Tarih Vakfı Kurucularından mimar İlhan Tekeli, toplu eserlerinin 25'inci ve son kitabı olan İstanbul'un Planlamasının ve Gelişmesinin Öyküsü ile kent tarihine ilişkin önemli bulgular içeriyor.
Mimarsınız. Fakat ilgilendiğiniz konular; şehir ve bölge planlama, sosyal sistemler, makro coğrafya, belediyecilik, iktisadi politikalar, şehir tarihleri, eğitim planlaması ve bilimsel felsefe tarih yazıcılığı gibi geniş bir yelpazeden oluşuyor. Önceliğiniz hangisi?
Benim ilk derecem inşaat mühendisliği. Daha sonra şehir ve bölge planlama eğitimi gördüm. Bu disiplinler arası bir planlama alanı. Benim gibi bu alanda çalışma süreniz 50 yılı aşınca kendiniz disiplinler arası bir formasyona sahip oluyorsunuz. Bilim adamlarının gelişmek için uzmanlaşması gerektiğine inanılır. Oysa uzmanların çalışma alanları daraldıkça, geneli görememekten doğan hatalar da artmaya başlar, onun için değişik alanların bilgisinin sentezini yapabilme hüneri önem kazanır. Disiplinler arası çalışmalara gereksinme artar. Benim ilk bakışta çok dağınık görünen çalışmalarım, böyle bir gereksinmeyi karşılıyor.
Peki, şehir tarihine ne zaman merak saldınız?
Şehir planlama eğitimi görmeye başlayan bir öğrenci kaçınılmaz olarak kent tarihine ilgi duymaya başlıyor, eğitim programınızda kent tarihi merkezi bir yer tutuyor. Eğer bir şehrin planı yapmaya girişirseniz ilk olarak o kentin tarihini araştırmaya başlıyorsunuz. Benim planlama pratiğine bağlı olmadan, kendi başına kent tarihi yazmaya 1970’li yıllarda başladım. Aslında kentin tarihi yazılacak bir varlık olarak görülmesi Türkiye’de çok eski değildir. Türkiye’de ilk kent tarihleri 1870’li yıllarda yazılmaya başlandı. İlk yazım yerleşme sistemleri tarihi üzerindedir. Osmanlı İmparatorluğunun kurumsal yapısıyla yerleşme sisteminin ilişkisini kurmaktadır. Bu çalışmalardan sonra Osmanlı sisteminde kentlerin nasıl dönüşüm geçirdiklerini çözümlemeye çalıştım.
Kent gelişimini 19 yüzyıldan başlayarak değerlendirmişsiniz. Bunun özel bir nedeni var mı?
Evet. Türkiye’de kent tarihi yazıcılığının önemli bir sorunu var. Yerleşmelerimizin çevresinde biraz arkeolojik çalışma yaptığında 7-8 bin yıllık bir tarihi derinlik ortaya çıkıyor. Bu nedenle her tarihçi kendisine bir dönem seçiyor. Ben de son 150-160 yıllık bir dönemi, yani İstanbul’un modernleşme dönemini seçtim. İstanbul’un bugünkü yapısı büyük ölçüde bu dönemlerde yaşananlar tarafından belirlenmiş. Ben bu dönemi dört ayrı alt döneme ayırarak inceliyorum. Birinci dönem 1838-1923 yıllarını kapsıyor, ben bu alt döneme utangaç modernleşme dönemi diyorum. İkinci alt dönem 1923-1948 yılları arasını kapsıyor, köktenci modernite diye adlandırılıyor.1948-1980 yılları arasındaki dönemde popülist bir modernleşme yaşanıyor. 1980 sonrasında Postmodernist etkiler yaşanıyor.
İstanbul’daki şehir planlaması Avrupa ile eş zamanlı mı?
Şehir planlama temelde modernleşmenin çocuğudur. Avrupa’da ve Türkiye’de 1850’lili yıllarda başlamıştır. Avrupa’da sanayi kentlerinin sağlıksız gelişmelerine çözüm bulmak için gelişmiştir. İstanbul’da ise bir yandan yayalar kentinden arabalar ve toplu taşıma araçları kentine geçişi yağlamak ve büyük yangın yerlerinin imarını sağlamak için gelişmiştir.
İstanbul zaman içinde nasıl bir dönüşümden geçti?
Kentler sürekli olarak bir dönüşüm içindedir. İstanbul’un da üç dönüşüm geçirdiği söylenebilir. Birincisi utangaç modernite döneminde bir sanayi kenti çerçevesi kazanmıştır. En büyük dönüştürücüsü yangın ve büyük sermaye projeleridir. İkincisi 1950’ler’de yapsatçı ve gecekondu sunum biçimlerinin yaşattığı dönüşümdür. Küçük birikimlerin dönüşümüdür. Kentleri apartmanlaştırmıştır. Üçüncüsü ise günümüzde deprem riskiyle meşrulaştırılarak TOKİ ve Gayrimenkul yatırım ortaklıkları gibi güçlü aktörler eliyle uygulanan dönüşümdür. Diğer iki dönüşümden önemli bir farkı siyasi bir proje haline getirilmiştir. Müzakereye kapalıdır.
Kentler neye göre şekilleniyor?
Kent planlamasının yapılmasını sadece bilgi birikimi sorunu olarak görmemek gerekir. Kent rantları çok caziptir. Uygulanıp uygulanmadığı büyük ölçüde siyasi kararlılığa ve kentleşmenin hızına bağlıdır. 150 Yıllık tarihi içinde İstanbul’un yarı planlı yarı plansız bir gelişme yaşandı.
Plan en çok ne zaman uygulandı?
Prost planı dönemi olmuştur. Ama bu dönemde İstanbul’un kentleşme hızının en düşük olduğunu unutmamak gerekir.
Şehir planlamalarında ekonomik, siyasi ve sosyal olguların ne gibi etkileri var?
Genel olarak kent özellikle İstanbul Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamında o kadar merkezi bir konuma sahip ki, kentin fiziki yapısıyla bu üç faktör karşılıklı olarak etkileşiyor. Artık geçmişin donuk planları, değil şeffaf olarak müzakere edilen planları söz konusu oluyor.
İstanbul’da bu dönüşümün izleri nasıl oldu?
Yaşanan dönüşümlerin dönemin gerçekliklerinden kaynaklanan zorunlu bir yanları var. Ama bu dönüşümlerin hangisinin başarılı hangisinin başarısız olduğunu söylemek görelidir. Yapılan dönüşümlerin zorunluluklar dışındaki yönlerinin başarılı ya da başarısız yönetilmesi üzerinde durmak gerekir. Bir bakış açısı tabii ki, çevrenin ya da tarihi mirasın tahribatı üzerinden yapıyor. Günümüzde yaşanan dönüşümlerin büyük ölçüde müzakereye kapalı güçlü aktörler eliyle gerçekleştirilmesi her üç kriter açısından da başarılı olduğunu söylemek zordur.
Araştırmalarınız sırasında sizi şaşırtan bulgulara rastladınız mı?
Her araştırma sürprizlerle dolu oluyor. Örneğin Türkiye ve İngiltere’de şehir planlama pratiğinin aynı tarihlerde yapılmaya ve kurumsallaşmaya başlaması.
Şehir planlama politikalarını nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’de var olan plan yapma pratikleri kurumsallaşma biçimi, mesleğin 1960’lı yıllardaki mantalitesini aşamamış görünüyor. Ama sorun sadece bu konuda değil, siyasi kültürümüz de başarılı bir planlamanın önünde engel görünüyor. Partilerimizin siyaset okulları var. Bilmiyorum siyaset planlama ilişkisi konusunda dersler veriyorlar mı?
Peki nasıl olmalı?
Katılımcılığa daha açık, merkezin emrivakilerine kapalı bir planlama ve yeni siyaset kültürüne ihtiyaç var. Siyaset kültürümüzde yanlış bir iktidar anlayışı var. Bu kent planlama pratiğine de yansımaktadır. Bizde siyasetçiler kendi dediklerini uygulatabilme kapasitesini iktidar olma olarak yorumluyorlar. Oysa günümüzde iktidar olmak sorunlar üzerinde oydaşma kapasitesine sahip olmak diye yorumlanmalıdır. Ancak bu halde bir demokratik iktidarın varlığından söz edilebilir.
Korunup geliştirilmesi nasıl mümkün olur?
Şehir plancılar günümüzde İstanbul’a Metropoliten kavramını kullanmıyorlar. Metropoliten sanayi toplumunun bir kavramı. Bilgi toplumuna geçince kentsel bölge kavramını kullanıyoruz. İstanbul yaşadığı dönüşüm işte böyle bir tek merkezli azman bir sanayi kentinden çok merkezli bir kentsel bölgeye geçiştir. Tabii bunu planlı bir biçimde yönetmek olanaklıdır. Oysa depremle meşrulaştırılan siyasallaştırılmış dönüşüm projesi bu geçişi planlı olarak değil, güçlü aktörlerin emrivakileriyle gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu nedenle de önemli riskler taşıyor.
Son dönemde İstanbul’un bazı semtlerinde değişiklikler yapıldı. Tarlabaşı, Taksim Meydanı, Emek sinemasının yıkımı, AKM gibi… Bu hamlelere nasıl bakıyorsunuz?
Bu konularda siyasetin toplumun bu konulardaki uzmanlarının görüşleriyle adeta inatlaşması ve siyasal güç sergileme aracı haline getirmesini anlayamıyorum. Türkiye’nin demokrasi kalitesi açısından bu durumdan çok rahatsız oluyorum. Demokratik toplumda bu tür kararların alınmasına üzülüyorum.
Önceliğimiz ne olmalı. Tarih mi, şehrin yaşanılır olması mı?
Hem tarihi mirasa saygı, hem de yaşam kalitesi. Tarihi yaşam kalitesinin engeli olarak görüyorsanız, yaşam kalitesi kavramınızda bir yanlış var demektir.
Şehir planlamasını siyasi politikalarla değerlendiriyorsunuz. Hangi hükümet döneminde neler yaşandı?
Ben tarihçinin rolünün değişik dönemlerin aktörlerini yargılamak olmadığını düşünüyorum. Yani ben şu başarılıydı, bu başarısız deme yetisini tarihçide değil okuyucuda olduğunu düşünüyorum. Tarihçi olabildiğince ona kaynaklara dayandırılmış bilgi sağlayacak, eğer bir yargılama gerekirse onu okuyucu tarihçinin otoritesine tabi olmadan kendisi yapacak diye düşünüyorum.
İstanbul’un kentsel dönüşümünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Güçlü aktörler eliyle çok hızlı bir dönüşüm yaşanıyor, önümüzdeki yıllarda bu dönüşüm çok daha hızlanacak, adeta türbülans içinde bir kent. Bu ne demek, nereye gideceği belirsiz demek. Beklenmedik sonuçlar doğurabilecek, risklere açık bir gidiş. Kentlerde risk alırken başka alanlardan daha çok dikkatli olmak gerekir. Yaratılan olumsuzluklar büyük ölçüde kalıcıdır. Son pişmanlıklar kar etmez.
Çarpık kentleşmenin ana sebebi ne peki?
Ben yazılarımda hiç çarpık kentleşme terimini kullanmam. Yaşamın gerçeğini tanımadan kendi normatif kabullerine göre elitist bir pozisyondan toplumu kolaycı yargılamalarının bir ifadesi olarak görüyorum. Eleştirel olmak gerekiyor, ama eleştirel olmak için daha ciddi çabalar gerekiyor.
Bunu çözmede kime ne rol düşüyor?
Bu ifadeyi kullananların kendilerini sorgulamalarından ve bunun kolaycılığını fark etmeleri gerekiyor.
Aynı zamanda eğitmensiniz. Okullarda öğrencilerinize en sık öğütlediğiniz şey nedir?
Benim öğrencilerime telkin ettiğim temel konu her konuyu ele aldığında özgün olarak düşünmeye çalışmak, doyumunu yeni çözümler önerebilmesinden almak, bunu yapabilmek için olup bitenler karşısında eleştirel olabilme kapasitesini yitirmemek.
Bundan sonrası için neler yapmak istiyorsunuz?
Sağlıklı oldukça boş durmak yok. Yakın gelecekte iki konu üzerinde çalışacağım. Bunlardan birincisi İzmir’in tarihle ilişkisini güçlendirme projesi olacak. İkincisi ise İzmir’in sürdürülebilirlik stratejisiyle ilgileneceğim.