İstanbul Projeleri (5): Mahalleler, Sokaklar, Evler

İhsan Bilgin, İstanbul Projeleri başlıklı yazısına devam ediyor.

Kentleşme Tarihi konusunun liderlerinden Alman hocam Gerhard Fehl, geçen yıl Santral’in bahçesinde otururken Haliç sırtlarını göstererek “Şuraya bak yüzlerce insan nasıl da birbirinden habersiz hep aynı binayı yapmış, İzmit’e kadar gitsek değişmez değil mi?” demişti.

İstanbul’un DNA’sı: Kare prizmanın kerameti

Evet, tenement’in New York’ta, “back to back”in Britanya’da, kira kışlasının Berlin’de nasıl yayıldığını iyi bilen, hatta ilk anlatanlardan olan hocam Türkiye koşullarını da öğrenmiş biri olarak tabii ki yanıtı biliyor; ama ezbere bilinen bir konuya bile yeniden şaşırarak bakmanın çocuksu bir meraka teşvik edip, bildiklerimizi de bir daha ve yenilenme enerjisi ile gösterebileceğinin altını çizmek istiyordu belli ki. Oyuna katılıp ben de şaşırdım tabii; neredeyse modern öncesi dünyanın kilimleri, türküleri, yemekleri, şiveleri gibi modern dünyada da bazı bina tipleri hiç kastedilmeden ve usanmadan birbirine sirayet ediyor, çoğaldıkça çoğalıyordu. Ama bunlar yine de kilimlerin, türkülerin, masalların, yöresel tat ve şivelerin dünyasındaki yine birbirine benzeyen binalardan farklıydı.

Geleneksel dünyada bu binalar, türküler, masallar, kilimler damak tatları ve şiveler kadar yaşama ve insan gövdesine sinmiş ve kolektif hafızaya kazınmışken, modern dünyada öyle değildi. Modern insan pekâlâ başka binalarda ve şehirlerde de sürdürebiliyordu yaşamını, hatta günün birinde yöresine bambaşka bir bina yapılmasını dahi sineye çekebiliyordu. Yine de o kente veya yöreye, hatta bölgeye adeta musallat olmuş o bina tipinin üremesine ne memnuniyetsizlik hatta ne de yasak engel olabiliyordu. Neredeyse “salgın” gibi o pütürlü ve düzensiz yarıklarla bezenmiş sıvanın örttüğü renk kültürü ve terbiyesinden özellikle yoksun, yan yana dizilişte herhangi bir terbiye ve disiplinden nasiplenmemiş, betonarme ve tuğladan yapılma, kimsenin savunmadığı ve sahip de çıkmadığı ama sessizce alışıp üst üste oturduğu, inşai pratiğin asgarımüştereki kadar bir geometriden bile yoksun, yaklaşık 20x20m. tabanlı, üç beş katlı bu kare prizma apartmanların başka ortak özelliklerini de biliyoruz. Örnek: mimari planla statik hesabın otomatiğe bağlanması nedeniyle yinelenen ve genellikle de plastik panjurla kapatılmış olan köşe balkonu, irili-ufaklı, lüksü, kıt-kanaati ile binlerce bina, onbinlerce insan, onlarca kuşak, bıkıp usanmadan bu 20x20m. tabanlı, üç beş katlı bu kare prizmayı yapıyor ve oturuyor. Tam da bu nedenle kentlerin müdahaleye en dirençli unsurları oluyor bunlar. Her şey değişse de onlar kalıyor iklim- yöre adet- edevat dinlemeden yayılmış. Kurucaşile ya da Hatay’ın köyünden, Beşiktaş ya da Bostancı’ya kadar.

Bir seferinde kentler bunlarla dolu olsalar da arazi mülkiyet deseni, üretim, sınıf ve siyaset farkları dolayısıyla kentlerin farklılaşıp özgülleştiğini yazmıştım. Öyle veya böyle, ama kentlerin en zor söz dinleyen yaramaz çocukları bunlar. Gecekondular bile dinliyor, bunlara söz geçmiyor. O nedenle metro, liman, çevreyolu, park gibi büyük kaynak ve birikim isteyen dev projelerden daha zor bunlarla başa çıkmak ve alternatiflerini yapmak, hatta hayal etmek bile. Küçücük gariban apartmanımız ulaşımdan, altyapıdan, temiz havadan sahil düzenlemelerinden, otoparklardan rekreasyondan daha büyük dert başımıza, bunlara en basit müdahale bile diğerlerinden daha büyük efor ve performans istiyor kısacası, üstelik binayla sınırlı da kalmıyor bu kimsenin yüksek sesle sahip çıkamadığı binaların bıraktığı iz, bir de kümelenip sokaklar, mahalleler oluşturup yine aynı şekilde Merter’den Hisar sırtlarına ve G.O. Paşa’ya kadar yükseldikçe yükselip, yığıldıkça yığılıyorlar.

Peki, ne yapılır? Öyle bizim kültürün ahşap ya da taş evlerini, bahçe ve sokağını, sedirini, kurnasını hayal ederek yani küçümsenerek başa çıkılır gibi değiller. Gelenekle kıyaslanarak küçümsendikçe daha da ezici olup kıyaslayanlara ötekilerden de daha çirkin, katlanılmaz ve yabancı (neredeyse uzay mekiği gibi) gözükerek alıyorlar intikamlarını, ama sadece kıyaslayanlardan değil kıyaslama ölçütlerinden de yani geleneklerden de; kıyaslayanlar kadar geleneğin kıyas ölçütlerinden de… İçinden çıkılmaya çalışıldıkça kapanıyor labirent. Klişeye dönmeye hazır acele çareleri yutup kaybediveriyor labirentinin çıkmazlarında.

Sağlık ve beden mecazı buraya kadar; çünkü kentleşmenin ilk yüzyılında bunlar kentleri yıkanlarla, hijyen sorunlarının yoksulların yaşam koşullarından kaynaklandığını savunanların söyleminin mecazlarıydı. Ben de onlarla arama mesafe koymak isteyeceğime göre konuyu şimdilik kapatıyorum. İlk fırsatta devamına yer ayıracaklar. Sonra Teşvikiye, Levent ve Ataköy gibi kopyalanmadan model alınabilecek yerleşmelerin özellikleriyle devam edeceğim.

Etiketler

Bir yanıt yazın