Büyükşehir Belediyesi emsalleriyle arasındaki farkı kapamaya kararlı görünüyor. İzmir Kent Ansiklopedisi, karıştırdıkça birçok dikkat çekici konuyla karşılaşacağınız, tamamı on cilt olması planlanan bir bilgi deposu.
Hâlâ bir tarafım İzmirli olduğundan dolayı mı nedir, ne zaman İzmir tarihiyle ilgili bir yayın çıksa merak ederim. Tarih açısından biraz ihmal edilmiş bir kent olduğunu düşünürüm İzmir’in. Gerçi merhum Ahmet Piriştina’nın başkanlığı döneminde başlayan yayınlar bu boşluğu bir ölçüde doldurdu. Ama kent tarihçiliğimize göz attığımızda İstanbul ve Ankara’nın açık farkla önde olduğu hemen farkedilir. Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi herhalde bu alanda yapılmış ilk önemli çalışmadır. Bursa Ansiklopedisi ve Kayseri Ansiklopedisi ise kent tarihçiliği açısından son yıllarda karşımıza çıkan yeni yayınlar oldular.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin çok kapsamlı bir yayınla aradaki farkı kapamaya çalıştığını görüyoruz. Planlanan on ciltlik bir ansiklopedi… Şimdilik iki cildi kentin “idari ve mahalli yer adlarına”, iki cildi de “tarihine” ayrılmış dört ciltlik bir öndeyişten ibaret. Arkeoloji, biyografi, mimari, kültür ve sanat, spor, tarım, ekonomi, coğrafya-turizm konularına ayrılmış olan diğer ciltler ise peyderpey bunları izleyecekmiş…
Yaşar Ürük ve İlhan Pınar’ın hazırladığı “Yer Adları” ciltlerinde önce idari yapılanmanın tarihi ele alınıyor, ardından kentin yapıları, coğrafyası ve kültürü genel bir bakışla aktarılıyor. Sonra sıra kentin ilçelerine geliyor. Sokaklara kadar uzanan bir ayrıntıda ansiklopedik bilgiler ayrı bir cildin konusu olarak karşımıza çıkıyor.
Beni daha fazla heyecanlandıran İzmir tarihine ayrılmış diğer iki cilt oldu. Büyük boy, her biri 400’e yakın sayfadan oluşan bu ciltlerde geniş makaleler biçiminde kaleme alınmış incelemeler buluyoruz. Konuların nereden nereye uzandığını gösterebilmek adına birkaç makalenin adını ve yazarlarını aktarmak istiyorum: “Çaka Bey ve ilk Deniz Feneri” (Kemal Arı), “Şeyh Bedrettin ve İzmir” (A. Munis Armağan), “17. Ve 18. Yüzyıl Seyyahlarına Göre İzmir” (İlhan Pınar), “İzmir’de Levantenler” (Umur Sönmezdağ,) “İzmir Milli Kütüphanesi ve Türk Ocağı” (Günver Güneş), “1922 İzmir Yangını” (Oktay Gökdemir), “İzmir İktisat Kongresi” (Alev Gözcü), “İzmir Fuarı” (Umur Sönmezdağ), “İzmir Suikasti ve Yargılamalar” (Kemal Arı), “Savaş, Varlık Vergisi ve İzmir” (Taner Bulut), “2. Dünya Savaşında İzmir’de Gündelik Yaşam” (Müslime Güneş).
Görüldüğü gibi ansiklopedi birbirinden ilginç konulara kucak açıyor. İzmir Kent Ansiklopedisi’ni ilk karıştırdığımda beni şaşırtan bazı ayrıntıları aktarmak istiyorum. Örneğin 19. yüzyılda İzmir ve çevresinde paylaşılamayan bir bitki varmış: Meyankökü. Başta Fransa ve İngiltere olmak üzere yoğun bir talep pazarı geliştirmiş. Meyankökü içki ve şekerleme imalatıyla tütünün işlenmesinde kullanılıyormuş. 1850’den itibaren bu ürünün toplanması ve işlenmesi için İzmir çevresinde âdeta meydan savaşları yapılmış.
Bir diğer dikkat çekici makale ise İzmir Milli Kütüphanesi ve sineması ile ilgili. Şimdilerde de ayakta olan bu binaları biliyordum elbette, ama sinemanın daha önce yapılıp İpekçi Kardeşler’e altı yıllığına kiralandığını ve onlardan alınan 45 bin lira kiranın kütüphanenin yapımında kullanıldığından haberdar değildim doğrusu. İzmir’de elektriklenmenin tarihi de ilginç bir konu. Kent elektrikle ilk kez 1890’lı yıllarda sinemalar aracılığıyla tanışmış. Yavaş yavaş bazı ticarethanelerde yer alsa da, kentin sokaklarının elektrik lambalarına kavuşması için Cumhuriyet’in kurulmasına kadar beklemek zorunda kalınmış. Tramvaylar ise bir türlü elektriğe geçememiş. 1947 yılında, atlı tramvaylara en son veda eden semt ise Karşıyaka olmuş. İzmir Fuarı öncesinde 9 Eylül panayırlarının yer aldığını da bilmek zor değildi. Ama ansiklopedide anlatıldığı üzere 1927 yılında bir “Numune Sergisi” açma girişiminden haberim bile yoktu. Kurulan “Yerli Mallarını Koruma Cemiyeti” tüccarlardan yerli kumaş kullanılarak yaratılacak bir “İzmir Modası” için çalışmalarını istemiş. Talimatnamede erkekler için “Kadıköy mamulü, beyaz üstüne siyah çizgili kumaştan avcı biçimi, medeni yakalı, kendinden kuşaklı ceket, yerli ipekten krem renginde takma yakalı gömlek, kravat, mendil ve herkesin zevkine göre dikilecek pantalonlardan” oluşan bir moda oluşturmaları istenmiş. Hayata ne kadar geçmiş bilemem…
İzmir’de karşımıza çıkan bir diğer ilginç teşebbüs de “Kemalist Köy”lerin kurulması olmuş. Kıyas, Çobaisa ve Örnekköy köylerinde uygulamaya konulan bu köy projeleri hakkında 1934 yılında Vali Kazım Dirik gözlemlerini şöyle aktarmış: “Öyle köylere rastladım ki mektebi, parkı, spor meydanı, sineması, radyosu, genel tuvaleti, fenni mezbahası, atış ve avcı kulübü, tayyare cemiyeti, kredi kooperatifi, tavuk-horoz istasyonu, Gazi heykeli, 500 lira harcanarak yapılmış köy duş yerleri, demirden çöp kutuları gibi medeni ve sosyal ihtiyaçlara cevap veren varlıkları bir araya toplamışlar.” Öyle merak ettim ki, bir daha İzmir’e gittiğimde söz konusu köylere uğrayıp o günlerden bugüne ne kalmış diye bakmadan edemeyeceğim! Ya da o zamanlar Kazım Dirik’in imgelemenin pek güçlü olduğunu düşüneceğim.
Varlık vergisi yılları da ansiklopedide bir madde olarak yer alıyor. Genel olarak İstanbul’da varlık vergisi döneminde azınlıkların ve yabancıların neler çektiğini biliriz. Ama İzmir’de durum biraz farklı gelişmiş. İlan edilen listeye gore İzmir’de varlık vergisi alınacak mükellef sayısı 4 bin 600, vergi tahakkuk miktarı ise 27 milyon lira imiş. Ödenen vergiler sıralamasında en üstte beş Türk adı yer almakta: Şamil Şükrü varisleri ve kardeşleri, İlhan ve T. Necipoğlu, M. Nafiz Delen, Nuri Sevil ve Sağıroğlu Müessesesi. 600 ila 700 bin lira arası vergi ödemişler. İzmir’in farkı nereden kaynaklanıyor acaba?
İzmir Kent Ansiklopedisi karıştırdıkça daha bir çok dikkat çekici konuyla karşılaşacağınız bir bilgi deposu. Diğer ciltlerinin de yayımlanmasını merakla bekleyeceğim. Ama iç kapağında baskı sayısının sadece 200 olduğunu görünce şaşırıp kaldım. Allah aşkına okur yazar sayımız bu denli mi azaldı yoksa? Vay halimize…