Fatih Altaylı'nın yazısı.
Başbakan Erdoğan, İstanbul milletvekilleriyle yaptığı toplantıda 16/9 adını taşıyan projeyi sertçe eleştirmiş.
“Üstünü tıraşlayın dedim. Beni dinlemedi. Kendisiyle konuşmuyorum” demiş, projeyi yapan firmanın sahibiyle ilgili olarak.
Aslında 16/9 çok güzel bir proje.
İnşa edildiği yer İstanbul’un en kötü yerlerinden biriydi vaktiyle.
Kazlıçeşme.
Deri fabrikaları vardı. Kokudan, pislikten, fareden geçilmezdi.
Dalan kaldırdı hepsini Tuzla’ya yolladı.
Ama bir türlü bir şey yapılmadı oralara. Ta ki, 16/9’a kadar.
Şık bir proje olarak başladı. Bölgeye değer katacak bir inşaat gibiydi.
Önce kimseden negatif bir ses çıkmadı.
Ne zaman ki binalar tamamlanıp nihai yüksekliğine ulaştı, facia ortaya çıktı.
Karaköy tarafından bakıldığı zaman İstanbul’un en bilindik camili siluetinin içine saplanmış bir bıçak gibiydi.
Manzaranın içine etmişti tam anlamıyla.
Ama çok geçti artık.
Binaların imarı vardı, ruhsatı vardı, izni vardı. Her şeyi öyle veya böyle yasaldı.
Ama yine de haklı olarak kıyamet koptu.
“Bu binalara nazıl izin verilmişti?”
Verilmişti, çünkü kimsenin aklına “Bunlar yükselince nasıl bir şey olacak, nerelerden nasıl görünecek?” diye bir soru sormak, bir simülasyon yapmak gelmemişti.
Oysa teknolojiyi kullanarak bunu hesaplamak, önceden görmek çok kolaydı.Ama düşünülmedi, yapılmadı.
Tabii siluet dediğin “açıyla” alakalı.
Mesela metro geçişi için yapılmakta olan köprü de kimilerine göre silueti bozuyor.
Doğru.
Bir açıdan bakarsan, köprünün iki kulesi tarihi yarımadanın görüntüsünü kesiyor.
Ya daMurat Bardakçı’nın çektiği şu fotoğrafa bakın.
Şişli, Levent, Bomonti ve hatta Maslak’a yapılan gökdelenler İstanbul’un siluetini bitirmiş.
Onları ne yapacağız!
Acaba İstanbul’u toptan mı tıraşlasak!
Yoksa asıl olanın belediyeler olduğunu, fırsatçı müteahhitlerin her zaman daha fazlayı isteyeceklerini bilerek bu rezaletin asıl sorumlularının belediyeler olduğunu görüp, bu inşaatların neleri katledeceğini göremeyen izin mercilerini mi tıraşlasak!
Aslında İstanbul’daki görüntü rezaletinin başlangıcı ve şahikası Süzer Plaza denilen ve şimdi içinde Ritz Carlton Oteli’ni de barındıran binadır.
Sahibinin gücü ve kudreti sayesinde o belediyeden bu belediyeye yeri değiştirilen, bir çirkinlik abidesi gibi yükselen ve kimsenin bir şey yapamadığı o bina.
Bana “İstanbul’da nerede oturmak istersin?” dedikleri zaman hep “Süzer Plaza” diyorum.
“Aaa, o çirkinlikte mi?” diyenlere, “Evet. Çünkü İstanbul’da o binayı görmeden oturabileceğiniz tek güzel yer orası” yanıtını veriyorum.
Ve ne yazık ki, gazetedeki odamda otururken karşımda sürekli duran da yine o bina.
Her türlü katakulli ile yapılan o bina yıllardır duruyor ve bizden sonra da duracağı kesin.
Kimse bir şey yapamadı, yapamayacak da.
Şimdi bir de üstüne tüy dikmek için aynı yere İnönü Stadı’nın yenisi yapılacak.
Bir diğer rezalet Swissotel.
Bizzat belediye tarafından yaptırıldı hem de. Oradaki her yer boşaltılıp arazisi tahsis edilmek suretiyle.
Dolmabahçe Sarayı’nın üzerine kâbus gibi çökmekle kalmadı, havalandırma kanallarını kapatarak koskoca, güzelim sarayı tehlikeye düşürdü.
Ya Anadoluhisarı’nda Boğaz’ı katleden o dev siteye ne demeli!
Ondan çirkini var mı İstanbul’da.
Belli ki, İstanbul bu kavgayı kaybetti.
İstanbul’un bildik siluetini çocuklarımız ve gelecek nesiller ancak fotoğraflarda görecek.
Kimbilir belki doğrusu da bu.
1 Mayıs geliyor ya, yine tartışma başladı.
Sendikalar Taksim’i istiyormuş.
Allah aşkına biraz izan.
Bizim gazetenin merkezi Taksim’de.
Bizim buradan TaksimMeydanı 100 metre ya var, ya yok.
Aylardır gidemiyorum.
Delik deşik, çakır çukur.
Derme çatma köprülerden ulaşılabiliyor ancak meydana.
Her yer inşaat.
Taksim bu durumdayken Taksim’i istemenin ne mantığı var söylesinler bana.
Bu yıl başka bir yerde yapılsa ne olur sanki.
Seneye yine Taksim’de yapın ama bu yıl “Taksim” diye tutturmak insafsızlık.
Üstelik de tehlikeli.
Gelip Taksim’i bir görsünler.
Hâlâ istiyorlarsa söylenecek tek şey şu olur:
“Amaç bağcıyı dövmek.”