T Buluşmaları’nın 3.’sü, 10 Mayıs’ta Danimarkalı mimarlık ofisi COBE'nin kurucusu ve yaratıcı direktörü Dan Stubbergaard’ın katılımıyla yapıldı. Stubbergaard konferansta ofislerinin genel yaklaşımlarını ve projelerini anlattı.
Şişecam Düzcam’ın “Mimarinin Şeffaf Yüzü” sloganıyla başlattığı, Arkitera Mimarlık Merkezi iş birliğiyle düzenlenen mimarlık etkinliği T Buluşmaları’nın üçüncü konuğu Dan Stubbergaard oldu. Mimar, ofis olarak yayınladıkları “Our Urban Living Room” kitabının ortaya çıkmasını da sağlayan yaklaşımlarından bahsederek konuşmasına başladı: “İyi bir kentsel mekan, kendi evimizin oturma odasının bir uzantısı gibi olmalı. Bu akşam size, farklı ‘kentsel oturma odalarından’ bahsedeceğim.”
Stubbergaard, ofis olarak hazırladıkları ve çoğu ödüllü olan projelerini, tasarımlarının kavramsal çerçevelerini çizen ve fiziksel formlarına dayanak olan konulara ve yaptıkları analizlere odaklanarak anlattı. Önemsediklerini anlattığı temel konular arasında şunlar vardı: bisikletli ulaşım altyapısı, geri dönüşüm, endüstriyel miras, sosyo-kültürel canlandırma, çocuklar için mimarlık, mimari demokrasi, mimarinin kentsel bağlama uygunluğu, kentin taşıma kapasitesi. Stubbergaard’ın sunumunu yaptığı projelerden bazıları şöyle:
COBE, projeyi hazırlarken şu soruları sormuş: “Altyapıyı kamusal alana nasıl dönüştürebiliriz? Karma bir yapıyı nasıl oluşturabiliriz?” Analiz çalışmalarında, meydandaki insan akışını haritalandırıp insanların mekanı nasıl kullandığını tespit etmişler. Bu spesifik analizin sonucunda, insanların hareketleri yeni istasyonun oluşmasında tasarımlarına rehberlik etmiş. İnsanların vakit geçirdiği alanların ve bisiklet park yerlerinin iç içe geçerek karmaşık bir yapı oluşturduğunu farkettiklerinde, toplamda 2.500 bisiklet kapasiteli bisiklet park yerlerini yerin 40 cm aşağısında, göz hizasının biraz altındaki çukurumsu alanlarda çözmeye karar vermişler.
Nørreport İstasyonu’nun hemen yanında tasarladıkları, yine altyapı+kamusal alan odaklı projede, “Altyapının (özel araç park yerleri) işgal ettiği bir alanı nasıl insanlara faydalı hale getirebiliriz?” sorusunu sormuşlar. Araç park yerlerini yerin altına alarak meydanı kamusal kullanım için aktif hale getirmişler. Ofis, park kullanıcılarının deneyimlerini de instagram üzerinden takip ediyormuş. Stubbergaard bununla ilgili şöyle dedi: “Bir mimar olarak benim için en önemli tecrübe, insanların tasarladığınız yeri günlük yaşantıda nasıl kullandıklarını görmek.”
Ofisin önemsediği konulardan biri de dönüşüm. Henüz tamamlanmamış olan projeleri The Silo’da “Kullanılmış kaynakları nasıl tekrar kullanabiliriz?” sorusundan hareketle, Kopenhag’ın endüstriyel limanı Nordhavn’da bulunan eski bir tahıl deposunu (siloyu) bir konut birimi ve kamusal mekana dönüştürmüşler. Stubbergaard projeyle ilgili şunları söyledi: “Bu betonarme bina yıkılmayı bekliyordu. Ama biz, ‘bu binayı dönüştürebiliriz ve ona değer katabiliriz.’ dedik. Tarihini koruyarak yeni alanlar yarattık. ‘Mevcut olanı kullanma olanağı var mı? Mevcutta olan şey dönüştürülerek, yeni bir değer oluşturulabilir mi?’ sorusunu sormak çok önemli.”
Ragnarock (Danish Rock Museum)
Ofisin, “dönüşüm” temasıyla yaptığı ve uyguladığı projelerden bir diğeri, Ragnarock, namı-diğer Danimarka Rock Müzesi. 2016’da uygulaması tamamlanan projede, eski bir fabrika, konser salonuna dönüştürülmüş. Ofis projede, mevcut betonarme salonları yenileyip rock müziği konseptine uygun kaplamalarla canlandırmış.
Kütüphane fikrini yeniden düşünme gerekliliğinden ortaya çıkan “The Library” projesini anlatan Stubbergaard, kütüphanelerin önceden tek fonksiyonlu mekanlar olduğunu, ancak günümüzde bunun yeterli olmadığını, kütüphanelerin gelecekte de ayakta kalmasını istiyorsak, başka fonksiyonlar da eklememiz gerektiğini düşündüklerini söyledi. Ekip The Library’yi sosyal-mekansal ayrışmanın fazla olduğu bir mahallede, bu alanın iyileştirilmesine katkıda bulunmak için tasarlamış. Eski bir fabrikanın yenilendiği projede, yapıyı oluşturan kutucuklar, çocuk-genç-yetişkinler için ayrı kütüphaneler, konser salonu, çok amaçlı salon gibi birbirinden farklı işlevlere sahip.
Ofis bu projede, “Çocuklar için ilham verici bir mimariyi nasıl ortaya koyabiliriz?” sorusunu takip etmiş. Çocukların istedikleri yeri çizmelerini isteyen ekip çizimleri inceledikten sonra, her bir çocuğun kendi küçük evinin olduğu bir köy tasarlamışlar. Stubbergaard, anaokuluyla ilgili Newyok Post’ta çıkan “Bir mimarın dehası çocuklar üzerinde boşa gidiyor.” manşetinden de bahsederek, bunun yanlış bir fikir olduğunu, çocukların zaman geçirdiği mekanların çok iyi tasarlanması gerektiğini söyledi.
Stubbergaard, “mimari demokrasi” temasıyla ele aldıkları Krøyers Plads projesinde, “insanları bir binanın oluşum sürecine nasıl dahil ederiz?” sorusundan yola çıktıklarını söyledi. COBE tasarım sürecinde mahalle sakinleriyle birlikte çalışmışlar ve süreç boyunca insanların katılımını sağlayıp, isteklerini dikkate almışlar. Sonuç olarak, binaların geometrilerini, yüksekliklerini çevredeki binalara göre tasarlamış, bağlama oturtmuşlar. Stubbergaard ayrıca, ofislerine müşterilerini, toplumdan insanları davet ettiklerinden, mükemmel bir gereç olduğunu düşündükleri legoları kullanarak birlikte tasarım yaptıklarından bahsetti.
Etkinlik soru cevap kısmından sonra tamamlandı.
4 yorum
Bilgi verici,tasarımlarının başlangıç sonuç ilişkisini çok yalın anlatan bir sunumdu.Kendi adıma gittiğim için memnun oldum. Soru-cevap kısmında her sorulan soruya katılanların kikir kikir gülmesine anlam veremedim.Protokolden bir beyefendi Adidas firması için tasarladıkları bir yapıda uyguladıkları inşaat yöntemini sorduğu vakit kahkahalar koptu salonda. yine protokolden Türkçe anlamayan ve kulaklığı olmayan biri bana dönüp söylenenleri çevirmemi istedi. Çevirdikten sonra “peki insanlar neye gülüyor “dedi. bunun cevabını vermek zorunda bırakılmak istemiyorum artık. Nitelikli bir kitlenin oluşmasını arzu ediyorum.
Çok garip bir durum olmuş. Sorular Türkçe olduğu için miydi acaba?
Benim de daha önceden katıldığım birkaç söyleşide Türkçe soru soranlara gülündüğünü görmüştüm. Ne garip bir şey ki kendi ülkemizde kendi dilimizi konuşmaya utanıyoruz diye düşünmüştüm.
Tahminimce soru soran beyefendinin yaşça büyük olması ve Türkçe konuşuyor olması. simültane çevrinin olduğu (ki bir ara kulaklığı taktım kadın çevirmen çok çok iyiydi) bir yerde neden Türkçe soru sorulmasın ki. Soru sonran kişi sayısı beşi geçmedi. Yine tahminimce İngilizcesine güvenmeyen mimarlarımız Türkçe sormak istemedi.(Çünkü bu hala karizmayı çizdirme unsuru toplumda)
Türk Star* Mimarların söyleşilerine de katılıyorum, soru yağmuruna tutuluyorlar…
Çünkü esas sorular, kokteylde soruldu. Dan Stubbergaard’ın etrafı sarıldı, kolay kolay da kurtulamadı. 🙂 Gösterilen ilgiden çok memnun olduğunu söyledi.