Meydanlarımızı, yayalaştırılması gereken tanımsız boşluklar olarak tasarlama çabaları, meydanları kamusal alan olmaktan uzaklaştıran yaklaşımlardır.
Tarih boyunca meydanlar, kamusal nitelikleri belirginleştikçe içinde bulundukları kent için anlamlı mekânlar haline geldi. Soyut bir kamusallıktansa işlevsel, görsel ve anlamsal bir somutlaşmayı fiziksel olarak görünür kılan meydanların, içinde bulundukları kentlerle birlikte var olarak, kentlilerin zihin dünyasının yapısal unsurları haline geldiği söylenebilir. Bir meydanın kamusal niteliği arttıkça o meydan, kentteki çelişki ve çatışmaların görünür hale geldiği, karşılaşmaların meşrulaştığı bir ‘yer’ kimliği kazanır. Bu anlamda kentlerin tarihi kadar meydanların da tarihi, bir meydanın tarihsel süreçte hangi aşamalardan geçerek kamusal alana dönüştüğü, bu süreçte şehir plancılarının, tasarımcıların ve kent yönetimlerinin hangi ölçütleri dikkate aldığı ve bu ölçütlerin meydanların kullanıcılarıyla nasıl ilişkilendiği, hem o meydan hem de kent için önemli konu başlıklarına işaret eder.
Yakın zamanda Taksim Meydanı özelinde başlayan ve Beyazıt ve Kadıköy Meydanlarına ilişkin sürdürülen ‘meydan’ tartışmasının, ‘kentli, kenti tasarlayan ve kenti yöneten’ üçlüsü adına anlamlı bir zeminde sürdürülebilmesi içinse kentlerimizdeki meydanların oluşumunun ve tasarlanmasının esas amacının, bu alanları birer kamusal alana dönüştürmek olduğunun kabulü, bu kabulün gerçekleştirilmesi için de kent planlama ve tasarım disiplinlerinin biriktirdiklerine başvurmak gerek. Başta Taksim olmak üzere tüm meydanlarımızın kentlerimizde anlamlı bir varoluşa erişebilmesi için temel bazı reçeteler üzerinde konuşmaya ancak bu şekilde başlanılabilir. Böylesi bir reçeteyle bir medyanı ele almanın ana başlıkları belki şöyle özetlenebilir (1):
‘Zamansal’ olarak bir meydan, geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ilişki ve sürekliliği, fiziksel yapı, işlevsellik, mevsimsel ve gündelik döngüler temelinde ifade edebilmeli. Altın çağ arayışına ya da bir dönemi öne çıkarmaya uğraşmamalı.
‘Doğal’ olarak bir meydanın peyzajı, kendi başına bir değerdir ve akustik, atmosferik, gölgeleme ve yansıtma, görünüm, mikro klima, denetim/mahremiyet ve diğer birçok açıdan tarihsel süreklilikleri olmalı.
‘Grafik’ açıdan bir meydan, imaj, şekil, renk ve işaretleriyle kendisine özgü bir ortam dili oluşturmalı.
‘Mimari’ açıdan bir meydanın fiziksel özelliklerini meydana getiren tüm unsurlar (binalar, yer kaplamaları, anıtlar vb.), o meydanın tarihsel işlevini meydana getiren ana kavramsal çatıyla tutarlı olmalı.
‘Mekânsal’ boyutta meydanı oluşturan kent parçaları, sınırlar, izler, nirengiler ve düğüm noktaları, o meydanın tarihsel anlamlar dağarcığını zedelemeyecek bir açıklık ve yalınlıkla ifade edilmeli, korunmalı.
‘Psikolojik’ olarak meydan, estetik, eğlence, eğitim, kaçış ve daha birçok deneyimin yaşandığı bir sahne niteliğindedir. Bu sahnede farklı deneyimlerin nasıl bir dengede var olacağı, bu dengenin kentsel algıyı nasıl dönüştüreceği dikkatle ele alınmalı.
‘Fizyolojik’ açıdan meydan, görme, tatma, dokunma, duyma ve koklama duyularını belirgin anlam atıflarıyla uyaran bir kurguyu sunmalı.
‘Evrensel’ düşünülünce bir meydan, ‘herkesindir’. Meydan, her yaş grubuna, engellilere, dezavantajlı toplum kesimlerine, tüm etnik ve dini gruplara açık bir niteliğe sahip olmalı.
‘Sosyal’ süreçte meydan, kentsel atmosfere sahiptir. Festival, konser, protesto gibi planlı faaliyetlere, plansız karşılaşmalara, oturma, seyretme, yeme, aylaklık etme gibi eylemlere mekân olma niteliğini taşımalı.
‘Kültürel’ boyutta meydanın, ‘somut olmayan’ bir kültürel sürekliliği olduğu söylenebilir. Her meydanın kendine özgü davranış biçimleri, şarkıları, edebiyatı ve deneyimleme yolları bulunur. Meydana müdahale, bu yapıya da müdahale demektir.
‘Yeniden canlandırma’, bir meydanın tarihsel ihtiyacı olabilir. Meydanın farklı boyutlarını özenle ele alarak meydanı daha zengin bir deneyim mekânı, bir kamusal mekân haline getirmek, önemli bir kentsel faaliyet.
‘Dayanıklı ve sürdürülebilir’ bir meydan anlayışı, tasarımın kalbinde yer almalı. Meydan, sorumlu bir yaklaşımla değişen koşullara cevap verebilen, müdahaleler karşısında kendini yenileyebilen, farklı kuşaklara eşit tepki verebilen bir yer olmalı.
Meydan bir ‘hisler’ demetidir. Dünyaca ünlü kamusal mekânlar olarak meydanlar, özgün ve çekici bir yer hissi yaratır. Bu his, yer, zaman, keşif ve merak duygularını bükerek kentin olağan akışında bir farklılık yaratır.
‘Katılımcılık’, hem tasarımda hem sahiplenmede anahtar unsurdur. Tasarım ihtiyaçlarının belirlenmesinde kullanıcının ortak aklının belirlenmesi, tasarım alternatiflerinin oluşturulup katılımcı bir süreçle olgunlaştırılmasında disiplinler arası yaklaşımın benimsenmesi, bir meydanı kamusal alana dönüştürme potansiyeline sahip kendi başına yaşamsal bir kentsel faaliyettir.
Meydanların ‘öykü’leri vardır. Bu öyküler, meydanları, üzerine inşa edildikleri kavramlarla birlikte anlamlı ve hatırlanır kılar. Meydanların düzenlenişi, bu öyküleri yeniden anlatma yetisine sahiptir.
Taksim başta olmak üzere kentlerimizdeki tüm meydanları, her ne pahasına olursa olsun yayalaştırılması gereken tanımsız, bağlamsız boşluklar olarak tasarlamak yönündeki yüzeysel çabaların, meydanları kamusal alan olmaktan uzaklaştıran yaklaşımlar olduğu görülmeli. Uygulanan kentsel politikaların tüm hoyratlığına rağmen, kentlerimizin hâlâ öyküleri var. Bazılarında meydanların kamusal alana dönüşme potansiyeli de var. Ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi ve bir kamusal mekânlar armonisinin kentlerimizde bestelenebilmesi için, önce yukarıda sayılan farklı boyutların katılımcı ve disiplinler arası tartışmayla olgunlaştırıldığı bir ortama ihtiyaç var. Bu tartışma ortamı olmaksızın, www.stephensplanning.com/public_open_space.pdf en yeni ve gelişmiş teknolojiye dayalı malzemeleri kullanarak kentsel yüzeyler yaratmak mümkün görünüyor ama kamusal mekânlar olarak meydanlar oluşturmak zor!
1. Ric Stephens (2011) http://www.stephensplanning.com/public_open_space.pdf 21/02/2012. (*Atılım Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi, Yardımcı Doçent Doktor, Şehir Plancısı)