İmalat sanayisinden, yoğun ve haksız dış rekabet sonucu çekilmek zorunda kalan kimi sektörler hızla inşaat alanına girmeye başladılar.
Alışveriş merkezi (AVM), işyeri ve konut inşaatı son 10 yıldır bütün hızı ile sürüyor. Bu konuda İstanbul başı çekiyor; devlet bütçesinden en büyük pay İstanbul’a ayrıldığı gibi, yerel yönetimin ve devletin uzun vadeli borçlanmalarla en büyük altyapı projelerini İstanbul bölgesine ayırdığını görüyoruz;
– İkinci uluslararası havalimanından sonra üçüncüsü de yolda (Sabiha Gökçen ve Silivri);
– Marmaray yürüyor, üçüncü Boğaziçi köprüsü için düğmeye basıldı;
– Dev stadyumlar İstanbul’da gerçekleştiriliyor.
– İnanılmaz ölçeklerdeki AVM’ler adeta kenti işgal ediyor.
Gümrük Birliği Anlaşması yüzünden,”üçüncü ülkelere yaratılan haksız rekabet olanakları sonucu” deri ve tekstil sanayileri çökmüş durumdan.
Eskiden Türkiye’nin en sağlam ihracat sektörü olan ve istihdamda başı çeken tekstil sanayisinin patronları artık inşaatçı oluyor. AVM’ler ithalatı körüklüyor; inşaat sektöründe dış girdi oranları inanılmaz boyutlara yükselmiş, ekonomiyi uzun vadede kemiriyor.
Çökertilen tekstil ve deri sanayicilerine başka yol bırakılmamış. Narin, Akyiğit, Aydınlı, Özdilek tekstilden inşaata kaymışlar (*). Zorlu ve Eroğlu gruplarının inşaata yaptıkları yatırım 5 milyar dolar. Zorlu’nun Zincirlikuyu’daki dev gökdelerlerinin “heybetli” yükselişlerini Boğaz’dan seyredebilirsiniz.
Dönüşüm ve değişim
Türkiye’de iktisadi yapıdaki değişim ve dönüşümü ilginç bir biçimde yaşıyor ve izliyoruz;
– Makro ve uzun vadeli program, plan ve stratejisi olmaksızın;
– Gidişatın piyasanın ve siyasi otoritenin tekeline bırakıldığı bir ortam içinde;
– İthalata ve “yerli üretimde yüksek dış girdi egemenliğine dayanan bir yapı” oluşturarak;
– Borçlar yoluyla faturası sürekli ertelenen bir gelişme;
– Ve sonuçta kronik cari açığın derinleştiği bir durum.
Türkiye GDO’lu büyümenin son safhasına gelmiş bulunmaktadır. İç yapı bozukluğunun yaratmakta olduğu sorunların bir büyük krize dönüşmemesi için kullanılacak tek “serum” olarak sadece “yeni ve büyük dış kaynak” kalmıştır.
Eğer bu duruma düşülmek istenmiyorsa planlı, programlı ve stratejisi belli bir yol, iş çevrelerinin önüne getirilmelidir. Aksi halde başıboşluk ve belirsizlikler derinleşerek sürüp gider.
Son zamanlarda plansız, programsız ve piyasanın insafına bırakılmış gidişten iş çevreleri de şikâyet etmeye başladılar. İSO’nun ve Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın bazı üyeleri, iş çevrelerinin önündeki yolu görmek istediklerini dile getiriyorlar.
Program, plan ve strateji bir boyutu ile teknik bir meseledir. Bir gökdelen inşa edilmeden önce nasıl planlanıyorsa ekonomilerde iş çevreleri, önlerindeki para, kur, yatırım, teşvik, ihracat, vergi politikaları gibi öğeleri önceden ana hatları ile bilmek ister.
Sektörler, şirketler bu belirli zemine göre kâr maksimizasyonlarını ve faaliyetlerini değerlendirir. “Bugünden yarına” kararlarla koskoca Türkiye ekonomisi yürütülemez.
Kronikleşen “cari açık ve istihdam sorunlarının” arkasında yatan esas neden budur. Yıllardır yaşanmakta olan başıboşluk ve plansızlık Türkiye’de tekstilden demirçeliğe birçok sektörü krizin içine itmiştir.
İthalat ve inşaat sektörlerinin diğer alanlar aleyhine öne çıkması iktisadi refah ve makro dengeler açısından büyük sorunları da beraberinde getirmektedir.
İnşaat sektörü, içerdiği rantlar sonucu şimdilik parıltılı görülse de uzun vadede tıkanmaya mahkûmdur. Özellikle İstanbul’da yaratılan rantlar sonucu avantajlı hale getirilen gelişmelerin, “alternatif ve ileriye dönük maliyeti yüksektir”.
(*) Tekstil İşveren Dergisi, Temmuz 2011