Koolhaas: Pekin’de Bir Çılgın

Dünya Ticaret Merkezi'ni ayrı tutarsak, son dönemlerde Çin Merkez Televizyonu (CCTV) Genel Merkez Binası kadar tartışılan başka bir proje olduğunu iddaa etmek oldukça zor.

Projenin mimarı Rem Koolhaas, projenin açılışını yapar yapmaz, gazeteciler tarafından, Çin hükümetinin propagandasını yapmakla suçlandı. Birkaç yıl sonra, projenin bulunduğu ve yine Koolhaas tarafından tasarlanan mahallede bir yangın çıktı, inşaatı geciktirmekle ve şantiyede ihmalkarlıkla suçlanan müdür ve 19 kişi hapse yollandı.

Binada insanları rahatsız eden bir şey vardı. Yangından sonra tam da sular durulmuştu ki, binanın bükülmüş formunun yarattığı abarttılı boşluğun, elleri ve dizleri üzerinde çömelmiş pornografik bir kadın imajı olduğuna dair bir makale yayınlandı. Negatif basın artık ateşlenmişti ve fırtına kopmuştu, Koolhaas’ın kendini savunması zorunluluk haline gelmişti.

Tüm bunların yanında, CCTV Genel Merkez Binası belki de bu yüzyılın en iyi mimarlık örneklerinden biriydi. Aslında zaten Koolhaas ve başında bulunduğu ofisi OMA (Office for Metropolitan Architecture ) herzaman, toplumda çelişki yaratacak, farklı bir enerji doğuracak ve sorgulatacak projeler yapmayı hedefeliyordu. CCTV ise, kaygan dış cephesiyle bunun en iyi örneklerinden biri olacaktı. Bugün için ise, anıtsal ve kavgacı, kimi zaman garip bir iekilde zorlayıcı, ama çekingen, hayatınızda görebileceğiniz en etkileyici ve güçlü mimari eserlerden biri.

Hayal gücünü bu denli etkileyen ise, elbette ki binanın tarihin bu dönemine ait izler sunuyor olmasıydı. 21. yy.da Koolhas’ın Çin’in, balıklama daldığı mimarlık yarışında iyi bir yere gelmesine de ve daha genel bir perspektifte, Çin’in gelişmesine katkıda bulunduğunu söylemek mümkün. Nasıl ki erken modernistler dönemlerini feth etmişse, şimdi o da dönemini feth etmiş durumda.

Koolhass 1970’lerde, bazı orta sınıf ailelerin kendilerini halen kasabalı hissettikleri New York’ta “Sıkışıklık Kültürünü’ kutlamayı öneren kitabı “Delirious New York” yayınlandıktan sonra mimarlar arasında en sözü geçen düşünürlerden olmuştu.

Geçen 10 yıllık sürede kendisini, olağanüstü mimari bir yetenek, alışılmışın dışında davranan bir sanatçı olarak ilan etmişti.1997’de Modern Sanat Müzesi genişletme yarışmasına katılması, heykel bahçesini yerin altına alması ve küratörleri MoMa Inc. adı altında bir kuleye toplaması bir çok insanı öfkelendirmişti fakat tüm bunlar müzeyi canlandırabilir, kimliğini güçlendirebilirdi. 2004 Yılında tamamlanan Seattle Merkez Kütüphanesi ise baklava formunda, metal strüktürlü cam levha yığınından oluşan cephesi ile günümüz bilişim çağı mimari geleneğinden bir anıt niteliğindeydi.

Seattle Merkez Kütüphanesi

2002’nin sonlarına doğru Koolhaas, CCTV Merkez Binası tasarımı teklif edildiğinde, aynı zamanda Aşağı Manhattan Ground Zero’nun, yeniden düzenleme ve gelişim planı çalışmalarına katılmaya davet edilmişti ve hemen ikisinde de yer alamayacağına karar verdi. “Önemli olan odaklanmaktı,” dedi. Bir süre sonra Ground Zero yeniden düzenleme çalışmaları o kadar hararetli ve duygusal bir hal aldı ki Koolhaas böyle bir ortamda, mimari ve bilimsel bir üretim yapmanın imkansız hale geldiğini düşünmeye başladı.

CCTV Merkez Binası’nında kendine özel sorunları vardı, örneğin, inşasının 2008 Olimpik Oyunları’na yetişmesi için genel bir kamu beklentisi oluşmuştu. Ama Koolhaas antik, Hutonglardan, Stalinist işçi konutlarından ve 1960 dönemi Mega yapılarında çok etkilenmişti. Ayrıca giderek yaşlanan ve nostaljikleşen New York’un aksine, Pekin modernizasyonun tam ortasındaki şehirdi.

“Diğer tüm olumsuzlukların tabii ki farkındaydım” diyordu Koolhaas, “Ama diğer taraftan, o dönem inanılmaz bir hava, bir şans vardı. Bir şeyleri değiştirmek ve geliştirmek için bir tutku vardı. Özellikle de Pekin’de.”

Daha önce hiçbir yapı, Koolhaas’ınki kadar, Pekin’i geleceğin şehri olarak üne kavuşturamamıştı. Bitmek üzere olan bina başkentin çoğu yerinden, çevre yolundan ve Pekin’in yeni iş alanından görülebiliyordu. Ev ofislerin ve atölyelerin bulunduğu 50 katlı bacaklar, yukarıda 13 katlı bir köprü ile birleşiyor, narin bir plaza oluşturuyordu.

Binayla vakit geçirdikçe onu eleştirmek daha da zorlaşıyor. Farklı yükseklikte ki bacaklar, hem normal perspektif algınızı bozuyor, hem de insan ölçeğini, geleneksel cam bir kule gibi baskılıyor. Uzaktan bakıldığında binanın büyüklüğünü algılayabilmek imkansız, tıpkı CCTV ve diğer medya kurluşlarının dünyayı ne denli kontrol ettiklerini algılamak gibi.Çevre yolundan gelirken, kendini hemen gösteren bina, karanlık ve tehditkar izlenimi verebiliyor. Bir başka bir açıdan, bacaklar kırılacakmış gibi gözüküyor. Hatta başka bir açıdan, binanın yamuk çatısı binaya 2 boyutlu bir nitelik kazandırıyor. Bu bükülmeler binanın cephesine kazınmış bir deri gibi gözüken, düzensiz çelik çapraz strüktür ile destekleniyor. Çapraz çelik strüktürün, caddelerin yoğunlaştığı noktalarda, örneğin, köprülerin kulelere bağlandığı aksta, yoğunlaşmasının sebebi ise, kendisini her anlamda en yoğun şekilde gösterme isteği.Formlar, klasik perspektifin yeniden biçimlenişi, düzensiz strüktür ise yeni modernizmin yapısal saflığına bir göndermedir. Bunların her ikiside, Koolhaas’ın, çağdaşları gibi, dönemler boyunca mimarlığı şekillendirmiş olan, kapalı Kartezyen düzeni yıkmak için verdiği eforun yansımaları. Tasarım ise bizi insan yapan, kusurlarımız ve hatalarımıza yer açmak için çabalar nitelikte.

Koolhaas tabii ki binanın nasıl işleyeceğine dair sorunlar ile de uğraşıyordu. Beton kaide üzerinde yükselen bina, tüm dünyadan kopuk tek bir parça hissi veriyordu. Ama içine girdiğiniz anda bu his de değişiyordu.

Kulelerden birinin altında yer alan, ana lobi, klasik bir Koolhaas: çarpışan formların bir kolajı. Işık, paralel kenar hüzmeler halinde içeri girebiliyor. 2 tarafa eğilen duvarlar sizi hafifçe ileri doğru gitmeniz için dürtüyor. Yürüyüş yolu, asansörlere giden bölümü ikiye ayırıyor ve bulunduğunuz noktadan aşağıya baktığınızda başdöndürücü yürüyen merdivenleri, kirişleri ve köprüleri görebiliyorsunuz.

Bina, CCTV ‘nin adını arka plana attığı için değil, yapısal bir meta olduğu için bu kadar şaşırtı. Her sabah, metrodan çıkan binlerce çalışanın yürüyen merdivenlerden lobiye çıkması, güvenliği ve 50 kat sarı sütünün arkasındaki yürüyen merdivenleri geçmesi, işlemesi….

Lobiye diğer girişte, turistleri ve ziyaretçileri sergi salonuna yönlendiren geniş bir merdiven bulunuyor. Merdivenlerin hemen üstünde, lobiye bakan camla kaplanmış V.I.P salonu yer alıyor. Diğer bir merdiven ise, çalışanlar için bahçeye açılıyor. Burada insanlar gözgöze, karşılıklı iletişim halinde olabiliyorlar.

Sınırlı etkileşim içerisinde olan farklı sosyal gruplar, yüksek katlı binalarda hepten uzaklaşıyor. Astları üstlerinden ayıran kapılar, herhangi bir Batılı şirkette gözlenebilecek olası bir durum. Bu yapıda da bir dizi sarı traventen kaplı geniş yönetici ofisi, lüks apartman konsepti ile uyum sağlamış. İdari kademe yemeklerini, tavanından tüm gökyüzünü seyredebildikleri (aslında helikopter pisti olan), çelik kolonlar ile tasarlanmış harikulade bir VIP salonda almakta.

Koolhaas’ın deyimiyle binaya kamusal erişim ve kullanım, sergi salonu, restaurantlar ve manzara seyir alanlarının oluşturduğu bir “halka” ile sınırlı.

Köprüde, çapraz kirişler ve kolonlardan oluşan, mağaramsı, kamusal manzara izleme alanı bulunuyor. Güverteyi sarmalayan, zemini bölen 3 cam, çalışanların kullanımına açık olan bahçeyi de izleme olanağı sunuyor. Bahçeye dikkatli bakıldığında, Piranesi’nin 18. yy gravür serilerinden “Il Campo Marzio dell’Antica Roma”‘ haritasının abartılmışı olduğu algılanabiliyor. Haritanın alt metinde sunduğu kentsel ideoloji ise, şehirlerin mükemmelliğinin, yıllarca süregelen, farklı mimari vizyonların eşit olarak bütünleşerek yeniden doğmasından gelmesi.

Büyük bir impatorluğun çöküşünden doğan şehirlere gönderme yapılırken, bahçe’nin bir alegori olduğu çok aşikar. Koolhaas ise bize, tüm imparatorlukların, kültürleri ile birlikte söndüğünü, ve kim olduğumuzu ve olmak istediğimizi gösteren o vasiyeti kaybettiğimizi hatırlatmak istiyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın