İstanbul:Tarihini Yiyen Şehir

Dünyanın en önemli sur varlığı değil, şehrin bütün Roma, Osmanlı, Cumhuriyet dönemi kültür mirası yok ediliyor.

İstanbul’un dünyada eşi benzeri bulunmayan zenginliklerinden biri de en büyük sur varlığına sahip şehir olması. Dünyanın hiçbir şehrinde bu uzunlukta, bu büyüklükte ve bu çeşitlilikte bir sur varlığı yok. 5. yüzyılın başında son hâlini alan 22 kilometre uzunluğundaki şehir surları (Theodosius Surları) aynı zamanda şehrin eşsiz tarihine de işaret ediyor: Londra, Paris, Brüksel gibi şehirler henüz küçük yerleşim alanları iken İstanbul Avrupa ve Akdeniz havzasının en büyük şehriydi. Bu şehirler hem İstanbul ölçeğinde bir sur varlığına sahip değillerdi, hem de 19. yüzyılda kapitalizmin gelişmesi ile birlikte çok hızlı imar hareketlerine sahne oldular ve tıpkı Galata’da olduğu gibi surlarını yok ettiler. Bugün bu şehirlerde yalnızca İstanbul’un Galata Kulesi ve kıyıda köşede kalmış bir parça sur parçası gibi kalıntılar kaldı. İstanbul’da ise modernleşme sürecinde mucize kabilinden bir gelişme yaşandı.Tarihî Yarımada adı verilen şehir merkezi denizle çevrili olduğu için modern şehir kuzeye doğru gelişti. Hendekleri doldurup bulvarlar açmak gerekmedi ve İstanbul’un dünyada eşi benzeri olmayan bu önemli tarihsel mirası bugüne kadar geldi. Özetle İstanbul eşsiz zenginliğini korumayı başardı.

Ama sonra ne oldu? İstanbul yaratıcı enerjiyi harekete geçirerek yönetmeyi, şehirliler için bir zenginliğe dönüştürmeyi başarabildi mi? Hayır. Paris, Londra, Brüksel İstanbul’un Galata semtindeki kıyıda köşede kalmış sur parçalarını bir şehir tarihî belgesi gibi gözetirken, bir araştırma laboratuarına dönüştürürken (ve araştırmalar için uluslararası işbirliği programları geliştirirken) İstanbul bir mirasyedi gibi tarihini yemeye başladı. İstanbul’un başına bir şehrin başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri geldi. Popülist iktidarlar döneminde kültürel miras alanı geçmişin ideolojik bir inşa alanı hâline dönüştü. Şehrin birçok zenginliği gibi İstanbul’un surları da yaratıcı zekâdan nasibini almayan pespaye inşaat çalışmaları ile tahrip edildi. Üstelik İstanbulluların kaynakları kullanılarak!

Sistemli tahribat

Restorasyon” adı altında yapılan berbat inşaat çalışmaları ile surların tarihsel bir belge olma özelliği yok edilmeye çalışılırken, şehrin topografyası içindeki bağlamları, görkemli görünüşleri, hendek, sur hattı gibi bölümleri otoyollar, hemen bitişiğine yapılan ahtapot gibi kavşaklar (Topkapı), bizzat kamu kuruluşları eliyle yapılan villalar (Sulukule), her biri birer kazulet gibi tasarlanan kavşaklar, otoyollar, resmî lojmanlar, spor ve dinlenme tesisleri ile tahrip edildi. Son olarak Yedikule’de görüldüğü gibi karasurları peyzajının geçmişten beri ayrılmaz bir parçası olan bostanların da imha edilmesine girişildi.

İstanbul’da yapılan bu tür sistemli tahribatların arkasında “gizli bir örgüt” olduğu düşünülebilir: Bu örgüt sanki İstanbul’un zenginliklerini yakın çevresine çıkar sağlamak için, üstelik İstanbulluların kaynaklarını kullanarak yağmalıyor. Şehrin tarihte yaşadığı depremlerin, savaşların böylesine bir tahribat yapmadığı, hatta şehri 1204 yılında işgal eden ve zenginliklerini yağmalayan Haçlıların bile İstanbul’a bu ölçekte zarar vermediği düşünülürse, bu tahribatın arkasında örgütlü bir yapının olduğu varsayılabilir.

İstanbul’un zenginliklerini yağmalayarak gelişen bu örgütü “deşifre” etmeye çalışalım.

Önce bu örgüt nasıl çalışıyor, ona bakalım: Örgüt “parçala ve yönet” prensibi ile çalışan bir yapıya sahip. Örneğin ulaşımı yönetirken bunu bütünden ayrı bir konu olarak ele alıyor ve karasurlarının hemen önündeki Edirnekapı– Yedikule arasındaki tarihî E-5 otoyol bağlantısı hâline getirip, (bir kaç yüz metre öteden geçirmek mümkün iken) acımasız bir şekilde karasurlarının dibine dayıyor. Bununla da kalmıyor. Surları sanki yalnızca bir duvardan ibaret gibi algılıyor ve çevresinde akıl almaz inşaatlara girişiyor. Yedikule’de gördüğümüz gibi surlarla birlikte yüzlerce yıldır yaşamayı başarmış bostanları park yaparken şehrin bu gelişmiş ilişkisini gözetmiyor, İstanbul’un bir başka köşesinde dahi yapılsa “bu kadar da olmaz” dedirtecek bir inşaat işine girişiyor. Oysa dünyanın birçok üniversitesinden gelen öğrencilerin bu alandaki projelerine, çalışmalarına bile bakılsa, çok daha yaratıcı, değerbilir ve ilişkisel bir yaklaşımın olabileceği görülebilir.

Sonra bu örgüt şehrin aklını nasıl dumura uğratıyor, yaratıcı düşünceyi nasıl felç ediyor, bir de ona bakalım: Bu örgüt araştırma, planlama, projelendirme gibi işleri piyasa aktörlerine yaptırarak imkânsız bir işi başarıyor. Örneğin İstanbul surlarının araştırma ve bilgi üretimi işlerini “yükseklikuzunluk” olarak kendince ölçülebilir hâle getiriyor ve müteahhitlere ihale ediyor. Oysa değil proje hizmetleri, taş, kereste, çimento, demir gibi materyaller bile satın alınsa, evsafı bilinmeden ihale yapılamaz. Bu nedenle dünyanın her yerinde bu tür çalışmalar uluslararası bağımsız örgütler aracılığıyla yapılır. Çünkü araştırma, bilgi üretimi süreçleri açık uçludur. Bilgi yönelimli süreçlerin sonunda kapalı uçlu süreçlere geçilir, o da rekabet koşulları oluştuktan sonra.

Son olarak bu imkânsız işin nasıl meşrulaştırıldığına bakalım: İstanbul’un dünyanın en büyük sur varlığına sahip olmasının önemli nedeni onun 330 yılında Roma’nın başkenti olması hiç kuşkusuz. İstanbul Roma İmparatorluğu’nun başkenti ilan edildiğinde (330) aynı zamanda Hıristiyanlığın da başkenti oldu. Büyük Konstantin ve ondan sonra gelen imparatorlar İstanbul’u sarayları, limanları, forumları, kiliseleri ile Akdeniz’in en büyük ve en görkemli şehri hâline getirdiler. Şehrin coğrafi konumu da hiç şüphesiz önemliydi gelişmesinde. İstanbul’un Osmanlı dönemi boyunca zenginliklerine zenginlikler katıldı ve şehir muhteşem camiler, suyolları, anıtlar ile donatıldı. Niyetim bunları uzun uzun anlatarak size tarih dersi vermek değil. Şehrin tarihî, doğal zenginlikleri, insani gelişimi, çeşitliliği unutturuluyor ve Alzheimer hastalığına benzer belirtiler taşıyan bir yönetim ideolojisi ile yeniden biçimlendirilmeye çalışılıyor. Kendi geçmişini olduğu kadar bugününü, geleceğini de tahakküm altına alan bir merkeziyetçi ideolojilerin oyun alanı olarak görülüyor. Sorun da tam burada düğümleniyor. Örneğin İstanbul’un fethi her yıl törenlerle kutlanıyor. Ama objektif olarak bakıldığında onun kadar önemi olan başka bir tarihî olay, İstanbul’un Roma İmparatorluğu’nun (yani Avrupa da dâhil bütün klasik dünyanın) başkenti oluşu değil okullarda öğretilmek, hatırlanmıyor bile. Bunu yapmaya kalkanın da herhalde “şehrin geçmişindeki Hıristiyanlığı hortlatmak” ya da “Bizans sempatizanı olmak” gibi bir şekilde düşmanlaştırılacağı kesin. Bu şiddetin arkasındaki asıl mesele ise şehrin enerjisinin otoriter bir rejim içinde felç edilmesi. Bu yüzden dünyanın en büyük ve önemli kültür miraslarından biri, üstelik UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kabul edilmiş (*) eşsiz bir varlığı yalnızca fethin bir canlandırma alanı olarak algılanıyor. Bu yüzden yalnızca dünyanın en önemli sur varlığı değil, şehrin bütün Roma, Osmanlı, Cumhuriyet dönemi kültür mirası çıkar amaçlı uygulamalarla yok ediliyor, yaratıcı düşünceye açılamıyor.

Sonuç: İstanbul’u zenginliklerini yok eden şiddetin pençesinden kurtarmak dış baskıyla falan olmaz. İstanbul’un kendisinin elindeki eşi benzeri olmayan zenginliğini keşfetmesi ve sınıfsal çelişkilerini merkeze taşıyan, onun gölgesinde yakın çevresine imkân sağlayan otoriter siyaset anlayışından kurtulması gerekiyor.


(*) 
İstanbul’un karasurları 1985 yılından beri Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor. 80’li ve 90’lı yıllarda yapılan inşaat çalışmaları nedeniyle sürekli eleştirilere maruz kaldı. 2004 yılında Miras Komitesi yöneticisi Minja Yang ilk uyarıyı yaptı, “böyle giderse İstanbul listeden çıkarılır” dedi. 2006 yılında UNESCO Dünya Miras Komitesi (Vilnius toplantısında) surlardaki inşaat işlerinin durdurulmasını istedi. Sözleşme koşullarına uyması için bir eylem planı kabul edildi. Bu eylem planında yer alan yönetim planına göre karasurları için bir uygulama yapılması gerekiyor. 2008 yılında World Monuments Fund (N.Y.) İstanbul’un surlarını tehdit altındaki 100 eser listesine aldı.

Etiketler

Bir yanıt yazın