Binlerce yıldır birbirini özümseye özümseye, çağdaş, gerçek gereksinimlere göre yorumlaya yorumlaya, yeni birleşimlere (sentezlere) basamak ola ola gelmiş evreleriyle Anadolu kültürümüz, yarı aydınların elinde uluslararası bir arabeskin içine düşmüştür.
Şimdilerde arabeskçiler akil insanlar sayılıyor. Beş yıldızlı Amerika ya da Avrupa köylülüğü, yöredeki sonradan görmelerin özen odakları oldu çıktı. Kurulan yabancı çevreler, her türlü yalancılığın kaynakları. Gerçeklik duygusu yitti pek çok kişi için.
Binlerce yıllık Anadolu geleceğinin yerleşme ilkeleri, yapı ilkeleri unutuldu. Yöreye uyum, yüksek taş ya da beton duvarların yeşile boyanması gibi neredeyse alay çizgilerine düşürüldü. Tüm yapılaşma, doğayı-çevreyi en çok sömürmeye göre gerçekleşir oldu. Kamudan ve doğadan çalmak yapıcılık başarısı olarak görülüyor. Bu gerçeği görmeyenler ya da görmek istemeyenler, kötü yapılaşmada suçu betona yüklüyorlar.
On binlerce yıllık altınla ödenemeyecek, yaşayan (nebati) toprak yok ediliyor. Ağacı kimse tanımıyor. Ne mimar, ne haritacılar, ne kara yolcular, ne de belediyeciler… Bütün kıyılarımızdaki kuruluşlarda, yollarda, alanlarda, kesimden kurtulabilmiş olan ağaçların dipleri betonlanmış ya da asfaltlanmış…
Çoğu aydın sanılanların ne fauna ne flora kültürleri var.
Doğal dengenin ne olduğundan tümüyle habersizler… Yılın en az 8-9 ayı insansız bir yapılaşmaya neden oluyorlar. Kimi yerlere leylekler gelmiyor artık… Kimi yerlerde kedi bulunmuyor.
Yalnız domatesler plastikleşmediler, otlarımız, çayırlarımız bile bizim yöremizde ne olduğu pek bilinmeyen plastik ya da gerçek (O da plastikten ayırt edilmiyor) çimlere dönüştüler. Çiçekler bir yabancı, kansız, cansız… Menekşelerin insan gibi bakan kaşları gözleri bile yok oluyor… Başka iklimlerin bitkileri yabancı bakıyorlar, hem insanlara hem yapılara… Yabancı çevrelerin yalancı yeşilleri gibi, kendi yeşilimiz bile yabancılaşmaya başladı. Suyu, havayı, toprağı kirleterek yapılan yapılar, yaratılan mekanlar, Anadolu’nun binlerce yıllık birikimiyle neredeyse günümüze dek gelebilmiş, doğaçtan ekolojik mimarlığından, tümüyle habersizler…
Paraya doymamış olanlar Yeni Belediye yasalarıyla bu düzeni daha da ileriye götürüyorlar.
Görüldüğü gibi, okur-yazar kentli insanların, şu son evrede her ölçekte yarattıkları yeni mekanlar üzerine, ne yazık ki olumlu sözler edemiyoruz.
Görülen en önemli ya da en sakıncalı nitelikleri de, bence, sevgisizlik, doğaya, insana, yaşama saygısızlıktır.
Bu duruma nasıl gelindiğini içtenlikle araştırdığımızda, yalnızca çıkar için pazarlanan sözüm ona yükselen değerlerin yalancı, iki yüzlü pırıltılarından kurtulup baktığımızda, gerçek nedenin “Kültür Kirlenmesi” olduğunu göreceğiz.
Dilimiz, düşünce düzenimiz, değer yargılarımız, insan ilişkilerimiz, kısacası kültürümüz kirlenmeye başlayınca, su da, hava da, toprak da kirleniyor elbette.
Kültür kirlenmesini nasıl önleyeceğiz?
Yasaklarla, zorlamalarla mı? Olabilir mi?
Hiç bir zaman olmamış, olamaz!
Önce aydınların, halktan kopmamaya özen göstermeleri gerekiyor. Kendini halk kültüründen koparmış bir aydının kültürünün gerçekliği olamaz.
Sonra da çağdaş, insancıl, her zaman ileriye dönük kültürümüzü, her alanda bugün de üretebilir durumda olmamız gerekiyor. Kültür üretiminin yollarını açık, sağlıklı tutmak, kirlenmeyi önlemenin tek önlemidir. Bu sorumluluk herkesten önce aydınlara, cumhuriyetçilere düşmektedir…
Son günlerde dilime dolanan iki sözcükle bitirmek istiyorum:
ETİK OLMADAN
ESTETİK OLMAZ.