İzmir'deki kentsel gelişmeleri mimar Mehpare Evrenol değerlendirdi.
Türkiye’deki ekonomik büyüme ve inşaat sektöründeki hızlanmanın İzmir’e de yansıdığını ve kent merkezi dışında şehirde mahalleler oluşmaya başladığını söyleyen Evrenol Architects Kurucusu Yük.Mim.Mehpare Evrenol, İzmir’in yatay gelişmesi gereken bir kent olduğunun altını çiziyor.
Mavişehir ve Bostanlı civarının dominant etkisi olmayan yeni yerleşimler olduğunu, kendi içinde kente entegre olmaya çalıştıklarını bunun da zararlı olmadığını ancak en büyük korkusunun bu yükselmelerin Narlıdere ve Urla tarafına doğru da gerçekleşmesi olduğunu söyleyen Mehpare Evrenol; “Eğer bu gerçekleşirse İzmir Akdeniz kenti olma özelliğini kaybeder. Ki İzmir’in en temel özelliklerinden biri Akdeniz kenti olmasıdır. Akdenizlilik, insanların yaşantısıyla, kurgusuyla ve kordon boylarıyla da böyledir. Yükselen binalar kendi sosyal yapısını dayatacağı için bir anlam değişikliğine sebep verecek. Bunu İzmir için hiç kabul edilir bulmuyorum. İzmir’in iklimi binaların balkonsuz hayal edilemeyeceği bir iklim. Açılan pencere ve balkonla yaşayan bir şehirdir İzmir. Camı çerçevesi açılmayan cam cepheli binalar ancak ülkenin kuzeyine uygun bir yapı tipidir ve İzmir’e hiç uygun değildir” şeklinde konuştu.
Ünlü mimar Le Corbusier’nin 1948 yılında İzmir için yaptığı nazım planında kıyıda alçak ve arkaya doğru giderek yükselen aralıklı, nefes alan, imbat rüzgarını arkaya kadar iletebilen bir modelin söz konusu olduğunu belirten Evrenol, günümüzde bu modelin kaybedildiğini ve geri dönüşü olacağına da inanmadığını söylüyor. En azından şehrin bugünkü mevcut yoğunluk dağılımının korunması gerektiğini vurgulayan Evrenol; “Karşıyaka, Alsancak, Konak ve Güzelyalı’yı korumamız gerektiğini düşünüyorum. Bayraklı bölgesi son dönemlerde yeni bir merkez tayin edildi ve orada yüksek yoğunluklu, çok katlı yapılar yükselmeye başladı. Bu bir oranda Alsancak ve Karşıyaka bölgelerini koruyan bir ele alış ama Bayraklı’nın zemini problemli ve kent siluetini derinden etkileyen bu yükselme ne yazık ki oldukça yanlış bir dönüşüme işaret ediyor” dedi.
Düşey gelişmenin ancak büyük sanayi şehirleri ya da ekonomik yolların kesişmesinde yer alan İstanbul, Şangay, Dubai gibi kentlerde göze alınması gerektiğini söyleyen Evrenol, modern ve ikon olmak için İzmir’e yükselmenin yakışmayacağını vurguluyor. Evrenol, yüksek ve koyu cephelerin İzmir kent dokusuna aykırı bir siluet etkisi yaratacağının altını çiziyor. Özellikle denizle büyük entegrasyonu olan Urla yolundaki yükselmeden ve yüksek emsalli büyük projelerin yapılmasından tedirgin olduğunu belirten Evrenol, burada maksimum 8 katlı binalarda kalınmasını umduğunu söylüyor.
İzmir’deki kentsel dönüşüm çalışmalarında en doğru yaklaşımın yatayda gelişen, az ve orta katlı konut alanları olduğunun altını çizen Evrenol; “Az katlı konutlar için İzmir’in yangın öncesi kordon boyu hakim dokusunu oluşturan konutların mimari özelliklerini taşıyan yapı tipinin, tasarımın merkezine alınması gerektiğini düşünüyorum. Yüksek tavanlı, dar uzun pencereli, verandalı, desenli mozaik karolarla döşenmiş zeminlere sahip, çakılla bezenmiş bahçeli bu binaların, kentin iklimi ve geleneğiyle örtüşen, günümüz anlayışıyla düzenlenmiş, kentlinin aşina olduğu bir yaşam tarzı sunacağı kanısındayım. Benzer şekilde, orta katlı binalar ya da apartmanlar da beyaz rengin hakim olduğu, detayların modernleştirilerek entegre edildiği, geniş balkonlu İzmirlilerin sevdiği bir anlayışla projelendirilmeli. Hayalimdeki projede mutlaka kordon boyu gezinti imkanlarını sunan, tanıdık kaldırım döşeli, pasaport kahvelerine ulaşan aksa benzer ve biyolojik arıtma ile elde edilmiş su boyu yaşam alanı önermek var. Kullanıcılarına sıcak ve tanıdık bir atmosfer sunan sosyal donatıların kentliler için buluşma, karşılaşma ve niteliği yüksek bir boş zaman değerlendirme alanları olduğuna inanıyorum ki bu tür alanlar kent yaşamına çok fazla artı değer katmakta” şeklinde konuştu.