İTÜ Afet Yönetimi Enstitüsü, alınan beton karot örneklerinin binayı "yaralayacak şekilde" dayanıma zarar verdiği, alternatif bir yönteme gidilmesi yönünde çıkan haberlere yönelik bir açıklama yaptı.
Açıklama şu şekilde:
“Son günlerde sosyal medya ve internet üzerinden Jeoloji ve Jeofizik alanlarına atfen paylaşılan ve binalardan alınan beton karot örneklerinin binayı “yaralayacak şekilde” dayanıma zarar verdiğini, bunun yerine “mikrotremor titreşim yöntemleriyle” binaların depreme dayanımının belirlenebileceğini iddia ederek acılı ve endişeli halkımızı yanıltan, bununla da kalmayıp inşaat mühendisliği bilim dalına ve bunu icra eden kurum ve kuruluşların itibar ve yetkinliğine zarar veren paylaşımları görüyoruz. Söz konusu iddia gerçeklikten uzaktır.
Zira özellikle betonarme binaların deprem performansı ve depreme dayanıklılığının belirlenmesinde yürürlükteki güncel deprem yönetmeliği olan TBDY-2018 kapsamında yapılan çalışmalar, kesinlikle binaların mevcut durumunu zayıflatacak adımlar sunmaz. Bahsi geçen kolon ve perde gibi düşey taşıyıcı elemanlardan alınan beton karot numuneleri, numunenin alındığı taşıyıcı elemana dayanım bakımından zarar vermezler. Kaldı ki karotlar için açılan boşluklar yüksek mukavemetli özel harç malzemesiyle derhal doldurulurlar. Yönetmeliğe göre, bu tespitler tüm taşıyıcı elemanlarda değil, yeterli en az sayıda kolon ve perde elemanlardan alınarak yapılabilmektedir. Bu durum tibbi teşhis için alınan kan örneğine benzetilebilir. Alınan kan miktarı ve alma şekli, hastanın sağlığını olumsuz etkilemez, ancak çok önemli bilgiler içerir.
Beton dayanımının tespiti sonrasında betonarmenin diğer bileşeni olan donatı çeliğinin miktarını ve korozyon durumunu belirlemek için çok sınırlı miktardaki bölgelerde beton kabuk sıyrılarak altındaki donatılar tespit edilir. Sıyırma yapılan bölgelerde de benzer şekilde bu bölgeler hızla kapatılarak donatıların zarar görmesi engellenir. Sıyırma işlemi betonarme kesitin taşıyıcı olmayan dış kabuğunda gerçekleştirilir ve taşıyıcı eleman dayanımına kesinlikle zarar vermez. Sıyırma tespitinden sonra tüm yapıdaki donatıların miktar ve aralıklarının tespiti röntgen yöntemi gibi tahribatsız bir yöntemle tamamlanır.
Özetle, Deprem Mühendisliği bünyesinde zemin koşullarıyla üst yapı durumunu beraber değerlendirmek için yapılan çalışmalarda hem zeminden hem de yapıdan belirli miktarda numune almak gerekir. Mikrotremor yöntemi yer hareketi ve binanın hareket karakterinin çakışarak sarsıntının büyüme ihtimalini denetleyen bir testtir ve binanın deprem dayanımı hakkında bilgi vermez. Bu nedenle, yayılan bu talihsiz paylaşım gerçekleri yansıtmayıp, son dönemde sıkça yaygınlaşan bilgi kirliliğine çok ciddi oranda bir yenisini eklemektedir. Halkımızın buna itibar etmemesini diler, binalarının deprem dayanıklılığını, konusunda uzman İnşaat Mühendisi ekiplerinin yer aldığı kurum ve kuruluşlara başvurarak tespit ettirmelerini şiddetle tavsiye ederiz.”