İstanbul Projeleri (4): Kent parkı

İhsan Bilgin, İstanbul Projeleri başlıklı yazısına devam ediyor.

Belediyenin gündeminde olmayıp kentin ihtiyaçları açısından acil olan ve İstanbul’un total yaşam konforuna ciddi katkı yapacak konu ve projelerin tahayyülüne, parklarla başlamıştık. Arkeoloji parkından sonra bu kez de kent parkı… Bugünü bir fenomen olarak kent parkının ne olduğuna ayırdım, hepsi biraraya sığmayacağından konunun İstanbul kısmını da haftaya yazacağım. Sonra da sıra iskân ve yapılaşma sorunlarıyla çözüm tahayyüllerine yani evlerimizle mahallelerimize gelecek. Tabii her sorunu bir gazete köşesinde çözemeyeceğimiz de malum; ama Taksim ve kopya camilerle içlerimizi bu denli karartan bir gerçekliğin üzerine çözülebilirliğe dair bir iyimserlik iması bile fena olmaz herhalde.

Önce kötü haber:

Modern İstanbul’un 1800’lerden beri modern kentlerin başlıca sosyal donatılarından olan bir kent parkı yok. Dolayısıyla, bu eksik, arkeoloji gibi ancak Roma ile paylaşabileceği ayrıcalıklı bir donatının yokluğu değil, küçük kentlere kadar tüm modern kentlere kıyasla her gün yeniden yaşadığı bir eksiği ve mağduriyetidir. Hemen Gülhane ve Yıldız parkları akla gelse de bunlar modern şehirciliğin anladığı anlamda parklar olmayıp, saray bahçesi boşluklarının kent[li]lere açılması ile elde edilmişlerdir. Kaldı ki Yıldız’da ciddi bir saray yapısı da yoktur: Sarayın Topkapı’dan Beyoğlu yakasına taşınma sürecinde Dolmabahçe öncesinin geçici ikametgâhıdır ve küçük köşk ve pavyonların toplamından oluşmaktadır. Saraydan ziyade Boğaz’ın korulara gömülmüş Hidiv Kasrı benzeri malikânelerinin büyük ölçeklisidir. Dolayısıyla, Boğaz her ne kadar böyle irili-ufaklı korular ve onların bünyesindeki köşk, kasır ve pavyonlarla doluysa da bunlar, Londra’daki Hyde Park ve Regent’s Park, Paris’teki Lüksemburg Parkı, New York’taki Central Park, Berlin’deki Tiergarten ve Chicago’daki Millenium Park türünden bir kent parkı niteliğinde olmayıp; Berlin’deki Charlottenburg sarayı bahçesi, Viyana’daki Schönbrunn ve Belvedere saray bahçeleri türünden soylu sınıf işlevlerinden devşirme yeşil alan boşluklarıdır. Kentin bünyesine sinip entegre olmaktan ziyade büyük kapı ve duvarlarla tecrit olmuşluklarının nedeni de zaten budur. Buna karşın, örneğin, kendine özgü kentleşme süreci nedeniyle her mahallenin bir mahalle parkı etrafında şekillendiği Londra’nın, yine özel nedenlerle Hyde Park ve Regent’s Park gibi iki de iri kent parkı vardır.

Peki, kent parkını kente entegre diğer rekreasyon boşluklarından ayıran özellikleri nedir? Öncelikle, baştan bu işlev için tasarlanmış olması; sonra ölçeği ve yeri: bunlarla kastedilen tüm kentin kullanımına yönelik bir kapasitedir ki genelde kent sınırları içindeki en büyük boşluk olmanın yanı sıra kentin tüm noktalarından kolay ulaşılabilir olması sözkonusu olmaktadır.

Kent parkı esasen bir 19.yüzyıl olgusudur. Kent dışına çıkacak vakitleri ve nedenleri olmaması nedeniyle mahrum kaldıkları doğanın, kentli sınıfların olduğu yere, yani kente getirilmesi demek olan kent parkının iriliğinin nedeni de bu doğa ikâmesidir; eski sarayın bahçesi ne kadar büyük olsa da doğa hissi vermeye yetmez.

Ayrıca kentlilerin sanayi devrimiyle eşik atlamış emtia ile sokaktaki ilişkisini gözlemiş Baudelaire ile onun deneyim ve ifadelerinden bir modern toplum arkeolojisi türetmeyi hedeflemiş Benjamin’in konu ettiği vitrinlerle kaplı bulvar ve pasajlardaki “gezinti” eyleminin doğa dekorundaki mekânıdır kent parkı.

Malum, 19. yüzyıl bir tasarım yüzyılıdır ve kent parkları da bundan nasiplenmiştir ama bununla, ne çiçekleri renklerine göre serpiştiren bir orta sınıf zevki ne de Maçka Parkı’na eklendiği türden bezemeli duvarlarla, şekilsiz kapı örnekleri gelmeli akla. Tersine barokun farklı peyzaj geleneklerinden modern bir peyzaj dili türetmiş F.L. Olmsted gibi öncülerin New York, Washington, Londra, Berlin, Paris gibi şehirlerdeki uygulamalarından başlatmak gerekiyor süreci. Bitki ve çiçek kadar doğal ile yapayı, kır ile kenti birarada tutmayı beceren bir görgü ve yeteneğin ürünü oluyor kent parkları.

Demek ki kent parkı, doğa eksikliğini ikâme ettiği kadar tatminkâr bir gezi deneyimine de aracılık edecek kapasitesi olan modern kente entegre bir açık hava ortamıdır, ayrıca kentin tamamına hizmet verecek konumda olmalıdır; ki bu, koordinatlarının merkezîliği kadar ulaşım araçları ile kolay erişilebilirliğine de bağlıdır.

Sonra da iyi haber:

İstanbul’da kent parkı olmak için mükemmelen elverişli ve sadece projelendirilmeyi bekleyecek kadar hazır bir yer bulunmaktadır: Kâğıthane/ Cendere Vadisi. Kent parkı için gayet elverişli olduğunu Master atölyesinde bir yıl çalışıp test ettiğimiz bu kent koridorunun hem kentin geneli ve kendi yakın çevresi, hem de sosyal ve ekolojik kriterler bakımından uygunluğunu gelecek hafta ayrıntısıyla anlatıp bunun siyaseten de hakiki ve iyi bir kent referandumu konusu olacağını nedenleriyle gündeme getireceğim.

Etiketler

Bir yanıt yazın