Mimarlar Odası Karaköy Şubesi’nde düzenlenen “Kent Kimliğinin Oluşumunda Sanatın Rolü” paneli 6 Kasım Cuma günü “Kent/Taş” sergisi kapsamında düzenlendi.
Kubilay Önal’ın yönettiği toplantıya Oğuz Haşlakoğlu, Aylin Kartal, Zekai Sönmez ve Eser Yağcı konuşmacı olarak katıldı. Güzel Sanatlar Birliği Resim Derneği ve Mimarlar Odası’nın ortak organize ettiği panelin ilk bölümünde konuşmacılar konu başlığı üzerine hazırladıkları konuşmalarını yaptılar. Panelin devamında ise konunun toparlandığı kısa bir bölümle panel sona erdi.
Söze tarihte sanat ve kent ilişkisini irdeleyerek başlayan Oğuz Haşlakoğlu, Çatalhöyük örneğinden yola çıkarak toplumların belli ritüellerinin yapı yapma ve kullanma şekillerini değiştirdiğinden bahsetti. Bu bağlantılar incelenirken sanatı nesne olarak değil bir eylem olarak görmemiz gerektiğine değinen Haşlakoğlu “ethos”u kurabilmek için de işte bu sembolik fiillere ihtiyaç olduğundan söz etti.
Kent kimliği ve sanat ilişkisi açısından bakılabilecek modern bir örnek olarak, Baudelaire’in “flâneur” olarak adlandırdığı, kenti dolaşırken içinde olduğu sahneyi dışarıdan kuşatan bir karakterden söz eden Haşlakoğlu; yine Baudelaire’e referansla Manet’i modern çağın ilk “flâneur”ü olarak işaretledi. Haşlakoğlu’nun bahsettiği “flâneur” orta çağ kenti olan Paris’ten geriye kalanların üzerine yapılan yeni şehrin geniş bulvarlarında ve ışıklı caddelerinde dolaşan bir sanatçı. Manet’e baktığımızda şehirde bilinçli bir özne pozisyonunda da var olabilen bir şehirliyle karşılaştığımıza dikkat çeken Haşlakoğlu, sanatçının bu özelliğinin ona özgü bir görme biçimi ürettiğinden bahsetti.
Manet ve “flaneur” ilişkisi üzerinden şehirlerin hikayeleri ve sanatçıların hikayeleri arasındaki paralelliğe dikkat çeken Haşlakoğlu, kentin kuruluş süresince sosyo-kültürel ve sanatsal hikayelerin iç içe geçmişliğinin dikkat çekici olduğu sonucuyla konuşmasını bitirdi.
İkinci konuşmacı olarak söz alan Eser Yağcı günümüzde “flâneur” ün dijital ortama taşınmış olabilme ihtimalinden bahsetti. Konuşmasının devamında barınma, beslenme ve örtünme biçimlerindeki farklılaşmaların kentler arasındaki farklılıkları da belirlediğine dikkat çeken Yağcı, bu farklılaşan kentlerde sanatın nerde durduğu üzerine konuşmasını sürdürdü.
Zekai Sönmez, pragmatik bir bakış açısıyla ele aldığı, kent-sanat ilişkisi temelli konuşmasında dinleyicilere kişisel hafızasından İstanbul’a dair örnekler sundu. Kırsalda geçen çocukluk ve ilk gençlik döneminin ardından İstanbul’a neden geldiğinden bahseden Sönmez, o zamanların İstanbul’unun biraz daha kavranabilir olduğundan, kentin kültür sanat hayatıyla olası karşılaşmaların daha kişisel ve besleyici olabildiğinden bahsetti. Kırsal kesim insanının “nereye gideceğim?” sorusuna yanıtının hep kent olduğundan söz eden Sönmez eğer kenti kavrayabilirsek ve katılabilirsek o zaman kentin uygarlık merkezi olduğunu belirtti. Sönmez konuşmasını bitirirken şimdi kentin kültür sanat ortamıyla ilişkilenmenin eskisinden çok daha zor olduğunu bu yüzden kente yeni göçenlerin belki de İstanbullu olamayacaklarına dikkat çekti.
Son olarak söz alan Aylin Kartal kentin tekilleştirebileceğimiz bir kimliği olmadığı fikrini ortaya attı. İstanbul kenti ele alındığında kentin Bizans kimliği, Osmanlı kimliği veya globalleşmiş kent kimliği gibi kimliklerinden bahsedilebileceğini söyleyen Kartal, antik dönemlerde kentlerde yapılan sanatın orada yaşayanların kimliklerini yansıttığını belirtti. Şimdi ise ne kentin aynı kent ne sanatın aynı sanat olduğunu; Türkiye’nin liberal ekonomiye açılması sonrası parayı kendine çekmeye çalışan İstanbul’da küresel bir kentte ne olması bekleniyorsa onların altının çizilip öne çıkarıldığını savundu. Sanatsal üretimin de artık kültürel üretim ve tüketim politikalarından ve kentsel dönüşümden ayrı okunamayacağını savunan Kartal; Venedik ve Basel örnekleri üzerinden piyasa kurgusu içinde kentlere kimlik sağlayan bienal ve fuar etkinliklerinden bahsetti.
İkinci bölümde katılımcıların konuşmalarını kısaca toparlamalarının ardından panel sona erdi.