet tarafından uygulanması gereken sosyal politikalarla telafi edilebileceğini söyleyerek “Sorun onların dışarıya çıkarılması değil, çıkarıldıklarında nereye gidip ne yapacaklarıdır,” dedi.

İstanbul’a kuzeyinden bakmak nasıl olur? “Kuzey İstanbullu” kime denir?

Etkinliğin devamında İstanbul’a kuzeyinden bakmak nasıl olur? “Kuzey İstanbullu” kime denir? sorusuna Orhan Esen’in cevap aradığı sunum gerçekleşti. Osmanlı’dan günümüze üretim biçimindeki değişikliklerin İstanbul’da sınıfsal anlamda ne gibi değişiklik ve dönüşümlere yol açtığını anlattı. Önceden Tarihi Yarımada’da yer alan kent merkezinin 19. yy’da Pera’ya doğru kaymasından itibaren gerçekleşen; kuzeye doğru bir aks oluşturan sermaye, Haliç’te batıya doğru emekçi hareketinden ve Fındıklı’dan itibaren Boğaz kıyısında Osmanlı’nın geç gelen aristokrat yaşantısının sürdüğü payitaht mensuplarının oluşturduğu bir hareket aksından söz etti. Eser, Bu dönemde önce Beyoğlu ve Galatasaray’da apartmanlar inşa etmeye başlayan ilk sermaye sahiplerinin başlattığı kuzeye doğru yayılmaya çok benzer şekilde 85’ten itibaren Mecidiyeköy, Levent ve Maslak’a uzanan plazalar aksının kentin en kuzeyine doğru ilerlemeye devam ettiğini ifade etti. Yeniden globalleşen İstanbul’da bugün kuzeyden de merkeze doğru, kent merkezini yeniden fethetmeye çalışan yeni bir kuzey İstanbul tavrından söz eden Esen, bu tavrın 19. yy’daki gibi saygılı bir biçimde değil, çok daha agresifleştiğini ekledi.

İstanbul’da kültürel tüketimden kültürel üretime geçmenin koşulları oluştu mu?

Etkinliğin soru başlıklarından olan “İstanbul’da kültürel tüketimden kültürel üretime geçmenin koşulları oluştu mu?” sorusunu Murat Belge cevapladı. Övünmeye alışkın bir topluluğa mensup biri olarak İstanbul’un 3 imparatorluğa başkentlik yapmış bir kent olduğunu dile getiren Belge, “Bunun aslında çok da önemli bir sanatsal gelenek bıraktığını söyleyemeyiz. Ancak mimaride kazanımları olmuştur, çünkü imparatorlukların teşvik ettiği sanat dalı, kendi gücünü de gösterebildiği mimarlık dalı olmuştur,” dedi. İstanbul’da elitler ve elit olmayanlardan oluşan iki farklı millet olduğundan söz eden Belge, ekonomik elit sınıfına mensup olmadan da kültürel elite mensup olunabilindiğine değindi. Murat Belge “fokurdayan tencere (İstanbul) esaslı bir şeyler (kültür-sanat) çıkacak diye umuyorum” diyerek sözlerini bitirdi.

Yeni İstanbul mutfağı insana ve şehre neler katar?

Refika’nın Mutfağı kitabı ile tanınan Refika Birgül “Yeni İstanbul mutfağı insana ve şehre neler katar?” sorusunun cevaplarını aradığı konuşmasında insanların yemek yaparak hayatlarını yavaşlatıp, mutluluğu hayatlarının diğer yerlerine dağıtabileceğini anlattı. Geleneksel tatları “ana dilimiz'”olarak ifade eden Birgül, ana dilinde konuşan bir insanın daha rahat kendini fade etmesi gibi mutfakta da geleneksel malzemelerin yeni yorumlarını yapmanın daha iyi sonuçlar vereceğini söyledi. İstanbul’un keşfedilmeyi bekleyen lezzetleri ve zanaatlerini anlattı.

Son konuşmacı olarak Yaprak Melike Uyar İstanbul’un müzikal çeşitliliği içerisinde doğaçlamanın yeri nedir? Sorusuna cevap verdiği bir konuşma yaptı.

Gün boyu süren konuşma ve sunumların ardından Depar90 etkinliği Melting Pot’un İstanbul’dan Doğaçlama ve Deneysel Müzik projesinden bir performansla sonlandı.

Etiketler

Bir yanıt yazın