Arkeologlara haksızlık ediyoruz. Şöyle ki: Bir yönetici inşaatları arkeologların geciktirdiğini söylüyor. Çanak çömlekle gelişmeye ket vurduklarından bahsediyor.
Türkiye için pek çok şey söyleyebilirsiniz. Demokrasisi tökezler, bürokrasisi bitmez, büyük şehirlerinin trafiği eksik olmaz. Ama ne derseniz deyin, bu güzel ülkede öyle bir şey vardır ki mümkün değil göz ardı edemezsiniz. O da dünyanın hiçbir yerinde olmayan eşsiz tarihi. Medeniyetlerin beşiği de buradadır, asırlar boyu süren imparatorlukların merkezleri de.
Hâlâ tereddütte olan şaşkınlar varsa sırf son birkaç yılda ortaya çıkarılanlar, onları silkeleyip kendilerine getirmek için yeter.
Mesela Marmaray kazıları sayesinde Yenikapı’da bulunanlara bir bakalım. Önce bir Bizans limanı ve 35 tekne bulundu. Henüz ortaya çıkarılanların tasnifi bitmemişti ki, limanın altından bir de neolitik döneme tarihlenen yerleşim birimleri çıktı. Birden İstanbul’un yaşı 8 bin 500’e yükseldi. Biz limanın bulunmasına sevinirken, taş devrine giden tarihimizle iyice şımardık. Şımardık diyorum çünkü bulunmaları yetermiş, kayda geçirilmelerine gerek yokmuş gibi inşaatın durmasına hayıflanmaya başladık.
Arada da arkeologlara haksızlık ediyoruz. Şöyle ki: Bir yönetici çıkıp inşaatları arkeologların geciktirdiklerini söyleyiveriyor. Çanak çömlekle uğraşıp, gelişmeye ket vurduklarından bahsediyor. Onların bu bakışı da bulaşıcı bir hastalık gibi insanlara sirayet ediyor. Oysa devlet ve halk desteği bu işin olmazsa olmazı. Hukuki çerçevenin arkeoloji tarafında yer alması, kamuoyuna bu işin öneminin anlatılması çok önemli. Kaldı ki şehirlerin altını metrolar, üstünü havalimanları ve köprüler ile doldurunca gelişmiş olmuyoruz. Ancak yine de arkeologları bu gelişmenin önünde engel olarak göstermek insafsızlık.
ODTÜ’den arkeolog Tuğba Tanyeri Erdemir kültürel mirasın yönetimi konusunda çalışıyor. Yani tam aradığım kişi. Onun için sabırla anlatma, benim için de silkelenip kendime gelme zamanı.
“Arkeologlarla kamuoyu arasında genellikle bir iletişim sorunu var” diyerek söze başlıyor. Ya arkeologlar kendilerini anlatacak mecra bulamıyorlar ya da insanlar dinlemek istemiyorlar. Sonuçta hiçbir arkeolog, her şeyi olduğu gibi tutalım, kavim yaşantısına dönelim demiyor. Zaten bu mümkün de değil. Hatta arkeologların kendileri bile arkeoloji için ‘yıkıcı bilim’ diyorlar. Daha ne desinler?
Tek istedikleri, tarihi kalıntılar çıktığında hemen tespit yapmak ve hızla her şeyi kayıt altına almak. Bu kayıtların tutulması, ayıklanması, yayınların yapılması şart. Tüm bunlar hepimiz için önemli; torunlarımızın torunlarının bizleri bilmesi için önemli; kültürel soyağacımız için önemli. Önemli de önemli.
Bu arada arkeolog denilince gözünüzün önüne Indiana Jones gibi maceradan maceraya koşan, dünyayı gezen biri gelmesin. Kazıda çalışan bir arkeolog, elinde fırça, toz toprak içinde gün boyu dizlerinin üzerinde ter döküyor. Çoğu zaman su yok, rahat bir yatak yok. Üstelik gün, sabahın ilk ışıklarıyla başlayıp güneş batana kadar devam ediyor. Ondan sonra hemen uyumak da söz konusu değil. Geceler bulunanların kayda geçirilmesine ayrılıyor. Kazının ardından da laboratuvar faslı başlıyor. Bulunan parçalar testlerden geçirilip, kesin tarihleri belirleniyor. DNA örnekleri ile birbirlerine yakın yerleşim yerlerinin sakinleri arasındaki bağlar ortaya çıkarılıyor.
Başlığa bakmayın; arkeologlar kimseye karşı değiller. Unutmayın, onlar da burada yaşıyorlar. Hepimiz gibi trafik problemi çözülsün, modern hayatın rahatlıkları gelsin istiyorlar. Ara verilen inşaatların maliyetlerinin, insanlara getirdikleri külfetlerin de farkındalar. Onun için çok çalışıyorlar, hızla işlerini tamamlamak için didiniyorlar. Tüm bunların üzerine bir de oyunbozan diye çağrılmak ağırlarına gidiyor. Haklılar.