İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Araştırmacısı ve Açık Radyo’nun kurucusu Ömer Madra, İstanbulluları yaşadıkları kenti savunmaya çağırıyor ve “Aktivizmle sokağa çıkmadan bu iş olmaz. Bu kenti bırakmamalıyız. Kaçmamak, kavgasını vermek lazım” diyor.
Eski bir İstanbullusunuz. İlk gençlik yıllarınızda bu kentin hayatınızdaki yeri ne oldu?
Gençliğimde yazları Ayvalık’ta geçirirdik. Ailenin bir tarafı orada çünkü. Temel eğitim sürecinde, yani üniversiteye kadar buradaydık. Sonra İstanbul… Eskiden kentin her iki tarafını da kullanırdık biz. Şimdiki gençler için hiçbir şey ifade etmeyecek ama; Çiftehavuzlar sayfiyeydi, denize girilirdi. Hatta Çiftehavuzlar Futbol Kulübü’nü kurmuşluğumuz vardır. Öyle bir İstanbulluluyum ben.
Denizin, yaşamın parçası olduğu o İstanbul’u biz göremedik maalesef…
Gerçek bir sayfiyeydi karşı taraf. Tarabya tarafında Kalender’de de denize girdiğimiz oldu. Çok denize girmişliğim vardır Boğaz’da. Akıntılı olduğu için kolay yüzülemez. O zamanlar favori spor, Karadeniz’den gelen takaların arkasındaki sandallara tutunmaktı. Boğaz’ın ehli insanlarından öğrendiğiniz gibi açılırsanız, önünüzden geçtiği sırada tekneye takılıp kayak yaparcasına inerdiniz. Sonra akıntı sizi geri atardı. Senelerce yaptığımız çocuk sporlarından biriydi.
Bugünün İstanbul’undan hangi özellikler dikkatinizi çekiyor?
İstanbul dev yerleşim merkezlerinden biri, dünyanın en büyüklerinden ve canlılarından oldu. Hem siyahı hem beyazı var. Belki 10 yıldan beri dünyanın bir numaralı megapolü İstanbul. Pop ya da caz dünyasının ya da görsel sanatların bütün kalburüstü isimleri İstanbul’da her zaman bulmanız mümkün. Bir dönem Bob Dylan bir türlü gelmez, “İstanbul’a gelir mi?” diye düşünürdük. Şimdi çok değişti o işler.
“Hem siyahı hem beyazı var” dediniz, olumsuz yanları için aklınıza ilk neler geliyor?
Bütün dünyanın yerleşim merkezleri gibi, tam anlamıyla bir ‘açıkhava’ mekânına dönüşmüş durumda. Bütün şehir, binalar reklam panolarıyla kaplı. Tam kepazelik oldu. Devasa bir alışveriş merkezi ve devasa bir şantiyenin içindeyiz. Hâlâ Kadıköy’de Kuşdili Çayırı gibi alanların AVM’ye çevrilme çabaları var. Halka danışmadan tepeden inme bir kararla Taksim Parkı’nın zaten kuşa çevrilmiş halinin son kısımları da budanıp betona dönüştürülüyor. Yeşil alan itibarıyla İstanbul dünyanın en iyi şehirleri arasında değil.
Belki de bu nedenlerden İstanbul’u bırakıp yazlık evlerine taşınan çok kişi duyuyorum…
O da ayrı bir sosyolojik tartışma konusu. Hoşumuza gitmeyen şeyleri algılamıyoruz. Bodrum’a, Ayvalık’a kaçmak, aslında mücadeleden kaçmaktır. Yaklaşan felaketin hem farkında olup hem de savuşturmaktır. Kaçarak nereye kadar? İstanbul’u kime bırakacaksınız? Mücadele etmeden olmaz. Yazar ve aktivist Rebecca Solnit’in bir sözü var: “Kavgaya girerseniz kazanabilirsiniz. Girmezseniz hiçbir zaman kazanamazsınız.”
İstanbul için mücadele etmeyi göze alanları çok sayıda konu bekliyor. Başlıcaları ne olmalı?
En önemlisi, küresel iklim değişikliği konusu. Aktivizmle sokağa çıkmadan bu işi bırakmak, benim yapmayacağım iş. 100 kadar megapol, iklim değişikliğine sebebiyet veren sera gazı artışından sorumlu. Bu şehirlerin yeşil alternatiflere, yenilenebilir enerjiye geçmesi gerekiyor. Oysa İstanbul’da, tam tersi gidiş var. Dünya Sağlık Örgütü’nün, dizel motorlardan kaynaklanan 2.5 mikron seviyesi altındaki parçacıkları soluyanların sağlıklarının bozulacağına ilişkin bir raporu var. Bu, İstanbul için önemli sorunlardan. Üçüncü köprüyle, Belgrad Ormanı gibi yerlerden yolların geçmesiyle, zaten zayıf durumdaki ‘ciğerleri’ büsbütün kaybetme tehlikesi var. Bunlarla mücadele etmemiz lazım. İstanbul’u bırakmamalıyız. Kaçmamalı, kavgasını vermeliyiz.
Geçmişe dönüp baktığınızda neleri özlüyorsunuz?
Mahalle kavramını… 11-12 yaşımdayken, geceyi evinde geçirebileceğimiz ilişkiler kurulurdu mahallelerde. Komşuluk, dostluk, aynı arsada top oynamak, ateş yakmak gibi birçok paylaşım vardı. Sitelere hapsolmuş hayatlarda pek düşünülebilecek şeyler değil bunlar. Modern hayat, kapitalist sistem sizi bütün gün çalışmaya zorluyor. İşten çıktığınızda “Yoruldum” diyeceksiniz ve evde televizyonun başına oturacaksınız, insanlardan izole bir şekilde, paralel hayatlar sürdüreceksiniz. Eşinizle bile paralel bakıyorsunuz, birbirinize bakma fırsatınız olmuyor. Bu insanı manevi olarak yoksullaştırıyor.
“Tüketim Çılgınlığı Bitmeli”
İki anahtar kelime var. İkisi de aynı anlama geliyor. Bütün reklamlarda görebilirsiniz. Ya ‘daha’ çok istiyor insanlar ya da her şeyin ‘yeni’sini. Ben İstanbul’un geleceği konusuna çok iyimser bakmıyorum. Sürdürülmesi mümkün olmayan bir ekonomik ve sosyal yaşam tarzımız var. Bu her şeyi tüketen ve doğadaki her şeyi meta olarak gösteren bir düzen… Her şeyin fiyatı var. Ne kültür, ne çevre özellikleri hesaba katılıyor. Bu böyle gitmeyecek. Hep beraber göreceğiz. Çökecek bu sistem.
* Yürümeye imkan verecek kaldırım yolu yok. Engelli insanların herhangi bir yere gitmesi mümkün değil. Bütün kaldırımlar arabalar tarafından işgal edilmiş durumda.
* Boğaz’da yürüyorsunuz ama Boğaz’ı göremiyorsunuz. Her taraf teknelerle kapatılmış. Bu teknelere başka bir yer gösterilmesi lazım.
* Taksim’i Yayalaştırma Projesi inandırıcı gelmiyor. Niye benzer sorunları olan Londra örneği gündeme gelmiyor? Neden şehrin merkezine arabayla girecek özel araçlara yüksek ücret tarifesi uygulanmasın?
* Neden bisiklet gibi olağanüstü bir araç için yol yapılmıyor? Amsterdam’ın ardından Paris büyük bir başarıyla uyguluyor bunu.
* Balık konusu ayrı bir fasıl. Lüferin küçüğünü almamak lazım. O yavrunun ismi sarıkanat ya da çinekop olabilir. Bu suça ortak olmamalıyız.
* Bu düzen böyle devam edemez. Bu bizim elimizde, mücadele etmek gerekiyor. Bu sistem kendini değiştirmiyor. Ona o fırsatı çok verdik. Sokağa çıkmamız ve talep etmemiz lazım.
23 Mart’ta Sabancı Üniversitesi’nde ‘Gezegen elden gidiyor ve buna razı gelemeyiz’ sloganıyla bir araya gelecek doğa dostları, alarm veren gezegen için yapılması gerekenleri tartışıyor. Adalet Ağaoğlu, Ara Güler, Haluk Bilginer, Harun Tekin, Rakel Dink, Sezen Aksu, Pelin Batu, Yaşar Kemal gibi çok sayıda yazar, müzisyen ve gazetecinin yer aldığı akil ve vicdanlı insanlar, bir İstanbul Bildirgesi’ne imza atacak.