Kimin kenti?

Kent hakkını tesis etmek için, başta Taksim, Haydarpaşa, Galata olmak üzere tüm kamusal alanları, yıkım tehdidi altındaki mahalleleri, pikniklerle, şenliklerle, toplantılarla doldurmanın zamanıdır.

Bir de sahillerden olta atmanın…

Kamusal alanlar olarak meydanlar, cadde ve sokaklar, parklar, kıyılar, hatta mahalleler, belirli bir düzenleme ve kontrol dışında, cinsiyet, sınıf, dil, din, etnik köken, yaşam tarzı fark etmeden, halktan tüm kesimlerin kullanımlarına açıktır. Tarihsel olarak da kullanıcılardan herhangi birine özgü talep ve gereksinimlere göre tanzim edilmedikleri gibi tam aksine herkesçe erişilebilir mekânlardır. Herhangi bir kentin demokrasiyle imtihanı, kamusal alanlarının genişliği veya darlığında ya da kentsel politikalar sonucu, kamusal alanlarının genişletilmesi veya daraltılmasında başlar. Kamusal alanlar, her sınıftan insanın birbiriyle ve elbette “öteki” ile rastlaşma, temas, paylaşma mekânları olabildiğince o kent çoğulcu, toplanma, itiraz, muhalefet mekânları olabildiğince de demokratiktir.

Bugün tüketim ve tüketicilik değerleri ile mülk edicilik üzerinden şekillenen neoliberal etik kuşatması altındaki kentlerde, kamusal alanların kullanım değerlerinin değişim değerlerine kurban edilişlerini yaşıyoruz. Elimizi kolumuzu sallayarak gittiğimiz, bu kentte yaşıyor olmanın nimetlerinden gördüğümüz, keyifle kullandığımız kamusal alanlar her geçen gün daralırken, varolanlara erişim de giderek sınırlanıyor. AVM’leştirilen, özelleştirilen ve/veya lüks projelere açılarak soylulaştırılan ve pahalılaşan, dolayısıyla erişilmez kılınan kamusal alanlar, neoliberal kentsel düzende, yüzde 99’a değil, yüzde 1’e yönelik tasarlandıkları için alanların kamusallığı da anlamını yitiriyor. Görünen köy, David Harvey’in adlandırmasıyla, “insanların demokrasisi” yerine “paranın demokrasisi”. Kentlerini sermayeye pazarlama yarışındaki yönetimler, kentin kullanıcıları olarak alt ve orta-alt gelir grupları başta olmak üzere, emekçiler ve öğrencileri, kısaca tüketemeyenleri gözden çıkartmış, üst gelir grupları, varsıl turistler ve küresel sermayenin arzu ve ihtiyaçları doğrultusunda kentler inşa ediyorlar.

Temizliğe devam
İstanbul, uzun bir süredir, kentsel yenileme/ dönüşüm yasaları eliyle mahallelerin dozerlenmesini ve yerleşik toplulukların TOKİ silolarına yeniden iskânla ekonomik, sosyal, kültürel hak ihlalleri ve mağduriyetlerine maruz bırakılmalarını deneyimliyor. Dönüşüm adındaki azman bir zamanların yoksul çeper mahallelerini rezidanslaştıra, butikleştire, villalaştıra ve yuta yuta ilerliyor. Sulukule, Ayazma, Küçükbakkalköy, Tokludede, Tarlabaşı, Süleymaniye ilk kurbanlar. Yenikapı, Fener- Balat- Ayvansaray’ın da eli kulağında. Gözünü kentsel ranta dikmiş azman doymayacak elbette. Bu sefer de afet yasasını kuşanıp deprem bahanesiyle kenti yoksul ve emekçilerden “temizlemeye” devam edecek, ardından orta gelir gruplarına uzanacak, ta ki ortada kent diye bir şey kalmayıp varsılları içeride, emekçi, öğrenci orta ve alt-gelir gruplarıyla yoksullar dışarıda kocaman bir kale inşa edene dek!

Gidişatın görünür veçhesi mahalle yıkımları ise, görünmeyen sinsi yüzü, kamusal alanların çeşitli bahanelerle elimizden alınması. Harvey’in altını çizdiği üzere, “kentlerimizde gerçekleşen en şaşırtıcı şeylerden biri, halkın siyasi olarak kendisini ifade etmesine izin verilmeyen geniş kamusal alanların bulunuyor olması. Artık politik diyaloglar yürütmek için izin almak zorundasınız”. Taksim Meydanı, yayalaştırılma bahanesiyle kavşaklaştırılıp, yayasızlaştırılıp meydanın bir bölümü ve kentin önemli yeşil alanlarından Gezi Park da AVM eylenip, bu kentin ve ülkenin en önemli kamusal alanı kuş edildiğinde, demokratik itirazlarımızı, karşı çıkışlarımızı Topçu Kışlası AVM’den kapuçino içerek mi seslendireceğiz? Tarlabaşı’ndan başlayan soylulaştırma, “2.5 kuruşa bira içen lümpenler” damgasını yiyen öğrencilerle emekçilerin ayaklarını İstiklal’den keserek Tophane üzerinden Galataport’da son bulduğunda, ne tür kentlilerle karşılaşacağımızı görmek için, Tarlabaşı’nda yıkılan binalara giydirilmiş afişlerdeki şıkıdım figürlere bakmak yeterli. Bu projede, ama bunun ötesinde büyük tabloda, kamusal alanları, mahalleleri, kentsel mekânları da dâhil kentin tümünde, emekçilerle alt gelir gruplarına artık yer olmadığı kesin. Kent, üst gelir gruplarının yaşam ve ihtiyaçlarına göre tanzim ediliyor. Bu kent kimin kenti? Gidişat, David Harvey’in belirttiği üzere, kentsel mekânda kimin bulunma hakkı olduğuna ve hangi şartlar altında bu hakka sahip olduğuna dair bir sorgulamayı ve mücadeleyi gerekli kılıyor.

Rahatsızlık veren balıkçılar
Bu bağlamda, İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ‘ın yapımı devam eden Tarabya Tekne Park’ta incelemeler yaparken dile getirdiği “Boğaz kenarında balık tutan amatör balıkçılarla ilgili sıkça şikayet geliyor. Boğaz’da yürüyenleri rahatsız etmeyecek şekilde bir düzenleme yapacağız. Amatör balıkçılar için, balık tutulacak belli yerler ayrılacak. Kimse rahatsız olmayacak” sözleri, yeni kentsel düzenin kıyılarının da bu kesimlere kapatılacağının işareti. Boğaz boyu yolların hatta durakların araçlar ve belediyeye ait İsparklar işgali altında oluşunu gözardı eden Başkan’ın, oltaların yayalara rahatsızlık verdiği şikâyetiyle sıranın kıyıların soylulaştırılmasına geldiğini anlıyoruz. Boğaz boyu sahil, koylara yerleştirilecek İspark marinalara park edecek lüks tekne sahiplerine yönelik tanzim edileceğinden, “2,5 kuruşa balık tutanların” ayaklarının kesilmesi gerekiyor. Enine boyuna şişirilerek inşaatı bitirilen Tarabya Oteli’nin hemen karşısındaki 208 tekne kapasiteli İspark marinaya demirleyecek lüks teknelerden inenlere yönelik şık restoranlar, kafeler, alışveriş merkezleri gerek. Anlayamadığımız, amatör balıkçılar için ayrılacak yerlere balığın gelmesini Büyükşehrin nasıl garanti edeceği!

Emekçi ve alt gelir gruplarının yaşam alanlarını yok ederek nüfuslarını zorla çeperlere süren, kamusal alanları kavşaklaştırıp, AVM’leştirip, özelleştirip erişilmez kılan neoliberal belediyecilik, anlaşılan rant beklentisiyle alt gelir gruplarına bu kentin kıyılarını da çok görüyor. Paranın demokrasisi tarafından birer ikişer zaptedilerek elimizden alınan mahalleleri, kentsel mekânları, kamusal alanları ve son kertede tüketilecek koskocaman bir metaya dönüşecek kentin kendini geri kazanıp ‘kent hakkı’nı tesis etmek için, başta Taksim, Haydarpaşa, Galata olmak üzere tüm kamusal alanları, yıkım tehdidi altındaki mahalleleri, pikniklerle, şenliklerle, toplantılarla doldurmanın zamanıdır şimdi. Ve öyleyse olta atma zamanıdır şimdi tüm sahillerden.

Etiketler

Bir yanıt yazın