İstanbul'daki cemevlerini gezdik, gelişemeyen cemevi mimarisini Günkut Akın, Hülya Turgut ve Nevzat Sayın'la konuştuk.
Cemevi ibadethane mi değil mi tartışması ısıtılıp ısıtılıp çeşitli dönemlerde önümüze geliyor. Tartışmanın sığlığından sıyrılıp cemevi mimarisi üzerine bir haber hazırlayalım istedik. İstanbul’da gezdiğimiz cemevlerinin çoğunda bir mimari üslup ve tipolojiden çok derme çatma yapılarla karşılaştık. Çatısı akan, ısıtması, suyu, elektriği olmayan da var, prefabrik olan da. Uzmanlar özellikle İstanbul’da anıtsal nitelikli, özgün bir mimarisi olan cemevi olmadığını söylüyor. Belli bir mimari tipolojinin gelişmemesinde mevcut sığ siyasi tartışmaların önemli yer tuttuğunu söyleyen uzmanlara göre Alevilere yönelik mevcut baskı da en büyük etkenlerden. Bu baskılardan dolayı kağıt üzerinde çizilen birçok proje uygulanmıyor. Seçim döneminde oy kaygısıyla söz veren bazı belediyeler de sonrasında projeleri uygulamıyor.
Cemevi tipolojisinin zaman içinde gelişememesini Arkitera’ya değerlendiren Prof.Dr. Günkut Akın, bazı cemevi örnekleri olduğunu ama özgün örneklerin pek olmadığını belirterek, “Birçok örnek de hızla tahrip olmuş durumda. Bazı simgesel örneklerin vaktiyle yaygın olmuş olabileceğine inanıyorum. Benim gördüğüm birkaç örnekte de bunlar vardı. Ortada baskı olduğu için böyle bir sorun da var. Mekan olarak da genelde saklanmış mekanlardır cemevleri. 1990’dan sonra cemevinin ortaya çıkması gibi bir durum sözkonusu değildir. Şarkkışla’nın Yahyalı Köyü’nde ben olağanüstü anıtsal bir örnek gördüm. Rölövesini yaptım ve yayınladım. 19 yüzyıla aitti ve üzerinde kitabesi vardı. 1990 söylemi çok saçmadır bu açıdan” dedi.
Maltepe için hazırlanan ancak uygulanmayan bir cemevi projesi
“Cemevi İbadethane midir değil midir” gibi güncel tartışmaların cemevi mimarisinin gelişememesinde büyük etkisi olduğunu vurgulayan Akın, şöyle devam etti: “Alevilik malesef hep manipülasyonla gelegelmiştir. 1820’lerde ikinci Mahmut zamanında büyük bir katliam ve yok etme var. Birsürü cemevi yıkılması var. Alevilere yakın görülmesi gereken 30 bin Bektaşi Yeniçeri katledildi. İstanbul’da mezarlıklara kadar varan yok etme var. Alevilerin, Bektaşilerin, Yeniçerilerin mezarlıkları bile yıkıldı. Yavuz Sultan Selim, zamanında geçtiği her yeri kana bulamış bir adam. Bu fiziksel şiddetin yanında bir de simgesel şiddet yani söylem şiddeti var. Kürtlere de uzun süre “Kart Kurt” dedik. Aynı şekilde Alevilere de “Siz aslında müslümansınız, müslümanlığın bir mezebisiniz” dedik. Onlar da kısmen gördüğü baskı sonucunda, bazıları da iktidara yakınlık adına bu saçma söylemi sürdürdüler. Bunlar aslında ne Sünniler ne İran’daki Şiiler gibiler. Kendine özgü, çok özgün, inancın özünde çok eski imgeler de barındıran bir inanç grubu. Müslümanlıkla alakası yok. Bu çarpıtmalardan cemevi de etkileniyor. Cemevi de çarpıtılıyor.”
İnanılmaz bir manüplasyon olduğunu da söyleyen Akın şunları kaydetti: “Geri kalmıştır demeyelim ama insanlar nasıl kendini ifade edememişse mimari açıdan cemevi de kendini ifade edememiştir. İbadetleri gizliydi yakın zamana kadar. Anıtsal nitelikte cemevi özgün örneği yok. Cemevleri çok kötü durumda. Bektaşi ve Alevileri çok da birbirinden çok ayırmamak lazım. İstanbul’da anıtsal nitelikte bir örnek olduğunu sanmıyorum. Anadolu’da daha özgün örnekler bulunabilinir. Bir kere kırlangıç kubbeyi çok yaygın olarak kullanıyorlar. Hacı Bektaş’ta da var kırlangıç kubbe, dönen kareler zaten çok kolay simgeleşen bir bir şey. İstanbul’daki örnekleri baz alarak birşey söylemek zor. Camilere bakarsanız arkasında süni sermaye var. Onun sayesinde görkemli yapılar çıkıyor ortaya. Ama teneke camiler de var. Bu biraz maddi durumla da alakalı. Aleviler hala daha baskı altında. Benim gördüğüm Yahyalı’daki cemevinin olduğu köy bir Alevi köyüydü devlet, o köye bir cami yaptı. Ondan sonra güzelim cemevi de yıkıldı.”
Prof.Dr. Hülya Turgut cemevi mimarisinin gelişmemesinin nedenlerinin çok boyutlu olduğunu ve Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve politik sorunlar ile doğrudan ilişkili olduğunu belirterek şöyle devam etti: “Cem Kültür Evi mimarisini tartışmadan önce Aleviliği bilmek ve anlamak gerekir. Alevilik birçok alt bileşeni olan bir üst kültürdür. Bu kültürün en önemli bileşenleri ise dini inanç, dünya görüşü, yaşam şekli,sosyal ilişkiler, gelenekler, örf ve adetlerdir. Bu nedenle Cem Kültür Evleri sadece kutsal/ dini bir mekan değil; aynı zamanda sosyal bir mekan, inanç ve kültürün bugüne ulaşmasında önemli yeri olan bir kurumdur. Buna rağmen Alevilerin dinsel ve kültürel gereksinimlere yanıt verebilecek binalar bulunmamaktadır. Cem Kültür Evleri bir yandan bu gereksinimlere yanıt verirken bir yandan da Çağdaş Türk Mimarisine de katkılarda bulunmalıdır. Sorun; sadece kültürel ve işlevsel ihtiyaçlar değil, asırlardır çeşitli nedenlerle oluşmamış bir tipolojinin birdenbire, çok kısa sürede elde edilme çabalarıdır. Tipolojik bir yapı yaratmak yerine sürekli gelişim ve değişimi savunan, katı biçimsel formlar oluşturmadan zamana bırakılan tasarımlara ihtiyac vardır. 1996 yılında ‘Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Vakfı Cem Kültür Evleri’ yarışmasını düzenlediğimizde, ödül verilecek projeleri belirlerken ana bakış açımız buydu. Kendi tasarladığım projelere de hep böyle yaklaştım.”
Aleviliğin temelinde sevgi, saygı, hoşgörü ve akıl var diyen Turgut, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu nedenle Alevilerin dini, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan Cem Kültür Evlerinin; onların dünya görüşlerinin yansıtıldığı, sembolik ve simgesel değerlerin çok fazla abartılmadığı, mütevazi, insan ölçeğinde, doğaya ve çevreye saygılı tasarımlar olması gerekir.”
Isınma elektrikli ısıtıcı ile sağlanıyor (Fotoğraf: Arif Yaman)
Cemevi kavramının 1990’larda ortaya çıkması gibi bir durum olmadığını da sözlerine ekleyen Turgut: “Bu doğru değil, 90’larda hiç konuşulmayan Alevilik konuşulmaya ve tanınmaya başlandı. Asırlardır, Cem törenleri yapılır, ama izin verilmediği ve yasaklandığı için duyulmamıştır. Çok yakın bir geçmişe kadar Aleviler dini ritüellerini gizli saklı yapmak zorunda kalmışlardır. Bu nedenle temiz, insan ölçeğinde, büyükçe bir mekan onlara yetmiş; özel bir biçim taşıyan mekanlara ihtiyaç duymamışlardır. Yoksa, geçmişi çok eski zamanlara giden ve inanç bağlamında yoğun imgeler ve semboller barındıran bir kültürün dini mekanının olmaması mümkün müdür?” dedi.
Yurtdışında Cem Kültür Evi örneklerinin daha çok olduğuna da değinen Turgut “Ancak Türkiye’den örnek verin dediğiniz zaman size biçimsel açıdan çağdaş bir Cem Kültür Evi’ni anlatacak bir örnek göstermek mümkün değil. Kartal Cemevi biçimsel açısından örnek verilemez, ama işlevleri doğru olan bir yapıdır. Cem Kültür Evleri’nde üç temel öğe/ işlev vardır. Birincisi dini törenlerin yapıldığı , en önemli mekan Cem Salonu ( genellikle cemevi diye adlandırılır), ikincisi Lokma Evi, üçüncüsü ise sosyal amaçlı toplantı ve eğitim mekanlarıdr. Bu temel işlevler açısından Kartal Cem Kültür Evi iyi bir örnek. Fakat orada da mimari açıdan katı, formlar, biraz camiyi taklit etme durumu, kubbe var. Halbuki Cem Kültür Evi’nde Cem salonunda kubbe yoktur, sadece merkezi , ‘fiktif’ bir ışıklık vardır. Bunların yanı sıra, farklı işverenlere benim ve başka mimarların tasarladığı projeler var. Belediye başkanlarının oy kaygısıyla seçim öncesinde söz verdiği arsalara bu projeler çizildi. Fakat bütün emeklere karşın uygulanamadılar. Projelerin tasarım ve çizimleri tamamlanıp belediyelere teslim edildikten sonra trajikomik süreçler yaşandı. Özetle, sorumluluk duyarak, araştırarak, bilerek tasarlanacak Cem Kültür Evleri; çok özel bir inanç grubunun kültürel zenginliğinin ortaya çıkmasına, öz değerlerinin yitirilmemesine ve mimari cevreye yeni bir tipoloji kazandirmaya olumlu bir katkı saglayacaktır” dedi.
Maltepe’de uygulanmayan cemevi projesinden bir kesit
Konuyla ilgili olarak Arkitera’ya yaptığı açıklamada cemevi tipolojisinin gelişmemesinin iki önemli nedeni olduğunu belirten Nevzat Sayın şöyle devam etti: “Birinci ve en önemli nedeni geçmişte bugün anladığımız ya da anlamaya çalıştığımız gibi bir cemevinin olmaması. Alevi ibadeti/töreni Alevi köylerinde “Büyük Dam” denilen evlerden birinde yapılıyordu. Dede, yılın belli zamanlarında gelir ve yılda bir kaç kez tören yapılırdı. Daha sonra Aleviler kendi kimliklerini açıkça belirtmeye başladığında cemevi meselesi biraz daha farklı bir şekilde ortaya çıktı. Özel bir yapı olarak tanımlanmaya çalışıldı cemevi. Hatta geçtiğimiz dönemlerden birinde bakanlığın açtığı bir yarışma da vardı. Orda da insanlar bazı şeyleri denediler. Aslında cemevinin ortak bir geleneği yok, bu yüzden formu da yok. Dergah var. Hacı Bektaş Dergahı’nda dedeler, orada yaşayan, görevli olan insanların semahları ya da ibadetleri/törenleri söz konusudur. İnsanlar gelir, ziyaretlerini yapar ve giderler. Yerleşik, belirli bir form kazanmış bir yapı olmayınca bunun nereye, nasıl konulacağı tartışması da tuhaf bir şey oluyor. Bütün bunların asıl nedeni ise Aleviliğin temel olarak bir kırsal bölge inanç sistemi olması. Bu yüzden şehirdeki varlığını nasıl sürdüreceğini tam olarak bilemiyor. Bektaşilik, Aleviliğe oranla daha şehirli bir forma sahip olabilmiş. Bu yüzden de dergahların temelinde Bektaşi düşüncesi çok daha belirgin. Alevi-Bektaşi deyimi bir kavram çifti gibi kullanılıyor ve iç içe geçmiş görünüyor olsalar da ayrıldıkları en önemli nokta şehirli ve köylü olmaları. Şimdi Alevilik de şehirde kendine bir yer arıyor. Bu yüzden cemevi tartışmalarının sağlıklı yapılması çok önemli.”
Tipolojinin gelişmemesiyle ilgili olarak ikinci nedenin devletin cemevine yaklaşımı olduğunu söyleyen Sayın sözlerini şöyle sürdürdü: “Devletin zaten böyle bir niyeti yok. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı düşünün; sadece Sünni-İslamik bir yapısı var. Ve bu konuyla yapıcı bir ilişkisi yok. Dolayısıyla konu çok sahipsiz, ortada kalıyor. Sünni baskı öylesine fazla ki bu konular Alevi kurultaylarında bile konuşulamıyor. Biz bir süredir Fethiye’de bir cemevi projesinde çalışıyoruz. Doğru bilginin ne olması gerektiğini, dedeler, bu konuyu önemli bir misyon edinmiş insanlarla tartışarak bulup çıkarmaya çalışıyoruz. Ancak çok iyi bir mimar, çok iyi cemaat önderleri, bir dernek yönetimi, tutkuyla biraraya gelirlerse ortaya iyi bir şey çıkacaktır. Üzerine çok düşündüğüm bu konuda çıkardığım sonuçlar bunlar.”
Yalova’da yapımı devam eden bir cemevi
Cemevinin Alevi geleneğine sonradan eklendiğini de sözlerine ekleyen Sayın, “Cemevi sizin tasarımınız ile oluşacaksa; çok iyi bir mimarsanız, çok iyi bir ‘işveren’e sahipseniz bütün yapıları nasıl yapıyorsanız onu da öyle yaparsınız. Ama “Olması gerektiği gibi olmuş mu?” sorusunun cevabı için ister istemez teolojik bir alana da geçilmiş olur. Teolojik alana geçtiğiniz zaman da bu tartışmaları teoloji bilenlerle tartışmakta yarar var. Alevi inancındaki ibadet, Sünni inancındaki gibi değildir. Caferilik ile Aleviliği, ya da Şii’lik ile Aleviliği karıştırmamak lazım. Alevilik, Anadolu Aleviliği, Alevi Bektaşi geleneği tamamen başka bir kaynaktan çıkar ve kendine özgü ritüelleriyle Şamanist geleneği de sürdürür. Bu gelenekte de ağaçlar,dağlar,tepeler de ibadet mekanlarıdır. Bu yüzden cemevi yapılarının neye benzeyeceği konusunda bir boşluk oluşuyor. Yöreden yöreye bile değişebilmeli cemevi yapıları. Coğrafya belirleyici olmalı. Fiziki coğrafya da beşeri coğrafya da çok önemli. Akdeniz bölgesinde yaşayan ve “Tahtacılar” diye anılan kökten gelen ve o geleneği sürdüren bir Alevi grup için bir cemevi yapıyorsanız, yöreye ve yöresel geleneklere uygun bir yapı yapmanız gerekir. Cemevleri, belli standartları olmaktan çok o yöreye uygun olmalı. Zihinsel olarak da fiziksel olarak da” dedi.