Kotor’un kaldırım taşları

Karadağ'ın Kotor şehrinin sokaklarına renkli taşları döşeyenler, özgürlüğü koklamış, yeryüzünün zengin çeşitliliğini fark etmiş denizcilerin çocuklarıydı.

Taşlar eskisi kadar parlamıyor ama renklerini de yitirmemiş…

Bakmayın öyle yerde sessizce durduğumuza, yaşananların izi hep üzerimizde. İnsanların çoğu günün telaşı içinde bizleri fark etmese de hep buradaydık. Yüzlerce yıl, gelen geçen onca insan, kendilerince çok önemli soru ve sorunlarla birlikte göçüp gittiler, çoğunun kemikleri bile kalmadı ama biz hep buradaydık. Biz kim miyiz?

Bizler Adriyatik denizinin Doğu kıyısında eski Yugoslavya’dan ayrılan Karadağ Cumhuriyeti sınırları içinde kalan ve fiyordu andıran Kotor körfezinin ucundaki Kotor şehrinin bin yıllara direnen kaldırım taşlarıyız. İki bin yılı aşkın tarihinde şehrin dar sokaklarında bizler hep vardık. Önce Balkanların gerçek sahipleri İlliryalılar geldi buralara. Onların dilinde şehrin ilk ismi Acruvium olsa da egemenliğini kabul ettiren Roma ve Venedikliler, Cottore-Kotor ismini verdiler. 451’de toplanan Kadıköy Konsülü ile adı sanı duyulmuş pek çok şehirden önce dini merkez olarak tescillendi ve piskoposluk kuruldu.

Şehrin ve taşların çeşitliliği
Turistlerin ilgisini çeken bölgenin en büyük katedrali Aziz Trifun /Sveti Triphon da Kotor’da inşa edildi. Kuzeyden gelen Slavların istilası, Balkanların tozunu attırdıysa da teslim olmadı ve günümüzde bile etkisi süren tipik bir Venedik şehri olarak kaldı. Osmanlı egemenliğinde de şehir, donanmanın bölgedeki merkeziydi. Labirenti andıran dar sokaklarında kaybolmanın keyif verdiği Kotor şehrinin birbirinden farklı renk, şekil ve boyuttaki kaldırım taşları olarak bizler her şeye şahit olduk. Ticari ve askeri merkez olmanın verdiği zenginliği, günümüzde turistik çekiciliği ile sürdüren şehrin kışları 23 bin olan nüfusu özellikle gemilerle gelen turistlerle yaz aylarında yüz bini aşıyor. Yarıya yakını Karadağlı olan şehir nüfusunun geri kalanı Sırp, Hırvat, Boşnak ve Arnavutlar. Şehrin çekirdeğini oluşturan ve sur içinde kalan Eski Şehir/Stari Grad’ı inşa edenler, zamanında taş bulamayıp ellerinde ne varsa rengine biçimine bakmadan sokaklara döşediler sanmayın. Farklı renk, biçim ve boyuttaki taşlardan döşenmiş sokaklar şehrin renkli kişiliğini yansıtması için seçilmişti. Kıyı kenti olmanın yanı sıra uzun yıllar Venedik egemenliğinde kalmanın da etkisiyle her türden gezgini, farklı ırk ve dinden insanı barındırmıştı. Tarih boyunca hep farklı insanların, uzak kültürlerin bir arada, barış içinde yaşadığı şehirlerdendi. Şehri kuranlar ve yaşatanlar yeryüzündeki farklılıkların doğurduğu kültürel zenginliği sezmiş, çatısından sokağına bu zenginliği şehre yansıtmıştı. Kimsenin ötekinin varlığından, dar sokaklarda birbirini görmekten rahatsızlık duymadığı, kimsenin kimseyi değiştirmeye çalışmadığı masalsı kentlerdendi. Bu sokaklar çocukların oyun seslerini, mahallelinin dedikodularını, kavga ve savaşları da gördü, üzerimizde az mı kan döküldü? Kenarımız köşemiz kırılıp dökülse de direndik. Yaşanan güzelliklerin hafızalarda hep tazelenerek kaldığına, kötü anıların ise hızla unutulduğuna, yağmurun olanca şiddeti ile hiç bitmeyecek gibi yağıp sokakları aşındırdığı günlerin ardından güneşin hep açtığına şahit olduk. Bizler Kotor’un kaldırım taşlarıyız. Hep buradaydık.

Neler gördük?
Bakmayın öyle sesimiz çıkmadığına, kaderimize razıymış gibi durduğumuza. Bu sokaklardan kimler geldi geçti. Rönesans’ın meşhur şairi Giovanni Bona de Boliris burada doğdu ve ilk sonelerini, Rönesans’ın doğurduğu özgürlükler sayesinde hümanizmi müjdeleyen ilk şiirlerini bu şehirde yazdı. Buranın toprağına karıştı. Rönesans’ın getirdiği mimari anlayış, şehri baştan başa yenilerken bizleri şehrin sokaklarına döşeyenler özgürlüğü koklamış, yeryüzünün zengin çeşitliliğini fark etmiş denizcilerin çocuklarıydı. Birbiriyle iç içe evleri ve dar sokaklarıyla herkesin birbirini görebildiği, gizlenmenin pek olası olmadığı bu alımlı şehri inşa edenler, şehrin sokaklarını farklı renk ve biçimde taşlardan döşeyerek gözlerin bu türden farklılıklara alışmasını amaçlamışlardı. Kabul etmek gerekir ki, yıllar bizleri de hayli aşındırdı. Özellikle şehrin girişinde askerlerin savaş hazırlıkları için toplandığı Silahlar Meydanı’ndakiler hayli hasar gördü. Eskisi kadar düz zemin oluşturamasak da, bir kısmımızın sırtı eskisi kadar parlamasa da renklerimizi yitirmedik. Şehrin koruyucusu Sveti Triphon Katedrali’ne yakın olanlarımız ise her daim genç ve zinde kalmayı başardı. Görkemli katedralin yanı sıra 12. yüzyılda Sveti Ana ve 13. yüzyılda Sveti Luke gibi hatırı sayılır büyüklükte kiliseleri şehre özenle yerleştirenlerin veba salgınında şifa getirmesi için 15. yüzyılda Meryem Kilisesi’ni /Gospe od Zdravlya inşa etmelerine de tanık olduk. Bizler Kotor’un kaldırım taşlarıyız. Bu şehrin insanları gibi birbirimize pek benzemesek de burada bir aradayız. Gidenlere lafımız yok ama kalanlara diyeceğimiz var elbet. Bilin ki, gelip geçen herkes özel ve farklı olduğunu düşündü, çoğu hayatı hep kendi penceresinden sorguladı, kendinden farklı olanlara kuşkuyla baktı. Onlar geçti gitti ama biz olanca renkliliğimiz ve farklılıklarımızla buradayız. Hani olur da yolunuz düşer, şehrin sokaklarını arşınlarsanız, her sabah eski şehir meydanında güneş yükselmeden kurulan otantik pazarın peynirlerinin, meşhur kurutulmuş et ve balıklarının tadına bakarak Kotor’u ve insanlarını daha iyi tanıyabilirsiniz. Gitmeden, bizlerden de küçük bir selamı esirgemeyin. 

Etiketler

Bir yanıt yazın