Hüseyin Bütüner, Işıl Sencar Ertosun ve Cem Korkmaz, "Kalebodurla Mimarlar Konuşuyor" dizisi kapsamında Bütüner Mimarlık'ın arka planını, ilkelerini, anlatıyor ve genç mimarlara tavsiyelerde bulunuyor.
1988 ODTÜ Mimarlık mezunu Hüseyin Bütüner, meslekteki 30 yılını 10’ar yıllık üç bölüme ayırıyor. Mezun olduktan sonra hemen çalışmaya başlayan Bütüner, aynı zamanda sürekli olarak yarışmalara hazırlanıyor. Mezun olduktan bir sene sonra İlk on yıllık dönemin oldukça zor koşullara sahip olduğunu, mimarlık ofislerinin bugünkü kadar iş yapmadığını ve yarışmaların bugünkü kadar sık düzenlenmediğini belirtiyor.
Yarışmaların iyi bir çıkış sağlayabileceği düşüncesiyle yarışmalara katılıyorduk. Hilmi Güner ve Ali Osman Öztürk ile 1991’de Saraçlar Çarşısı’nın yarışmasını kazanmıştık. Daha sonra Artı Tasarım olarak üçlü meslek hayatımıza profesyonel büro kurarak başladık.
Bütüner, Ankara Saraçlar Çarşısı projesinde o güne kadar Türkiye için yeni olan rampalı meydan kavramını tasarımına katıyor. Ancak uygulama sürecinde, yeni mezun olmanın getirdiği tecrübesizlikle de istediği başarıyı sağlayamadığını dile getiriyor.
Projemiz konsept safhasında çok iyiydi. Rampalı meydan kavramı ve altında çarşı yapısı vardı. Hatta rahmetli Raci Bademli, kentsel mekan tipolojisine yeni bir tip kattığımızı söylerek bizi onurlandırmıştı. Ama bu projenin uygulama aşamasında esnafların baskısı gibi unsurlar bizi çok zorladı. Sonuç olarak çok memnun olmadık hatta hayal kırıklığı da yaşadık.
1998’de Ali Osman Öztürk’ün ayrılmasıyla Hilmi Güner ve Hüseyin Bütüner iki kişi kalıyor ve Bütüner’in ikinci on yıllık dönemi başlıyor. Bu dönemin ilk döneme göre daha iyi geçtiğini anlatan Bütüner, özgüveninin yerine geldiği dönem olarak tanımlıyor. 2008’de ise Hilmi Güner ile yolları ayrılıyor, yoluna tek başına devam ediyor.
2008’den beri bence Bütüner Mimarlık en keyifli döneminde ve beğenmediğimiz, bize zarar vereceğini düşündüğümüz işleri almayarak çizgimizi ve sağlam duruşumuzu bozmayarak günümüze kadar sürdürülebildik.
Işıl Sencar Ertosun, 2004’te mezun olduktan sonra hemen Artı Tasarım’a giriyor ve 14 senedir Hüseyin Bütüner ile çalışmaya devam ediyor. Ertosun, Bütüner Mimarlık’ta usta-çırak ilişkisinin önemli olduğunu vurguluyor. Tek tasarım sorumlusunun olduğu ve yanında çalışanların bulunduğu bir ofis ortamı değil, herkesin üretime katıldığı bir ortamın olduğunu belirtiyor. Ofisin her iki dönemine de şahit olan Ertosun, bu sürecin projelere etkisini şu şekilde anlatıyor:
Hüseyin Bey, ofisi büyük tutmaktan ziyade, az ama nitelikli iş almaya inanıyordu ve proje çeşitleri çok olsa da eğitim, teknopark gibi belirli alanlarda uzmanlaşan ve tecrübesine tecrübesine katan bir dönem oldu, bu tecrübe de sonuca etki etti.
Ertosun, küçük ölçekli ama çok ince düşünülmüş, sadeleştirilmiş, yalınlaşmış yapıları daha çok tercih ettiğini belirtiyor. Bilkent Üniversitesi Yüzme Havuzu Binası, ODTÜ KKTC Kampüsü, Işıl Sencar Ertosun’un en beğendiği ve Bütüner Mimarlık ilkelerine en uygun bulduğu projeler arasında. Ayrıca Ertosun Bütüner Mimarlık projeleri hakkında şu sözleri dile getiriyor:
Ölçek bizim en önemli kaygımız, iç mekan – dış mekan ilişkileri çok önemli. Biz penceresi açılmayan ofis yapmayız. Dışarıdan kopuk, nefes almayan yapı yapmıyoruz.
Cem Korkmaz, nispeten daha genç bir mimar olarak son on yıllık süreci şu şekilde değerlendiriyor:
Türkiye’de son on yılda bağlam ve problemler oldukça değişmiş durumda, pek çok mimarlık ofisi de bunu söyleyecektir. Daha yavaş düşünerek irdeleyerek geliştirilen zamanları derinden kıskanıyorum. Daha yavaş, daha bütünleyici bir süreç isterdim.
Ertosun’un belirttiği herkesin üretime katılabilmesi durumuna Korkmaz bir kez daha vurgu yapıyor ve önemini belirtiyor:
Bizde aslında herkes her projede katkı sunabildiği miktarda sunuyor yeni mezunlara da stajyerlere de istekleri becerileri doğrultusunda biraz onları zorlayıcı görevler veriyoruz. Bu kültürü de bize Hüseyin bey yansıtmış ki burada beraber konuşuyoruz.
Hüseyin Bütüner son olarak Türkiye’deki mimarlık eğitiminin güncel sorunlarına değiniyor, niteliksiz okulların çoğalmasından bahsediyor ve öğrencilere öğütler veriyor:
Artık eskisi ODTÜ ekolü İTÜ ekolü MSGSÜ ekolü konuşmak lüks hale geldi. Bir çok üniversite ve mimarlık okulları var, bu kadar çok okul ekol kavramının sağlıklı bir şekilde devam etmesini yıpratıyor ve bu okullar arasında büyük bir standart farkı var.
Bugün her ne kadar bilgiye rahat erişilebilse de yurtdışındaki projeleri yerine görmek, ofislere gitmek çok önemli. 1987’de mezun olduğumda Avusturya’ya, Paris’e bürolara gittik. Bizi içeri almasalar bile pencereden ortamını görüyorduk, çalışanlarla muhabbet ediyorduk. Bu çok önemli.