İstanbul’un Talanına Bir Tepki de 5. Rotterdam Mimarlık Bienali Küratörlerinden

5. Uluslararası Rotterdam Mimarlık bienali küratörleri de İstanbul'da süregiden kentsel talana karşı koyuyor.

Marmara ile Karadeniz arasında ikinci bir Boğaz açmaya yönelik kanal projesi, kentin kuzeybatısında yer alacağı söylenen yeni şehir projesi, kentin kuzey batısında yer alan üçüncü havalimanı projesi gibi kentsel müdahalelerin İstanbul’un kritik öneme sahip değerlerini baskı altına alacağı söylenirken “kent yapmak” eyleminin çeşitli aktörlerin bir araya geldiği bir koalisyonla gerçekleştirilmesi gerektiğine vurgu yapılıyor.

Bildiriyi imzalayanlar arasında 5.Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali Making City küratörleri Asu Aksoy, George Brugmans, Joachim Declerck, Kristian Koreman ve Elma van Boxel, Fernando de Mello Franco, Marta Moreira, Milton Braga, Henk Ovink, 6. Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali URBANbyNATURE küratörü Dirk Sijmons, 1.İstanbul Tasarım Bienali Musibet Sergisi küratörü Emre Arolat yer alıyor. 

Hazırlanan bildiri aşağıdaki gibidir:

İstanbul Dönüm Noktasında

Making City/Kent Yapmak teması çerçevesinde gerçekleştirilen 5.Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali (IABR) kapsamında Türkiye, Hollanda ve Belçika’dan uzmanların oluşturduğu bir proje grubu, İstanbul’un Arnavutköy ilçesinin de katılımıyla Arnavutköy alanının sürdürülebilir gelişimini konu edinen bir stratejik plan çalışması yaptı. Bu çalışma; kentleşme, tarım alanları ve içme suyu havzaları yönetimi konularını Arnavutköy’ün Sazlıdere Havzası özelinde ele alarak Bolluca’da ekolojik koridor oluşturulması ve Hadımköy çevresinde atık suyun tarımsal kullanıma kazandırılması için pilot projeler geliştirdi.

Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Aboutaleb, Aralık 2011’de bu plan çalışmasını meslektaşı Kadir Topbaş’a sundu. 5. IABR’nin ilgi çeken projelerinden biri olan bu çalışma, 1. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında İstanbul Modern Musibet Sergisi’nde sergilendi.

İstanbul’un kentleşmesine farklı ve yeni bir vizyon getiren bu çalışma İstanbul Modern’de sergilendiği günlerde, Arnavutköy’ün belirli kısımlarının yerel idareden alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kontrolüne bağlandığını ilan eden Bakanlar Kurulu kararı yayınlanmıştı. Bu karar doğrultusunda nerelerin Bakanlık kontrolüne alındığına baktığımızda, iktidar partisi AK Parti’nin 2011 seçimleri sırasında İstanbul’a ilişkin ilan ettiği, Marmara ile Karadeniz arasında ikinci bir Boğaz açmaya yönelik kanal projesi, kentin kuzeybatısında yer alacağı söylenen yeni İstanbul şehri projesi, kentin kuzey batısında yer alan üçüncü havalimanı projesi ve bütün bu altyapıları Boğaz’ı geçerek birleştirecek uluslararası otoyol projesinin gerçekleştirilmeleri için start verildi mi sorusunu sormaktayız.

Planlanan bu müdahalelerle İstanbul’un kritik öneme sahip değerlerinin büyük bir baskı altına gireceğini belirtmek gerekir. İstanbul’un mevcut imar planı, kentin Marmara Denizi boyunca yatay doğrultuda büyümesini öngörmektedir. Bunun nedeni, büyümeye devam eden metropolün hem kentsel hem de ekolojik değerlerini koruyarak gelişmesini sağlamaktır. Ancak, yukarda bahsedilen projelerle kentin büyümesinin yönü kuzeye çevrilmektedir. Bu da kentin kuzeyinde yoğunlaşan ve İstanbul’un tümünün sağlıklı yaşamı ve bunun sürdürülebilirliği için elzem olan doğal varlıkların tehlike altına gireceği anlamına gelmektedir. Kanal, en alçak zeminlere, dolayısıyla Sazlıdere içme suyu havzasına doğru, neredeyse Terkos gölüne değerek açılmak istenecektir. İstanbul’un içme suyunun en az yüzde 10’u böylece kaybedilecek ve yerine yeni kaynaklar aranmak durumunda kalınacaktır; bu da suyun giderek daha da uzak yerlerden getirilmeye çalışılması anlamına gelmektedir. Tarım daha da marjinalleşecek, tarımsal alanlar gayrimenkul yatırımcıları için daha da cazip hale gelecek ve İstanbul bugün sahip olduğu tarım ürünlerini yakınından elde etme şansını kaybedecektir. En az bunlar kadar önemli başka bir tehlike, kuzeyde yoğunlaşan bu yeni yapılaşmanın güneye doğru yayılması ve tüm dikkatler kuzeyde toplanmışken kentin diğer alanlarında kentleşmenin kendi kaderine terk edilmesidir.

Gazetelerde çıkan haberlerden anladığımız kadarıyla kuzeyde yapılacak yeni şehir, bugün İstanbul’da eksikliği hissedilen ekolojik çözümler ve yaşam kalitesini artıran avantajlarla donatılacak. Bu, yeni şehrin bir uydu gibi yalıtılmış bir şekilde kalacağı anlamına mı gelmektedir? Yoksa bu şehir mürekkep lekesi gibi kaçınılmaz bir şekilde güneyine doğru yayılırken etrafındaki ormanları ve tarım alanlarını, su havzalarını yutacak mıdır? Şehrin su havzalarını, tarımsal alanlarını koruyacak bir bütünsellik içinde planlanmadığı sürece bu yeni şehri “yeşil” yapmak, bu kentsel müdahalelerin tüm İstanbul için yaratacağı tahrip edici etkisini telafi etmeye yetmeyecektir.

Öyle görünüyor ki dünyanın en gözde şehirlerinden biri olarak uzun bir tarihe sahip İstanbul, bugün belirleyici bir dönemeç noktasındadır. İstanbul’un karşı karşıya olduğu seçim aslında basittir: dünyanın birçok megakenti gibi olmak, ya da Mumbai (Bombay), Cakarta ya da Nairobi gibi megakentlerden farklı olarak, sorunların önüne geçebilen ve büyüyen kentleşme ile herkes için iyileşen hayat standartları ve sağlıklı çevre hedeflerini dengeli bir şekilde bir arada tutmayı başaran (ya da en azından bunun için çaba gösteren) çekici ve tekil bir 21. yüzyıl metropolü olmak.

İstanbul bir kâbusa mı dönüşecek yoksa ilham verici bir örnek mi teşkil edecek? İşte bugün karşı karşıya olduğumuz soru budur. Bu bakımdan, önümüzdeki birkaç sene, bundan sonra gelecek İstanbullu nesillerin refahı ve mutluluğu için belirleyici olacaktır. Bu yeni ve son derece iddialı kentsel projeler, eğer söylendiği gibi İstanbul’un coğrafyasına paraşüt gibi iniverecek olursa, birinci senaryo gerçekleşecektir. Buna karşılık, bahsi geçen devasa yatırımlar kentin mevcut özelliklerinin gelişimi için değerlendirilecek olursa, çevresiyle, hayat kalitesiyle İstanbul’un korunması ve çekici kılınması mümkün olacaktır.

Şunu belirtmeliyiz ki İstanbul, birçoklarını kıskandıracak şekilde, ikinci yolu seçebilecek durumdadır. Gerekli bilgi, kaynak ve peyzaj kalitesinin hepsi burada mevcuttur. Aslında buna uygun politik vizyon da mevcuttur: AKP’nin 2011 seçim bildirgesinde 2023 Türkiye’si için ortaya koyduğu beş ana hedeften biri, yaşanabilir çevreler yaratmaktır. Tam da bunu sağlamak için, Arnavutköy için geliştirmiş olduğumuz kentleşme ile su havzalarının korunması arasında çözülemezmiş gibi görünen çatışmayı ele alarak bunları birbirini besleyen bir bütünün parçaları olarak kurgulayan yaklaşımımızın, İstanbul’da somut olarak neyin elde edilebileceğini modelleyen bir yaklaşım olarak değerlendirilmesini önermekteyiz. İstanbul’un geleceğine ilişkin ilginin bu kadar arttığı bir dönemde metropolün karşı karşıya olduğu sorunlar sistematik ve ilişkisel bir şekilde ele alınmalıdır. Tehlikede olanın ne olduğu sorusundan yola çıkacak olursak yapılması planlanan müdahalelerin ne gibi sonuçlar doğuracağını kapsamlı bir şekilde hesaplamalıyız. Biyoçeşitliliğe, ormanlık alanlara, tarıma, suyun teminine, hammaddelerin ulaştırılmasına ve kentlilerin rekreasyon ihtiyaçlarına kadar birçok başlıkta nelerin tehdit altına gireceğini değerlendirmeliyiz. Bu tehditlerle başa çıkılabilir mi? Özellikle yeni afet alanlarına ilişkin kentsel dönüşüm yasası ile gelişen kentsel dönüşüm dinamiği bağlamında mevcut kentsel altyapının daha etkin ve optimal kullanımı söz konusu olamaz mı? Böylece gereksiz harcamaları kısmak ve zarara yol açmamak söz konusu olmaz mı? Mevcut kentsel alanların sürdürülebilir büyümesi sağlanabilir mi? Kentin ihtiyaç duyduğu yeni altyapılar İstanbul’un sürdürülebilirliğini tehdit etmeyecek yeni yaklaşımlarla sağlanamaz mı?

Soru şöyle de sorulabilir: tüm alanın gelişimi bütünsel biçimde ele alınacak olduğunda bundan İstanbul’un kazanacağı artı değer nedir? Bizim tezimiz; içme suyu tedarikinin geleceğine, ekolojiye, ormanların parçalanarak ufalanmasının engellenmesine, tarımsal üretimin geleceğine, kısacası iyi kentsel planlama ve iyi mimarlığın yanı sıra geleceğin kentini çekici kılan bütün bu diğer konulara da birlikte bakılacak olursa İstanbul için çok farklı, sürdürülebilir ve daha cazip bir mekânsal düzenleme ortaya çıkarılabileceğidir. Altyapı ihtiyaçları ile bütünleşik biçimde çalışarak sürdürülebilir alan gelişimi elde edilebilir.

Dolayısıyla, biz İstanbul’da yeni bir koalisyonun kurulması gerektiğine inanıyoruz. Geleceğin kentinin hayat kalitesini beşeri, ekonomik ve ekolojik boyutlarıyla ele alarak iyileştirmeye çalışan kurumların, bireylerin ve şirketlerin bir araya geldiği bir koalisyon oluşturulmalı. Bu koalisyon sadece yorum yapmakla, politik ve entelektüel pozisyon geliştirmekle kalmamalı, gerekli durumlarda planlama yapmak üzere kolları sıvamalı: mevcut planlara alternatif olacak dinamik bir eylem planını geliştirmekle başlayarak “kent yapmak” eylemine aktif olarak katılmalı. Biz, İstanbul için ikinci seçimin yapılmasından yanayız; yaşanabilir bir İstanbul için, İstanbul’un yapımına aktif olarak katılmaya devam konusunda ısrarcıyız.

Etiketler

Bir yanıt yazın