Kamu Projelerinin Müellifleri Kimler?

Aşağı yukarı bütün kamu projelerinde ya proje müellifi, ya danışman, ya da raporu veren kuruluş olarak koskoca isimleri ile üniversiteler yer alırlar.

Aşağı yukarı bütün kamu projelerinde ya proje müellifi, ya danışman, ya da raporu veren kuruluş olarak koskoca isimleri ile üniversiteler yer alırlar. Bir belediye başkanın tasarım yapması nasıl mümkün değilse, bir üniversitenin de kurum olarak tasarım yapması, rapor vermesi, danışmanlık yapması mümkün değildir.

Bugün trafiği Taksim Meydanı’nın altına alma, caddeleri yarıklara dönüştürme fikrinin Başbakan Erdoğan’a ait olduğunu zannedenler çoğunlukta. Sanki Başbakan “şu trafiği Taksim’in altına alsak ne güzel olur” demiş, ondan sonra çalışmalar başlamış. Bu projeyi benimseyenlerin de, karşı çıkanların da azımsanmayacak bir bölümünün böyle düşündüğünü tahmin ediyorum. Oysa bu tamamen yanlış bir bilgi. Kendimi bildiğim bileli, İstanbul’un yönetimine kimler geldiyse, bütün belediye başkanlarının ortak takıntısı Taksim’deki caddeleri tünel yapmak. Peki, yalnızca Taksim’deki caddeleri, yolları mı? Hayır, İstanbul’da ne kadar meydan, kesişen cadde, kavşak varsa, istisnasız yapmak istedikleri bu. Belediye kaynaklarının bir sınırı olmasa, bir de zamanları yetse, kentte ne kadar kavşak varsa, hepsini tünellere dönüştürmenin hayalini kurarlar. Büyükşehir Belediyesi’nde uygulanmak için sıra bekleyen projeleri bir görseniz, dudaklarınız uçuklar.

Nişantaşı, Beşiktaş, Karaköy, Mecidiyeköy… neresi için olursa olsun. Bugüne kadar yöneticilerin kafalarındaki ideal kent meydanları Eminönü,Aksaray, Topkapı’da yapıldığı gibi dalış rampalı, istinat duvarlı, tünelli olanlardır. İster yakınında Yenicami gibi eşsiz bir mimarlık eseri, ister dünyada eşi benzeri kalmamış, değerli kentsel sur varlığı olsun.

Yöneticilerinin ellerinde yeterli kaynak ve zaman olsa, İstanbul’un bütün tarihî meydanlarını, caddelerini köstebek yuvasına çevireceklerinden eminim. Olmadığı için iri granit taşların yerine beton taş döşetirler. Sonra granit taş taklidi baskılı beton. Yeterli kaynak olsa, kentte ne kadar önemli anıt, kültür varlığı varsa“restorasyon” adı altında yıkıp taklidini yapacaklarından emin olabilirsiniz. Surlar, camiler, saraylar hiç farketmez. Çok bilgisiz, çok cahil, çok kötü niyetli olduklarından mı? Hayır.

Hangi partiden olursa olsun, kent yöneticileri neden aynı takıntılara sahipler? Sorulması gereken asıl soru zannedersem bu.

Bu fikirler onlara değil, piyasa ilişkileri içinde bağımlı “iş gören” uzmanlara ait. Eğer bir değişiklik yapmazlarsa, onlar, yani belediye projecileri de müteahhitler de para kazanamayacaklarını bilirler. Bu yüzden kentin yöneticileri değişse de kente müdahale biçimi değişmez.

Bir örnek:

90’lı yıllardaydı. Bir ahtapot gibi Taksim Meydanı’nın altına yerleştirilen tünellerin uygulama projesi hazırlandığını öğrendik. Bu projeyi hazırlayan çok değerli“uzmanlar” (bunların hepsi İstanbul’un en köklü üniversitelerinin hocalarıydı) ısrarla Belediye Başkanı’nı tünellere ikna etmeye çalışıyorlardı. Çünkü onlara göre bu tür uygulamalar alternatifsizdi ve bizim itiraz etmemiz de onlara göre yersizdi. (Nitekim beni onlara rahatsızlık verdiğim ve boş yere toplantılarla meşgul ettiğim için olsa gerek,“sen bu kadar uzmandan daha iyi mi bileceksin” diye sormuşlardı.) Bugün gene yöneticiler aynı şeyi söylüyor: “Tüneller teknik bir konu, tartışması mı olurmuş…”

Dönemin Belediye Başkanı (Sözen) ısrarcı olmadı, bizi dinledi. Bir dolu toplantı yapıldı. Kendisine dalış rampalarının bu caddelerde açacağı derin yarıkların yer aldığı maket gösterildi. Bu gereksiz işin nasıl bir maliyete ve sorunlara yol açacağı anlatıldı ve sonucun nasıl bir şey olacağına dair bir fikir sahibi olması sağlandı. Daha sonra da bir çok gönüllü mimar trafiği sınırlandıracak, parklanmayı engelleyecek, yaya ulaşımını kolaylaştıracak alternatif öneriler getirdiler. 

Erdoğan yönetime geldiğinde bu projenin geçmişinden haberi yoktu. Taksim’deki tünelli projeyi aşağı yukarı aynı hâliyle kucağında hazır buldu. Hatırlayanlar bilir, o zaman da bazı çevrelerin itirazları ise bu projenin üzerine çizilen çemberlereydi. 28 Şubat sürecinde Taksim Camii tartışması en gerilimli konulardan biri oldu. Tüneller, kentin merkezini kıskaca alan tüneller tozun dumanın altında kaldı. Tüneller zaten bir ulaşım projesiydi. Tartışılacak bir niteliği yoktu. Siyaset de o zaman da (bugün olduğu gibi) henüz bulutların üzerinden yeryüzüne inmemişti. Bu yüzden Taksim, Cumhuriyet’in en simgesel kamusal alanı, on yıllarca asfalt ve otopark olarak kaldı, park Trafik Vakfı tarafından işgal edildi, o çıkarıldı bu sefer Çevik Kuvvet yerleşti. Ama hiçbir zaman ve hiçbir türlü zekice bir yöntemle ele alınamadı.

Kentin merkezindeki yeşil alanlar, kültür yapıları, stadyum, çok amaçlı salonlar, spor alanları özelleştirildi. Kentin konserlere elverişli yegâne kültür merkezi, AKM işlevsizleştirildi. 2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olduğunda kentin yenilikçi bir deneyim yaşama fırsatı heba edildi.

Kentte herşey değişir, ama bu kapalı proje geliştirme sistemi değişmez. Projelerle ilgili sorunlara işaret edildiğinde belediye yöneticilerinin ilk söyledikleri şey “ama o projeyi falanca üniversite hazırladı” olur. Sözünü ettikleri de genellikle bir devlet üniversitesidir. “Eleştiriyorsunuz ama” derler, “projeyi falanca üniversite yaptı.”

Aşağı yukarı bütün kamu projelerinde ya proje müellifi, ya danışman, ya da raporu veren kuruluş olarak koskoca isimleri ile üniversiteler yer alırlar. Bir belediye başkanı (Gürtuna) dengeyi gözetmek zorunda olduklarını, eğer bu konuda dikkatli davranmazlarsa eleştirilerin arttığını söylemişti. Arkasından da bize bir liste göstermişti.

Üniversitede yer alan kişiler kamuya ait bilgileri ve imkânları kullanmamak kaydıyla, belli koşullar sağlanarak kamusal alanda proje işleri, sanat eserleri üretebilirler. Ama sanat, mimarlık, tasarım işleri sivil alandaki faaliyetlerdir. Bir belediye başkanın tasarım yapması nasıl mümkün değilse, bir üniversitenin de kurum olarak tasarım yapması, rapor vermesi, danışmanlık yapması mümkün değildir. Kamu kimliğinin sivil kimlikten ayrılmamış olması, tasarım, sanat eserlerinin kamu kişilikleri tarafından gerçekleştirilmesi yalnızca tekelci imtiyazlar tanınması anlamına gelmez, aynı zamanda yaratıcı düşünce alanının oluşumunu engeller. 

Üniversitelerin elbette ki kentle ilgili konularda fikir üretmesi, bu çalışmaların kamu tarafından desteklenmesi de gerekir. Ancak üniversiteler fikirlerin yarıştığı bağımsız kamusal kurumlardır. Eğer üniversiteler bilim adına çalışmalar yürütüyorlarsa, kadroları ve öğrencileri ile birtakım çalışmalar ortaya koyuyorlarsa, bunların herkese açık olması, üniversite kimliğini, imkânlarını kullanan birtakım kişilere bir ayrıcalık yaratmaması gerekir. Üniversiteleri desteklemek için ayrı kamu programları olmalıdır. Örneğin AB ülkelerinde mimarlık, şehircilik, sosyal hizmet gibi proje işlerine üniversiteler adına birilerinin katılması, adını kullanması mümkün değildir. Üniversite mensuplarının projelerde kamuya ait bilgiyi kullanmayacaklarını taahhüt etmesi zorunludur. Çünkü bu çalışmalar kamu adına üretilmiştir ve yarışkanlık koşullarının oluşması için herkesin erişimine açık olması gerekir.

Şimdi, İstanbul’da birbirinin ardına bir dolu kamusal müdahalenin gündeme geldiği bu kafa karışıklığı ortamında kolaysa “bu kamu projelerinin müellifleri kimler” diye sormayı bir deneyin!

Etiketler

Bir yanıt yazın