İstanbul projeleri (5): Levent

İhsan Bilgin'in 02 Ocak 2013 tarihinde Taraf Gazetesi'nde yayınlanan yazısı.

Yazının sonunda ikiye bölüp, anons etmektense, bu kez baştan iki parça hâlinde yazmak en doğrusu. Bugün önce Levent’in de dâhil olduğu bahçe-şehir’in (b-ş) ne olduğu, sonra ilk fırsatta Levent’in kendisi.

Bahçe-şehir

Ebenezer Howard tarafından 19. yüzyılın sonunda ortaya atılıp, 20. yüzyıl boyunca tüm dünyada uygulanan bir ideal olarak bahçe-şehir (b-ş), sadece yeşili bol bir şehir parçası demek değil, sanayileşme ve hızlı kentleşmenin ilk kuşağının sonunda, şehirlerin çok yönlü sorunlarına karşı geliştirilmiş kapsamlı bir kentleşme modelinin adıdır. Kemer Country gibi modeli, sadece yeşilin bolluğu ve kente uzaklığına indirgemiş postmodern “gated comunity” (kapılı cemaat) türü örnekleri saymazsak Levent de bu modelin İstanbul’da kastedilerek uygulanmış yegâne örneğidir. 20. yüzyılın yarıdan çoğunu hızlı ve yoğun kentleşme yüküyle geçirmiş bir metropolün dünyada bu yüzyılın en çok model alınıp uygulanmış idealine bu kadar az başvurmuş olması şaşırtıcıdır. Ancak yegâne örnek olarak Levent de geçirdiği kimi radikal değişimlere rağmen koruduğu izleriyle hâlâ başvurulabilecek canlı bir kaynak olarak İstanbul’un yerleşme ölçeğindeki başlıca modern kültürel miraslarından birini oluşturmaktadır. İstanbul’un batı ucunda Bahçeşehir isimli bir yerleşme olması aslen bu gelenekle ilişkisizliği nedeniyle kafa karıştırmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Uyuşmazlıklara gelince (b-ş), her şeyden önce az kat ve seyreklik, dolayısıyla düşük yoğunluk demektir ki bu yerleşmenin neredeyse tamamı bunlara zıt bina gruplarından oluşuyor. Ayrıca da işlek bir otoyola bitişik olmakla, yine önemli bir kriter olan tecrit olmanın huzurundan mahrum kalmaktadır. (B-ş) her şeyden önce, yağmuru, çimi, meraları ve koruları ile ünlü İngiltere kökenli bir buluş: 19. yüzyıl sonunda Ebenezer Howard tarafından ortaya atılıp Raymond Unwin öncülüğünde sosyal bir harekete dönüşmüş; öncü örnekleri Avrupa ve Amerika’dan da 20. yüzyılda tüm dünyaya yayılmış. Aşılmaması gereken iki sınırı var: nüfus ve alan; yani büyüyüp şehrin başka dilimleriyle karışmaması gerekiyor, ya da büyüyen şehir tarafından yutulmaması. Dolayısıyla, hem yörüngesine yerleştikleri şehirden beslenmeleri hem de kendi içlerinde asgari ölçüde de olsa tamamlanmış bir bütün olmaları çok önemli; çünkü kentten beslenmemesi vazgeçilemeyecek bazı merkezî işlevlerin tek tek sakinlerin ayağına getirilmesi demek olurdu ki; üniversite, hastane, stadyum örneğindeki gibi işlevler (b-ş)’yi taşıyamayacağı yüklerle başbaşa bırakmak olurdu, bu durumda da o işlevin domine ettiği bir semt olurdu ancak.

Diğer taraftan, (b-ş)’nin asgari kamusal işlevlerden yoksun olması da orayı tek işlevli bir “uyku şehri”ne dönüştürürdü ki, bu da öteki türlü bir yaşanamazlık anlamına gelirdi. Kısacası taşkın hengâme kadar ıssızlığın da yaşam kalitesini düşürücü etkilerinden korunması gerekiyor.

Tabii yegâne özellikleri mevcut kent ile değişmeyen, sabit ilişkileri ve büyüklüğü değildi. Hatta asıl mesele insanları ve binaları üst üste yığmakla sadece sorun üretmiş 19. yüzyılın kentsel DNA’larına karşı alternatif bir model üretmekti ki bu, az katlı, düşük yoğunluklu yani alçalıp seyrelmiş binalarda aranacaktı. Yani binalar, parsel ve yapı adalarıyla kurulu grid sistemlerden başka türlü gruplanacak ve aralarına yeşil sokularak da seyreltilip gevşetilmiş yepyeni bir düzenle kümeleneceklerdi. Konseptin adıyla da imâ edilen yeşil, üç ayrı grubun toplamından oluşuyordu. Önce karakterli bir peyzajla evlerin ön yüzlerini bağlayan yollar; sonra da her biri birer-ikişer ağaçla donatılmış arka bahçelerin bitişmesiyle oluşmuş arka-bahçeler peyzajı ve ayrıca da bir semt parkı. Dolayısıyla (b-ş), Yıldız veya Hidiv türü yoğun bir korunun içine yerleşerek erimekten ziyade; evlerin önünden, arasına ve arkasına sızmış parçalı ve akışkan bir yeşil peyzaj içinde omurga oluşturacak karakterli bir yol sistemi ve onun düğümlendiği yerde de mahallenin merkezinden müteşekkil bir imar sistemi anlamına geliyordu. Kısaca, sınırları kadar kurgusu itibariyle de tanımlı bir yerleşme modeliydi. Yeşilin akışkanlığından kaynaklanan spontan/ serbest görünümünün ardında doğa imâlı bir örüntünün ortaya çıkmasını sağlayan bir kanava ve tekrarlanan desen kalıpları vardı.

Londra çevresindeki Hampstead ve Welwyn örneklerinden, kıtanın Almanya’daki, Hellerau, Margaretenhöhe ve Staaken yerleşmelerine sıçradıktan sonra tüm Avrupa’ya yayıldı. Öyle ki 1940’lara gelindiğinde artık (b-ş) örneği olmayan şehir bulmak kolay olmamaya başlamıştı. Tabii ki, temel sabitleri kadar kimi deformasyonlarıyla da beraber. Orijinal modelden ve Almanya’daki ilk tekrarlardan ilk sapma örgütlenme ile ilgiliydi: İngiltere ve Almanya’da dayanışma esaslı yapı kooperatiflerinde ifadesini bulan bir sosyal hareketliliğin devamı olurken yayıldıkça, berisindeki sosyal kaygıların izlerini de taşıyan bir tasarım aygıtına dönüştü. Baştaki siyasi içeriğini kaybetti. Rousseau ile başlayıp 1970-80’lerin Yeşiller’ine kadar süren, çağdaş medeniyetin törpüleyici hasarlarını doğa ile giderme arayışının sağlam ve kalıcı bir ara aşaması olmaktan uzaklaşıp, seçkin bir tüketim normuna dönüştü. Sonunda postmodern’in “gated comunity”lerinin (kapılı cemaatlerin) “life style”ına hapsolup tamamen karşıt kutupta buldu kendini.

Levent’le devam etmeden, İstanbul projeleri (İP) diye adlandırdığım dizinin neresinde olduğumuzu hatırlatayım. (İP)-1: Metro ve liman dönüşümü gibi ihmal edilmiş önemli projeler; (İP)-2: Kanal, köprüler, Taksim ve camiler gibi aktüel Zihni Sinir proceleri; (İP)-3 ve -4: Arkeo-park ve Kent-parkı/ Kâğıthane gibi kamusal iyi yaşam projeleri. Sonda da tanımı gereği heterojen kentli sınıfların farklı beklentileriyle ilgili olduğundan dile getirmesi bile zahmetli “Mahalleler, sokaklar, evler” altbaşlığıyla andığım ve kentin DNA’sını konu edinen (İP)-5 no’lu seri var. Seriye mevcut DNA’yı oluşturan irilisi-ufaklısı; varlıklısı- kıt/kanaati- hâllicesiyle; kare prizma apartman ve onunla kurulmuş sokak ve mahallelerle başlayıp, alternatifini ararken, o kasvetli dairenin can simidi olmuş “yüksek tavan”dan, yerleşme ölçeğine geçmiş ve bütünlüklü planlanıp parça parça inşa edilmiş rol modeli örneği olarak Teşvikiye’de konakladıktan sonra; baştan ayrıntısıyla tasarlanmış rol modeli örnekleri olarak da Levent ve erken Ataköy’e geçeceğimizi duyurmuştum. Levent’i işlemek için “bahçe-şehir” modeline ihtiyaç olduğundan, bugün önceliği ona verdim, gazetenin ilk uygun zamanında Levent’in kendisi; sonra erken Ataköy… İyi yıllar…

Etiketler

Bir yanıt yazın