İstanbul, uzun bir süreden beri ağır ağır ısınıyordu. Gezi Parkı eylemlerinden sonra şehir havası artık kaynama noktasına gelmişti. Yıllardır süren siyasi çölleşme İstanbul’un taşını toprağını un ufak etmişti...
Bakalım, şehrin bu yeni hâli için en güzel benzetmeyi kim yapacak derken, Vatangazetesinden Mert İnan’ın konuştuğu, meteoroloji profesörü Orhan Şen, adını koydu:Isı adası.
İstanbul bir ısı adası olmuş, şehre yağmurun uğramamasının, barajların hızla boşalmasının, kuraklık tehlikesinin sebebi buymuş. Yani şubat ortasındaki yaz havasının meğer İstanbul’a has bir sebebi varmış.
Genel bir sebebi de var tabii. Meteorolojik ayrıntılara boğulmadan özetlersek; okyanustan gelen hava döngüleri, Kuzey Avrupa’da yüksek basınca takıldığı için ülkemize giremiyor.
İstanbul’dan kaynaklanan sebep ise, siyasi bir ısı adasına dönen şehirde bir süredir yaşadıklarımızla doğrudan bağlantılı. Kuzey ormanlarının havasını kesen gökdelenler, sanayinin ve araçların yol açtığı hava kirletici partiküller, bulutların yağmura dönüşememesine etki yapıyor. Meteorolojide aşırı yapılaşmanın, özellikle de gökdelenlerin oluşturduğu kuraklık etkisine ısı adası deniyor.
Bugünlerde Kuzey Otoyolu ve Üçüncü Köprü nedeniyle milyonlarca ağacın kesildiği Kuzey Ormanları’ndan gelen rüzgârın sadece üçte biri şehrin iç kesimlerine ulaşıyor. Sebebi ise yüksek binaların ve özellikle de gökdelenlerin bilimsel kriterlere göre yapılmaması.
Şehre ilk gelen rüzgâr, binalara çarpıyor. Örneğin 30 kilometreyle esen rüzgâr şehre ulaştığında 10-15 kilometreye düşüyor. Rüzgâr hızı azaldığı için sıcaklık bunaltıcı bir hâle geliyor.
Bütün medeni ülkelerde gökdelenler, rüzgârın aksi yönüne inşa ediliyor. Mühendisler şehrin rüzgâr yollarını gözeterek proje geliştiriyor. Mimaride bununla ilgili evrensel kurallar var. Yüksek binaların yapılacağı arazilerde rüzgâr kanalları oluşturuyor. Binalar hava akımının dolaşacağı koridorlar şeklinde yapılıyor. Türkiye’de bugüne kadar hiçbir imar planında bu kriterler uygulanmamış.
Mimarlara göre, binlerce yıllık mimari tarihinde bu ölçüde büyük bir gerileme yaşanmamıştı.
Tıpkı meteorolojide olduğu gibi demokrasilerde de sivil toplumu, meslek örgütlerini, muhalefeti, aklı ve bilimi dışlayan şehir planlaması, şehirleri birer ısı adasına çeviriyor.
Şehir binalarla donatılırken, büyük kitleler yer değiştiriyor. Vadiler, göller, ormanlar ballı ihalelerle taraftarlara veriliyor. Hiçbir evrensel standardı tanımayan müteahhitler, İstanbul’daki bina tipini yükselttikçe yükseltiyor. Kent mağdurlarının sayısı artıyor. Sinirler geriliyor, hava ısınıyor…