‘Kent Suçlarını Halk Yargılamalı’

İmre Azem: ‘Gelir dağılımındaki eşitsizliği kentte birebir görebilirsiniz. Yoksulların mekânlarıyla zenginlerin mekânları tamamen ayrışmış durumda. Kente sistemin aynası diyebiliriz.’

2011 yılında çekilen “Ekümenopolis – Ucu Olmayan Şehir” belgeseli, İstanbul’un kontrolsüzce büyümesini anlatıyor. Film Ayazma ve Sulukule’de kentsel dönüşüm nedeniyle mahallelerinden zorla sürülenenlerin yaşadıklarını, 3. köprü gibi süregiden projelerin yol açacağı olumsuz sonuçları göstererek şu soruyu soruyordu: “İstanbul’daki ekolojik eşikleri aştınız. Nüfus eşiklerini aştınız. Ekonomik eşikleri aştınız. Peki nereye gidecek bunun sonu?”

Belgesel ekibinin, çeşitli merkezlerde gösterilmeye başlanan yeni filmi “Agorafobi” ise Türkiye’ye gelen üç Hollandalı, bir Perulu mimar ve şehir plancısının İstanbul, Ankara ve Bursa’daki kentsel dönüşüm noktalarına yaptıkları seyahati konu alıyor. Mimarlar dönüşüm alanlarını gezip, TOKİ konutlarını gördüklerinde şunu soruyor: “Bunlar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan konutlara benziyor. Dünya artık bu modelden vazgeçti. Türkiye’nin gerçekten bu kadar eksi bir model uygulanarak yapılan, böylesi konutlara ihtiyacı var mı?”

Filmlerin yönetmeni İmre Azem tüm bu soruların yanıtının kapitalizmle ilgili olduğu söylüyor.

– Niye kent meselesiyle uğraşıyorsunuz?

Kent meselesi kapitalizmin hayatımıza olan etkisi anlamında, en önemli alan. Hepimizi derinden etkiliyor. Yaşadığımız mekân ve bu mekânın üretimi, kapitalizmin hayatımız üzerinde kurmaya çalıştığı hegemonyanın bire bir göstergesi.

En basiti, gelir dağılımındaki eşitsizliği kentte bire bir görebilirsiniz. Yoksulların mekânlarıyla zenginlerin mekânları tamamen ayrışmış durumda. Kente sistemin aynası diyebiliriz. Sistemde ne oluyorsa, nasıl bir mekanizma varsa, kentte bire bir yansımasını görmek mümkün. O yüzden “Ekümenopolis” de “Agorafobi” de aslında kent üzerinden yapılan bir sistem eleştirisi.

– “Ekümenopolis” geniş bir kesime ulaştı. Nasıl bir etki yarattı? Ya da şöyle sormalı: Belgeselin bu anlamda nasıl bir gücü var?

Filmin yönetmeni olarak bu soruyu yanıtlamam güç. Ancak gösterimler sonrasında yaptığımız söyleşilerde görüyorum ki insanlar bu konularda çok dolu. Herkes birçok şeyin farkında ve söyleyecek çok şeyleri var. Ancak kısıtlı bazı çevrelerin dışında ortada bir tartışma yoktu. “Ekümenopolis” neoliberal kentleşme tartışmalarına bir çerçeve sundu, tartışmanın daha geniş kitleler tarafından yapılmasını sağladı.

Diğer taraftan, film gösterimlerinin çoğu bir kurumun, üniversitenin ya da mahalle derneğinin bünyesinde yapıldı. Bu anlamda onların örgütlenmesinin de bir aracı oldu.

– Siz örgütlü müsünüz?

İMECE Toplumun Şehircilik Hareketi’nin bir üyesiyim.

Bana “Biz ne yapalım” diyen insanlara ilk söylediğim, örgütlenmeleri gerektiği. Örgütleneceksiniz; araştırmanızı, okumanızı beraber yapacaksınız; tartışacaksınız; sonra üretimde bulunacaksınız. Bireysel çabaların pek anlamlı olduğunu düşünmüyorum.

– Peki yeni filminizin adının “Agorafobi” olmasının nedeni nedir?

İsim önerisi filmin yapımcılarından Merve Bedir’den geldi. “Agora” meydan demek. Yani “meydan korkusu” olarak tercüme edilebilir. Buna sokak korkusu da diyebiliriz. TOKİ modeli neoliberal kentleşmenin en belirgin özelliklerinden biridir meydanların olmaması veya kitlelere kapatılması.

Gezi’de olduğu gibi her tür baskıya karşı haklarını, özgürlüklerini elde etmek için insanların sokaklara çıkması egemenler için en büyük tehlike. Çünkü o noktada kontrol sibopları devre dışı kalıyor. Böyle bir halk hareketinin nereye gideceğini kestiremezsiniz. Buna rağmen haziran ayaklanması, dünya tarihinde ender rastlanan, büyüklüğüne ve karşısındaki polis şiddetine rağmen barışçıl kalmayı becerebilmiş bir meydan okumadır. Talep ettiği haklardan ve barışçıllığından gelen meşruiyet daha uzun seneler bu halk hareketini etkili kılacaktır.

– Kent hakkı mücadelesi yürüten biri olarak, gündemdeki yolsuzluk operasyonunu, özellikle imar usulsüzlükleriyle ilgili iddiaları nasıl yorumluyorsunuz?

Bu operasyonlarla kent suçlarının gerçekten adaletli bir şekilde yargılanabileceğini düşünmüyorum. Siyasi, düzen içi bir hesaplaşma bu. Ortaya dökülenlere de maalesef güvenemiyorum. Balyoz’da, Ergenekon’da, Odatv’de, KCK’de de akıl almaz delil üretimi söz konusuydu. Yargının siyasallaşmasının algıda yarattığı böyle bir sorun var.

Örneğin Ali Ağaoğlu’nun gerçekten işlediği suçlardan yargılanmasını isterdim. Onun gözaltına alındığını duyunca açıkçası sevinmedim. Aklanıyormuş ve elimizden kaçırıyormuşuz gibi bir his oluştu bende. Bir noktada cemaat ve AKP uzlaşınca bu soruşturmalar da sonlandırılacak.

İstanbul Kent Mitingi bileşenlerinin yolsuzluk operasyonundan bir gün sonra yaptığı bir basın açıklaması var. Orada da şu söyleniyor: “Bu sistem kendi kendini yargılayamaz, onu ancak halk yargılayabilir.”

Etiketler

Bir yanıt yazın