"Batman, Dark Knight Rises" filmi izleyiciye kentin iki yüzlü ahlakını şehrin "üstü" ve "altı"nı faşizm ve sol tiradlarıyla sorgulatması ile eleştiri konusu oldu.
Film günümüz kapitalizmine dair korkuları, arzuları, savunuları ve eleştirileri genel olarak batı merkezci bir dille fakat “iyi niyetle” anlatmaya çalışan dolayısıyla yer yer kendi çelişkilerini açık eden türde bir senaryoyla karşımıza çıkıyor. İşimiz sinema eleştirisi yapmak olmadığından ve bu sene değerli David Harvey’in İstanbul ziyareti vesilesiyle bir hayli fordizm ve post modenizm tartışması yaptığımızdan konumuzu biraz daha eğlenceli yanına, işin kentle ve kentin sinemadaki rolüne odaklamayı seçiyorum.
Filmde Batman emekli olalı sekiz yıl olmuş. Gotham pırıl pırıl. Çünkü Gotham’da artık ciddi bir suç kalmamış. Demek ki neymiş kapitalizmde de -Harvey Dent Yasası ile- düzen kalıcı olarak sağlanabiliyormuş. Yani öyle patlamaya hazır, potansiyel bir bomba değilmiş.
Önceki filmlerde görmeye alışkın olduğumuz ve genelde distopya olarak sunulabilecek Batman filmleri ve hatta serinin ilk filmlerinde yerden çıkan dumanlar, uçuşan yarasalar, çöplükler ve havada giden metrolarıyla 2100 yılına ait fütüristik bir şehir olan Gotham manzarası yerini, metropolün sembolü olan bir kente bırakmış.
Aslında bu biraz Christopher Nolan’ın gerçekçi tutumuna ve süper kahramanlar camiasını bizden birine uyarlama eğiliminden kaynaklanıyor. Tabii bunda Batman’in diğer süperkahramanlar gibi doğaüstü güçlere sahip olmamasının da payı var. Batman’in kostümü bir zırh, Robin de soytarı gibi giyinmemiş… Ayrıca beraber filme gittiğim arkadaşımın tüm film boyunca hayran hayran baktığı kedi kadın da, insan dışı, kedi gibi seksi olmakla beraber, miyavlayıp durmuyor. Bane’in maske takmasının sebebi de hüzünlü bir hikayeyle bize aktarılıyor.
Hangi Kent Gotham’ı Daha İyi Anlatıyor? New York dediğinizi duyar gibiyim. Fakat Nolan için Hindistan, İrlanda, Romanya, Hong Kong, Londra, Los Angeles, Şikago her yer Gotham olabilir. Filmin çoğu Pittsburgh, Pennsylvanya’da çekildi ve diğer kentlerde çekilen sahneler ile birleştirildi.
Nolan, Pittsburg’u, Gotham’ın ihtyaç duyduğu Gothik ve Art Deco ürünlerinin buluştuğu modern bir metropol yapabilmek için Nathan Crowley ile çalıştı ve bunun için birleşitirilen sahnelerde özellikle şeffaf cephe gökdelenleri öne çıkarttı… Böylece New York ve Şikago “hybrid”i bir kent, bizlere plato olarak sunuldu.
Fifth Avenue Place, Stubbins Associates
Geri dönelim Gotham’da yaşayanlara… Herşey yerli yerindeyken yerin altında “iş” vardır. Metropolis’ten bu yana yerin altında yaşamaya zorlanmış sınıfın bir kısmı şimdi her nasılsa lağımcı misali bir çete oluşturarak yeni bir tehdit oluşturmuştur ve sıradan faşizm bununla başa çıkamamaktadır. Yerin altındaki yaşamın sınıfsal öğeler ile özdeşleştirilmesi Fritz Lang- Metropolis’den, Emir Kustrica- Underground’a kadar çoğu filmde görebileceğimiz bir araç. Batman’de de yer altında örgütlenen çete fakir ve dışlanan insanlardan oluşurken, kent ile ilgili sahnelerde her zaman üst gelir grubunu görüyoruz. Anahtar nokta şu: Bane halk hakkında konuşup duruyor ama Gotham City halkı filmde görünmüyor bile. Ortalıkta halktan kimseyi görmüyorsunuz. Sadece Wallstreet kalabalığı figuranları. Dolayısıyla gördüğümüz yanlızca iki sınıf var. Üst sınıf ve alt sınıf. Neymiş kentin güzel yerleri zenginlere aitmiş. Bir de yardım ettikleri yetimler ve benzeri kurumlar var…
Ya da Nolan bize şunu söylemek istiyor: Eğer Gotham halkı mevcutsa, sistem çöktüğünde, halk da hemen ayaklanacak. Bu Gotham vatandaşlarının baskıdan yıldığını ve Bane’in iyi adam olduğunu gösterir. Ama biz sadece sürüklenen zenginleri ve onların yıkılmış evlerini görüyoruz. İnsanlar bu filmde öylesine silik ki, yollarda sivil bile araç görmüyoruz. Her sahnede yolda gördüğünüz her şey ya Batman’e, ya polislere ya da Bane’e ait ve bu adam akıllı kullanılmamış kent caddelerinde bir hayli garip görünüşlü kaza sahnelerine sebep oluyor.
Bane’nin kentin herkesin olacağı yönünde naralar atması, borsayı işgali Nolan’ın işi Occupy Wall Street hareketine bağlama isteğini akıllara getirmedi değil! (Google’layalım lütfen! “Dark Knight Rises” + “Occupy Wall Street”)
Ve kentin işgali… İşte bir kentsel dönüşüm hikayesi başlıyor, patlayan bombalar ile kentin yerlebir edildiği bizim sahip olduğumuz kuşbakışı açıdan kent adeta bir dönüşüm içerisine gireceği izlenimi yaratılıyor. Herkesin eşit haklara sahip olacağı düzenin başlangıcı…
Manhattan Bridge
Kentin kime ait olduğu konusuna geri dönersek Selina Kyle’ın kız arkadaşı Holly ile arasında geçen diyalog bizi ve sistemi kalbinden yaralıyor,
Selina Kyle: “Burası eskiden birinin eviymiş”
Holly: “Ne önemi var şimdi herkesin evi”
Düşünüyoruz… Daha iyi bir kent olabilir mi? Bane iyi biri olabilir mi? Aslında halka eşitlik getiremez mi? Halkın ayaklanması herkes ile eşit haklar istemesi suç mu? Harvey Dent’ten tutun, kentin kaçış yollarını patlatan polislere kadar, güvendiğimiz dağlara karlar yağarsa ne yapacağız? Çözüm başka bir faşizan kuvvet mi, yoksa bir toplu harekette mi?
Senaryo bu özgürlüğü size vermiyor. Bane gerçek bir eşitlikçi değil -Nolan ve senaryo sağ gösterip sol vuruyor diyelim- anarşist olduğundan, yıktığının yerine bir şey koymuyor ve Gotham’a eşitlik getirmek yerine çizgi romana uyulmayan bir başka hikaye kahramanı olarak sunulan Miranda Tate, atom bombasını patlatıyor. He! Bomba da kentin en fazla 20-30 km yakınında patlıyor ama kimsede bir 3. göz vakası olmuyor…
Kara Şövalye Yükseliyor, sonuç olarak bir süper kahraman üçlemesinden beklenen aksiyon sahnelerini başarıyla sunan, bu anlamda serinin ilk filmlerini kenti set olarak kullanmakta geride kalmış ama teknolojik araç kullanımı ile üçlemeyi ileriye taşımış bir film. Ayrıca mekanda Gotham’la, zamanda ise “bugün”le sınırlı kalmayan film için biraz daha konsantrasyon lazım diyelim. Nacizane fikrim çoğumuzun çocukluk kahramanı Batman’ı izleyeceğimiz onca zevkli dakikaların ardında, kent neyi sembolize eder, düşerse kim kaldırır? diye sorup da çelişki de kalan bir film göreceğimiz. İyi seyirler.
1 Yorum
Budur:)