İstanbul’un Anıt Ağaçları

Selçuklu ve Osmanlıyla yaşıt insan yoktur, fakat ağaç vardır diye yazmıştık. Olgunluk çağını yaşayan bu ağaçlara, 'anıt ağaç' deniliyor. 21 Temmuz 1983 tarihli ve 2863 sayılı kanunla koruma altındalar. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu.

Öte yandan, kanunlarla hiçbir şeyi koruyamazsınız, insanın içinde olacak. Sözgelimi, Şehzadebaşı Camii’ndeki beş yahut altı çınarın, restorasyon çalışmaları sırasında ve aynı anda kuruması, tesadüf olamaz. Üstelik, büyükşehir belediyesinin tam karşısında! Hatırlatalım: Kaybolan yahut kırılan taşları yerine koyabilirsiniz, fakat anıt ağaçları koyamazsınız.

İstanbul’un anıt ağaç bakımından bir hayli zengin olduğunu biliyoruz. Özellikle çınar, servi, çitlembik ve sakız ağaçları. Atalarımız, camilerin avlularına, mezarlıklara, namazgâhlara, çeşmelerin yanına, velhasıl her yere ağaç dikmişlerdir. Bu ağaçların bir kısmı, işaret olarak dikilmiştir. İşaret için taş yerine ağaç dikmek, ne büyük inceliktir.

Büyük camilerin avlularındaki/hazirelerindeki anıt ağaçları biliyor, görüyoruz. Bir de kıyıda köşede kalmış kıymetli ağaçlar var. Bu yazıya başlamadan evvel, elimde metre, onlarca anıt ağacı ziyaret ettim. Aynalıkavak’tan Sütlüce’ye, Eyüp’ten Alibeyköy’e kadar. Bu ağaçlar, Çelik Gülersoy’un İstanbul’un Anıtsal Ağaçları kitabında da yer almıyorlar. (Türkiye Turing ve Otobomil Kurumu, 1984)

Bunlardan birkaç tanesini sizinle paylaşmak istiyorum. Düğmeciler Camii’nin (1550) haziresindeki çınar, bu büyüklüğe ulaşıp da kusursuz kalabilen ağaçların belki de birincisidir. Çınarın çevresini 9,25 metre olarak ölçtüm. Gövdesinde oyuk, çürüme vs yok. Bu caminin bir diğer özelliği de, Sahabe-i Kiram’dan Hz. Cabir oğlu Muhammed el Ensari’nin kabrinin burada olması. Adresini de verelim: Eyüp’ün Düğmeciler mahallesinde.

Çırçır mahallesindeki (Alibeyköy) muazzam çınarı da unutmayalım. Çevre genişliği 8,35 metre. Yarası-beresi bulunmuyor. Öyle ki, aşağıdan yukarıya bakarken, insanın başını döndürüyor; aklınıza, ‘şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir’ sözü geliyor. Bu iki çınarın, ‘ayrıca’ koruma altına alınması gerekiyor.

Sütlüce’deki Mahmut Ağa Camii’nin haziresinde, birbirinden kıymetli dört tane sakız ağacı var. Mutlaka görmelisiniz. Bu ağaçlardan en büyüğünün çapı 3 metre 50 santim. Bir sakız ağacının bu büyüklüğe ulaşması, tek kelimeyle söylersek, mucize.

Unatmamamız gereken bir diğer ağaç da, Süleymaniye’deki Anadolu sığla (günlük) ağacıdır. Çapı 3,60 metre olan bu ağaç, gerçekten de görülmeye değerdir. Yeri gelmişken, sığla ağacıyla ilgili kıymetli araştırmalara imza atan Prof. Dr. Asuman Efe’yi rahmetle anmak isterim. (Sığla ağacı, müftülük binasının önündeki botanik bahçesinde bulunuyor.)

Elimizdeki onlarca örnekten birkaç tanesini ancak paylaşabildik. Kasımpaşa’daki Cezayirli Gazi Hasan Paşa ilkokulunun önündeki beş adet çınarı da analım ki, mesajımız verilmiş olsun. Bu çınarlar, zor durumdadır.

***

Çirkin ağaç yoktur, olamaz. Bozkırdaki yalnız ve garip bir alıç ağacı bile, çevresini hareketlendirmek için yeterlidir. Gözlerinizi yeşile boyar.

Türkümüz, ‘güzellik bir varlıktır’ diyor. Kanunlar, anıt ağaçları ‘varlık’ olarak kabul ediyor. Ve bir Japon haikusu: ‘Esirgemez kokusunu / Dalını kırandan da / Erik çiçeği.’

Anıt ağaçların üzerinde nasıl bir emek olduğunu görmek ve göstermek için, 2003 yılında, şöyle bir şey yapmıştım: 1968’de gövde genişliği 5 metre 28 santim olarak ölçülen bir çınar ağacını bulmuş ve otuz beş yıl sonra tekrar ölçmüştüm. 5 metre 40 santim gelmişti. 35 yıl ve 12 santim! Bu ağaç, Kadırga semtinin parkındadır.

Ne hikmetse, gittiğim-gezdiğim yerler, bende, ağaçlarıyla kalıyorlar. Adana deyince, aklıma sıtma ağaçlarının gelmesi gibi. Sözgelimi, Bolu iline bağlı Taraklı ilçesi, bu yaşıma kadar gördüğüm en güzel çeşme-çınar terkibine ev sahipliği yapıyor. Hicri 1147 tarihli Hüseyin Ağa çeşmesini ve çınarını görmenizi özellikle isterim. Bu terkipten, İstanbul’da da çok sayıda bulabilir, görebilirsiniz. Misal: Küçükköy’deki Hekimsuyu çeşmesi ve çınarı.

Sakarya ilinin Geyve ilçesinde, merkez parkında bulunan muhteşem meşe ağacını da unutmam mümkün değil. Bu ağacın bir benzeri, Kemerburgaz’a bağlı Çiftalan köyünde var.

Benim için en heyecan verici ağaçlardan birkaç tanesini de Söğüt’te görmüştüm. Çelebi Mehmet Camii’nin (1414-1420) avlusundaki kavak ağaçları. Kavaklar o kadar ihtişamlıydı ki, asırlık çınar ağaçları bile yanlarında sönük kalıyordu.

Gönül isterdi ki, İstanbul’un anıt ağaçlarını bir köşe yazısına sığdırmayalım, fotoğraflar eşliğinde özel haber yapalım.

Türklerdeki ağaç aşkı, sadece ‘tabiat sevgisi’yle açıklanamaz. Bu ağaçların her biri eserdir, emanettir, aziz birer hatıradır. Bir Japon atasözü, ‘hava soğuyunca, gölge veren ağaçları unutursun’ der. Bu ağaçları yaz-kış unutmayalım; sadece, şu an yaptığımız gibi, özel durumlarda hatırlamayalım.

Ne var ki, çok sayıda anıt ağaç, plansız şehirleşme, altyapı kazıları ve defineciler gibi başka etkenler yüzünden yok olmuştur.

Kalanları kurtarmak ve korumak adına, İstanbul’un anıt ağaçlarıyla ilgili yeni bir envanter çalışması yapılması gerekiyor. Ve ilave tedbirler.

Bir de öneri: Bu ağaçlara, konunun uzmanı rehberler eşliğinde geziler düzenlenebilir. Çok da güzel olur.

Yazımızı, anlamlı ve dokunaklı bir sözle bitirelim: ‘Ağaç ne kadar yüksek olursa olsun, yaprakları yere düşer.’

Etiketler

Bir yanıt yazın