‘Kentsel Dönüşüm’ü seyreden komşular

Kentsel dönüşüm kapsamında mahalleler büyük bir hızla boşalıyor. Henüz mahalleden gitmemiş olanlar arasında dönüşümü savunanlar da var.

Bundan altı ay önce Tokludede sakinleri, gelen gazetecilere dertlerini anlatıyor, taleplerini sıralıyorlardı. Altı ay sonra bugün yaklaşık 35 Tokludede sakininden geriye kalan sadece 11 aile. Kalan ailelerden biri olan Ayfer Ayhan genel şikâyetlerin aksine Tokludede’ki dönüşümü savunuyor. Mahalleye gelen her gazetecinin sadece şikâyetleri dinleyip, bunları yazmasına kızgın olduğunu söylüyor. Kısmen hak veriyorum. Bu yüzden onun sözleriyle başlıyorum yazıma.

“Oturulacak hali kalmamıştı buraların. Her yer viraneydi. Kimse kimseyi zorla çıkarmıyor buradan ve paraları da veriliyor” diyor. Bu esnada komşusu geliyor. Kısık sesle onunla aynı düşünceleri paylaşmadığını söylüyor.

Ayşe Zengin, Toklu İbrahim Dede Sokağı’nda kirada oturuyor. Ev sahibi evden çıkmamakta ısrarlıymış: “Ramazan’da ’15 gün içerisinde çık’ dediler. Polis ve zabıta arabalarını görünce korkuyor insanlar. Çıktılar, az insan kaldı şimdi burada. “

Ayşe Uysal da çıkmamakta ısrar edenlerden. Gidenler için “Az paraya kandılar gittiler” diyor ve devam ediyor: “Bakalım biz ne yapacağız. Evlerin kendi değerini vermiyorlar. Evimize ev istiyoruz. Başka da bir şey istemiyoruz.” “Her şeyin hayırlısı diyerek” ayrılıyoruz. Soba külünü çöpe boşaltmaya devam ediyor.
Dikkatimi çeken Ayvansaray mahallelerinde çok fazla Türk bayrağı asılı ev olması. “Biz sizdeniz, aman elleşmeyin” tedbiri mi acaba diye düşünmedim değil.

Balat’a doğru yürüyorum. İsmini vermek istemeyen bir esnaf Ayvansaray’da taşeron emlak bürolarının açıldığını söylüyor. “Mahalleyi ürkütmeden ele geçirmeye çalışıyorlar. 3 çocuk okutuyorum. Ekmek param burada. Atacaklar bizi buradan. Dönecek köyümüz de yok. Köyümüz de burası, vatanımız da” diyor. Dönecek köylerinin olmamasında takılıyorum. Ayrı konu ama onlar sanırım gerçek İstanbullu. Devam ediyor. “Roman vatandaşlarının kökünü kazımak istiyorlar. Irkımı söylemeye çekiniyorum bir yere gidince. Devlet ayırıyor insanları. Laz’a ayrı, Kürt’e ayrı, bize ayrı.” Bir başka mahalleli sokak adlarının bile değiştirildiğini söylüyor. Örnek olarak Bayraktar Sokak’ı gösteriyor. “Adları batsın” demeyi de ihmal etmiyor. Sonra “Adımı yazma” diyor. Ayvansaray’da esnaf genellikle Muşlu. İlginçtir, konuştuğum dört kişiden üçü şikâyetçi değil bu durumdan. “Kalkınacak buralar” diyorlar. Hatta kentsel dönüşüm projelerine karşı olan insanlara anarşist diyen bir amca da var aralarında. Rengimi hiç belli etmiyorum.

Balat ve Ayvansaray’dan sonra Gaziosmanpaşa, Sarıgöl’e geçiyorum. Burada TOKİ binalarının yapılacağı haberi daha yeni yeni duyulmaya başlandı. Mahalle hakkında duyduğum hemen hemen iyi bir şey yok. Zaten mahalleye girer girmez konuştuğum Hüseyin İnan da sorumu tamamlamadan konuşmaya başlıyor: “Berbat gösteriyorlar bu mahalleyi. Gaspçısı, hırsızı, uyuşturucusu hepsi burada. Yok öyle bir şey.” Yeni yapılacak TOKİ binalarını soruyorum. İbrahim Tırpancı giriyor araya. “Üzerimize karalama kampanyası var. Bilimadamı olsan da okumuş olsan da Allah’ın yarattığı kula kötü diyemezsin. İftira atamazsın. Gidecek yeri yok bu insanların. Çingene ne demek? Ben Selanik göçmeniyim. Çingene adı da yok aslında. Karalamak için bu adı takmışlar bize”

“Peki, burada yapılmaya başlanacak evler için sizinle görüşen oldu mu?” diye soruyorum. Tırpancı cevap veriyor: “Evine hırsız girse ne yaparsın. İçin yanar. Kimse görüşmedi bizle ama vermeyiz beş kuruşa evlerimizi.”

Çevredeki birkaç esnaf ve o esnada içeride olan müşterilerle konuşuyorum. Doğal olarak isim vermek istemiyorlar. Hepsinden aynı kelimeler dökülüyor. Gasp, hırsızlık ve benzeri suçlamalar. Bir kadın müşteri “Sarıgöl’e kimse girmez burada. Orası ayrı dünya” diyor.

Mahalle çıkışının hemen sağında Dostlar Çayevi’ne giriyorum. Öğreniyorum ki burası Sarıgöl Mahallesi sakinlerinin mekânı. Bülent Çınar, emekli zabıta komiseri. Sarıgöl Mahallesi’nin en eski sakinlerinden. “Ortada çok şey var ama bir şey yok” gibi bir cümleyle başlıyor. Yapılacak evlerden haberdar olsalar da kimle muhatap olacaklarını bilmediklerini söylüyor. “Mesken Gecekondu Müdürlüğü mü, Tapu Kadastro ile mi muhatap olacağız? Önce bir heyet istemeleri gerek bizden. Muhatap olacağımız kurumu göstermeleri gerek. Şartlar ne, bizi nereye götürecekler? 70 senelik mahalle burası. Dile kolay. Soy sop burada büyümüş.”
Ezile büzüle mahalle hakkında söylenenleri soruyorum. Cevabı şöyle:

“Herkes birbirini tanır burada. Biz gaspçıyı, hırsızı barındırmayız içimizde. Dışarıdan gelenler var. (Üç şehir adı veriyor. Açık açık yazmanın genel bir yaftalama olacağını düşündüğümden bu şehirlerin adını yazmıyorum.) Çalıyor, çırpıyor kaçmak için mahalleye giriyor. Hiç birisi bu mahalleden değil. Burada Trakyalı’nın köylüsü, Tekirdağ ve Kırklareli illerinden göçen insanlar var. Bizim mahalle Bayburtlu.”

Bir hafta önce Dolapdere’ydim. Roman asıllı S. E. “Türkler Kürtlere yaptı, Kürtler de bize” demişti. Üzerine pek de bir şey söyleyememiştim. Şimdi önündeki bina yıkıldığı için evi güneş alıyor. Kısa süreliğine de olsa durumdan oldukça memnun. Sokakları bir iki cümleyle özetleyip işin içinden çıkmak zor. Sadece şunu söyleyebilirim: Kimin kimi istemediği, niye istemediği, hangi muhitlerin kimlere peşkeş çekildiği gibi soruların cevapları birbiriyle ilintili ama bazen ‘haklar’ birbirine karışıyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın