Mimar Rafael Vinoly, geçmiş kariyeri ve gündemdeki projelerini anlattı.
Rafael Vinoly’nin New York’taki mimarlık ofisi, bir endüstri yapısında, katı ve korkutucu olan tuğla kemerlerden oluşan bir arkadın arkasında yer alıyor. Vinoly, bu tuğla yığını ve endüstri şıklığı içinde kendisine mağaravari bir yuva oluşturmuş. Yarı gizli, alçak tavanlı, 1970’lerin deri koltukları ve Steingraeber&Söhne piyanosunun siyah karizması ve sokağa açılan kapısı ile mekan, dünya içerisinde bir başka dünya. Üst katta ise yüksek beyaz duvarlar, dökme demir kolonlar ve genç mimarların mırıltıları yer alıyor.
Vinoly ile röportajımı birkaç gün öncesine almak zorunda kaldım çünkü kendisi, tek başına, birkaç günlüğüne, teknesiyle neresi olduğunu söylemediği bir yere gidecekti. Doğrusunu söylemek gerekirse şaşırmadım. Vinoly dünyanın en meşgul mimarlarından birine benziyor. Şimdilerde bir devin tasarımıyla uğraşıyor: Londra’daki efsanevi Battersea Elektrik Santrali. Ayrıca bir de halk tarafından “Walkie Talkie” diye adlandırılan bir gökdelen tasarlıyor. Bunun yanı sıra Colchester-Essex’deki büyük bir sanat merkezi olan Firstsite’ı yeni tamamladı.
Walkie Talkie Binası
Bu sadece İngiltere’deki projeleri. Tasarımcı New York’un en yüksek gökdelenlerinden birinin tasarımlarını kamuya açıklamak üzere ve aynı zamanda, Brooklyn’in Domino Sugar alanının yeniden geliştirilmesi üzerine çalışıyor.
Domino Sugar
Bu kadar iş yoğunluğuna rağmen kendisini çok soğukkanlı bir psikolojide buldum. Vinoly “Tüm bu durum tam bir karmaşa. Korkutucu. Altı gün boyunca okyanusun ortasında düşünmek için tek başıma olacağım,” diyor. Bu cümleler kendisinin umutsuz olduğunu akla getiriyorsa da öyle değil. Sadece düşünceli.
Vinoly’yi uzun bir süredir tanıyorum fakat bu sürede sadece güncel işlerine yoğunlaşmıştım, geçmişine değil. Şimdi ise tamamen geçmişe yoğunlaşmak istiyorum. Bunun üzerine “Eğer bu bir psikoterapi seansına dönüşecekse, kendimi hazırlayayım,” diyor ve kömür grisi ceketi ve kot pantolonu ile siyah kanepeye gömülüyor.
“Bu tipik bir göç hikayesi. Uruguay’da doğdum ve ben çocukken ailemle beraber Arjantin’e taşındık. Aradaki mesafe yaklaşık 160 kilometreydi fakat 1950’lerde bu 160 ışık yılı sürüyordu,” Babası sonradan Montevideo Opera Evi’nde yönetmen olacak bir tiyatro yönetmeniymiş. Daha iyi fırsatları yakalamak için sınırı aşarak büyük şehre geçmişler. “Müzik ve törenin olduğu bir dünyadan geliyorum fakat sanırım ‘mesleki bir kriz’ yaşadım. Müzik dünyasının dengesizliğine karşı bir tepkim vardı. Mimarlık ise prestijli bir meslek,” Vinoly, müzikal kariyerini sürdürmüyor fakat piyanosunu konser standartlarında olmak üzere zevk için çalmaya devam ediyor.
Mimarlık yapmaya karar verdiğinde hiç vakit kaybetmemiş. “18 yaşımda çoktan çalışmaya başlamıştım. Buenos Aires’te eğitimime devam ederken başarılı çalışmaların gerçekleştiği, 60’ların tipik “karar verdik ve inşa ettik” anlayışında bir ofis kurduk. 10-15 sene boyunca işe o kadar odaklanmıştım ki politikayı takip etmediğimi farkettim. Sonra bir anda ülkedeki varolan baskının tamamen acımasız bir savaşa döndüğünü anladım. Düşünebiliyor musunuz? Kütüphanemdeki kitapları, polisten saklamak için plastik torbalara sararak bahçeme gömmüştüm.”
Ülkesi ordu diktatörlüğünde sallanırken, tasarımcı önce Avrupa’ya sonrasında ise 1970’lerde yerleşeceği Amerika’ya gitti. Vinoly çok açık bir şekilde “Biraz kibirliyimdir. Her şeyi yapabileceğimi düşünüyordum. Nasıl mimar olabileceğimi bilmiyordum, bu sebepten geliştirici olmaya karar verdim. Ancak hiç param yoktu ve iki kişiyi daha bu işe dahil ettim. O dönemde herkes, herşeyini çok ucuza satıyordu, bu sayede iki kule inşa ettik,” diyor.
“Sonrasında Japonya’nın geliştiğini öğrendim ve arkadaşım mimar Fumihiko Maki Tokyo Forum için bir yarışmaya girmemizi teklif etti ve kazandık. Eğer Arjantin’den sonra Amerika Mars gibidir dersek, Japonya güneş sisteminin ötesindedir diyebilirim. Fakat hiçbir bilginizin olmadığı bir alana gitmeniz, inanılmaz bir eğitim oluyor.”
Şeffaf çatılı, şehrin göbeğindeki Tokyo Forum, dünyanın ilgisini çekti. “Yapı, kökleri olmayan küresel bir uygulama oldu. Daha önce yapmadığım bir şey ama bana iyi oturdu.”
Tokyo Forum
Tokyo Forum’a göre çok büyük olan Battersea ve Domino rafinerisi tasarımlarına baktığımda, kendimi tutamayıp “Sadece eski binaları yıkıp, tekrar tasarıma başlamak ister miydiniz?” diye sordum. Bana “Gerçekten mi? Bence ikisi de imha edilebilir. İkisi de alanın yarısını kaplıyor. Battersea daha iyi bir bina fakat Domino’daki yapının mimari kalite olarak korunacak bir yanı yok. Koruma herşeyi korumakla paralel değildir fakat ürünleri nasıl koruduğunuzla alakalıdır. Bir anıtın değeri nedir? Değeri şehir içindeki yönlenişlerimizde aşinalık yaratmasındadır,” diye cevap verdi.
Battersea Elektrik Santrali
Bu durum, tasarımcının Walkie Talkie binası için de geçerli mi? “O bir anda belirdi. Dört tasarım vardı ve üç tanesini sundum, birini kapı arkasında bıraktım. Mike Hussey onu gösterdi ve ‘Buna ne dersiniz?’ dedi.”
Uzun bir planlama süreci, bir kamu oylaması ve 2008’deki ekonomik krizden sonra nihayet yapının inşaatı başladı. Dünya çapında kabul görmese de, yapı şehrin silüetine çarpıcı bir etki kazandıracak. Bütün bunlardan sonra acaba Vinoly tasarımıyla mutlu mu? “Ben bu alternatif doğrultusunda ilerleyeceğini düşünmemiştim, bu çok fazla olurdu. Ancak böyle bir formu sürdürebilmek ve işletebilmek, size sabah kalkmak için sebep veren şeylerden biri,”
Tasarımcının bir başka uğraşı ise, Montevideo yakınlarındaki tepelerde kendi için inşa ettiği ev.
“Bu psikolojik bir kendine dönüş. Tamamen ilkel hatıralarınız olduğu bir yere kendinizi sabitlemek. Çok kişisel bir durum bu, yapıyı göstermek ya da yayınlatmak istemem,” Vinoly, yapının, ölçülerin doğru olarak tasarlanmasına saygısının örneği olduğu itiraf ederek. “Ne kadar ölçek ve mekanlar arası ilişkiye konsantre olursanız, mimarlık o kadar kelimelerden uzaklaşır,” diyor.
Şehirden, eleştirilerden ve gazetelerden konuşmaya devam ettik ve Vinoly sırıtarak “Mimarlık da medyadır. Fakat tek kapatamayacağınız medya da odur,” dedi.