Herkesin erişebildiği kentsel açık alanların kullanımının toplumdaki "demokrasi" pratiğini ne denli etkilediğini belki de ilk defa Gezi Parkı eylemlerinden sonra kent parklarında düzenlenen forumlarda görebiliyoruz.
Kentsel açık alanların bir demokratik toplum aracı ve toplumun etkileşimin en yoğun olduğu alanlar olduğu kabulü ile kentlerimizi hızla sorgulayalım… Parkların kentte yaşayan farklı birey ve gruplara birbirleriyle karşılaşma ve birbirlerini tanıma fırsatı sunduğunu, toplumsal grup ve kitlelerin bir araya gelme ve düşüncelerini ifade etme alanı olduğunu bugüne kadar düşünememiştik. Kentlerimize, parklarımıza bir demokrasi aracı olarak hiç bakmamış, kullanmamıştık.
Kentin kitlesel sosyal hareketlerin yansıması olduğunu bilirdik ama parkların birbirimize saygının fiziki yansıması olacağını ise hiç hayal edemezdik.
Hiç birşey imkansız değilmiş onu öğrendik. Kent dile geldi mesela. “Katılıyorsak alkış yok, eller havada… Katılmıyorsak, kollar çapraz!”
Peki bugüne kadar parklar niye suskundu? Yoksa asıl susan biz miydik?
Biz neden parklara gitmiyorduk, parklar mı yetersizdi? Parklar bugüne nasıl gelmişti? Gelin forumların en kalabalık geçtiği Abbasağa ve Yoğurtçu Parkı’na biraz daha yakından bakalım.
YOĞURTÇU PARKI
2010’da son haline kavuşan, 14 bin 600 metrekarelik yeşil alana sahip olan Yoğurtçu Parkı’nın mazisi bir hayli eskilere dayanıyor.
Yoğurtçu Parkı’nın bulunduğu yer başta olmak üzere Haydarpaşa, Moda ve Kuşdili çayırları ile Uzun Çayır halkın rağbet ettiği gezinti alanları arasındaydı.
18. yüzyıla kadar mesire yeri olan alanın park olarak düzenleme çalışmaları ise ilk olarak 1912-1914 arasında Cemil Topuzlu’nun şehreminliği sırasındaki ikinci imar operasyonları döneminde yapıldı. Fakat Yoğurtçu Parkı olarak adlandırılan yer aslında pek ağaçlık biryer değildi. Eski tarihlerde bulunan ahşap köprüden başlayıp Kalamış Koyu’na kadar uzanan ve Kurbağalıdere’yi içine alan dar bir çimenlikti. Sadece yazları çalışan bir kır kahvesi vardı. Ahşap köprünün başında, ağaçların altında dondurmacılar, kağıt helvacıları, leblebiciler, şerbet ve su satıcıları bulunurdu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan “Hilál-i Ahmer Kadıköy Şubesi”nin başkanı olan Süreyya İlmen ise Yoğurtçu Çayırı’nı kurutmayı ve bataklıktan kurtararak büyük bir orman haline getirmek için dere kenarına bir rıhtım yapmayı ve bu rıhtımı Moda İskelesi’ne kadar götürmeyi önerdi. Yoğurtçu köprübaşına çadır kurdurmuş ve iki kazık üzerine derenin ileride alacağı manzarayı gösteren bir tablo asıldı. Halka yapılacaklar önceden gösteriliyordu. Yapılacak yardımlara bir çağrı hazırlamıştı. Burayı bir orman yapıp ortasına da bir müzika yeri yapılmasını ve cuma günleri halka çalınmasını istemişti. Dereden çıkarılan toprakla rıhtımın arkası doldurulmuş ve bataklık olan yerler drenajla kurutulmuştu. Çayıra, çam, çınar, ardıç fidanları diktirilmiş, rıhtım boyunca kanepeler konulmuştu. Bugünkü Yoğurtçu Parkı’nın temelleri böyle atılmıştı.
ABBASAĞA PARKI
Kamusal alanları kentte “doluluk boşluk” ilişkisiyle ele alan zihniyete karşı dururcasına Abbasağa Parkı’nın tam bir kent parkı olduğunu söylemek mümkün. Dar Beşiktaş sokaklarının arasında gizlenmiş, düz ayak İstanbul kıyı parklarının aksine 12.000 m2‘lik meyilli arazisi ile “saklı vaha” olan park, Beşiktaş sakinleri tarafından sıklıkla ziyaret edilen son yıllarda konser ve diğer etkinliklere de ev sahipliği yapmasıyla da önem taşır. Adına şarkı bile yapılmıştır…
Baba Zula’nın şarkısında öne çıkanın kuş sesleri olması manidardır…
Abbasağa Parkı’nın, halkın bileğinin hakkıyla kazandığı bir yer olduğu söylenebilir. Zira Abbasağalılar, parka “boş arsa” muamelesi edilmek istendiğinde Bergama köylülerini aratmayan bir mücadele verdiler ve mahallelerindeki yegane ferah alanı kimselere yedirtmediler.
Peki Çarşı grubunun prova sahnesi, göz bebeği, Beşiktaş ahalisinin akciğeri Abbasağa bugünlere nasıl geldi?
Prost’un 1939’da İstanbul’da uygulanan planları Beşiktaş’ı da etkisi altına almıştı. Bulvarlar açmak, meydanlar oluşturmak, yeşil alanları düzenlemek ve kente Cumhuriyet’in simgesi olacak anıtsal yapılar kazandırmak olarak özetlenebilecek temel ilkeler doğrultusunda, Dolmabahçe’den Rumelihisarı’na uzanan ve ilçeyi kente bağlayan ana yol ile Zincirlikuyu-Beşiktaş yolu ve semtin iç kesimlerini ana yola bağlayan Ihlamurdere Caddesi’nin niteliği yükseltilmişti. Beşiktaş İskelesi’nin arkasında bulunan sokaklar istimlâk edilerek Barbaros Meydanı açılmış, önündeki şebekeli duvar kaldırılarak Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi ortaya çıkartılmış, meydanın kenarına da Barbaros Anıtı yapılmıştı.
Abbasağa Parkı ise Abbasağa Camii’nin (1665) yanında bulunan mezarlığın kaldırılmasıyla düzenlenmişti.1940 yılında burada bulunan mezar sahiplerine mezarların kaldırılacağı tebliğ edilmiş, sahipleri bulunanlar bu çağrının ardından cenazeleri başka bir mezarlığa defnetmişti. Fakat 200 kadar mezarın sahibine ulaşılamamıştı. Sahiplerine ulaşılamayan mezar taşları ise kireç fabrikalarına satılmıştı. Sonunda park yapıldığı zaman mezarlık havasından kurtulmak için selvi ağaçları kesilip, yerine şimdiki ağaçlar dikilmişti.
Bugünlerde ise parkta yapılan forumlar, düzenlenen konserlerden bile fazla kalabalık bir topluluk oluşturuyor. Forumlarda yüksek sesler arasında ise amfitiyatronun etrafında sessiz duran tunçtan yapılma demokrasi şehitlerinin heykellerinin sesi de bir ayrı çıkıyor…
Size ait olan kenti keşfetmek, bir sözünüz varsa söylemek için size en yakın foruma bir uğrayın. Kenti, en güzel olduğu bugünlerde en güzel yerlerde yaşayın diye…