Kültürel varlıkları koruyan düzenlemeler var ama dinleyen yok

Yeni anayasa tartışmalarında kültür sanat.

Mimar Cengiz Bektaş kültür ve tabiat varlıkları konusunda iki önemli çalışması bulunuyor. Birincisi, kendisine 1992 yılında ‘Yapı Dalı Koruma Sanatı’nda Ulusal Mimarlık Ödülü’nü kazandıran Haliçte’ki Kadınlar Kütüphanesi onarımı.

İkincisi ise koruma ve onarım kanunlarını incelediği kitabı. Bu kitapta 19. yy’dan başlayarak bu konuda ne kanunlar konulduğunu, konulan kanunlar nasıl değiştirildiğini anlatıyor. Bektaş, her dönem kültür ve tabiat varlıklarını koruyacak kanunların çıkarıldığını ama bunların uygulanmadığını dile getiriyor.

Türkiye’nin birçok yerinde kültür ve tabiat varlıklarımızı korumak için savaş halindeyiz diyen Bektaş, bu konuda imar planlarının anayasa niteliğinde öneme sahip olduğunu vurguluyor. Bektaş, çok geçmeden anayasa çalışmaları için Mimarlar Odası, Şehir Planlamacıları Odası ve birçok demokratik kitle örgütünün kültür varlıklarının anayasada korunmasını sağlayacak yasaların çıkarılması için bir araya gelmeleri gerektiğine dikkat çekiyor.

Emek Sineması, Atatürk Kültür Merkezi, Haydarpaşa Garı ve Tarlabaşı v.b kültür varlıklarımıza bir yaklaşım sorunu var. Geçtiğimiz yıl bunun örnekleriyle birçok kez karşılaştık. Kültür varlıklarımıza nasıl yaklaşmalıyız?

Bu varlıklar kentin kent olmasını sağlayan donanımlar. Bundan iki bin yıl önce kenti tanımlayanlar ‘insanı kent yarattı’ demişler. İnsanı insanlaştıran, çağın insanı haline getiren okulu, spor alanları, tiyatrosu, çarşısı, kütüphanesi, hamamı v.s bunlardır. Efes’e gittiğinizde, Bergama’ya gittiğinizde bunları bulursunuz. Bu özellikler olmadan kentin nüfusu ne olursa olsun kent olarak kabul edemeyiz. Şehircilik ve insan kültür tarihi açısından bakarsak kent; insana yeterli kültürü ve donanımı verecek yer demektir.

Biz bu donanımları kapitalin para hırsına açık hale getirirsek toplumun lehine çalışma yapmış olmayız. Bundan elli altmış yıl önce insan başına ne kadar tiyatro sandalyesi düşüyorsa, bugün İstanbul’da kişi başına düşen tiyatro sandalyesinde yirmi kat artmış mıdır?

Bu ölçülere baktığımızda İstanbul’da bu donanımı sağlamamız gerekiyor. O zaman Atatürk Kültür Merkezi’ni kapatmak değil, tez elden eksiklikleri varsa giderip çalışır hale getirmek gerekiyor. Yeni AKM’ler yaratacağımıza yok etmekle uğraşıyoruz.

HER TARAFTA SAVAŞ HALİNDEYİZ

Kültürel yapılarımızı nasıl yaşatabiliriz?

Eski bir yapıyı yaşatmak için iki yol var. Birisi onarım (restorasyon), öbürü ise yenileme bu ikisi birbirinden ayrı işler. Bürom bundan yüz elli sene önce yapılmış. Onarımı yapının esasını dokunmadan kimi aşınmış, çatlamış, yıpranmış, patlamış yerlerini onarırsınız onu gelecek kuşaklara kültür donanımı olarak bırakırsınız. Bolu’da önemli bir hamam var onu yıkıp AVM yapmak istiyorlar. Hatta ben bunu Evrensel Gazetesi’ne de yazdım. Bolulular baş vurdu bana, şimdi onu nasıl kurtarırız bunun savaşını veriyoruz. Kültür değerlerimizi korumak için her tarafta savaş halindeyiz.

Yıkılan tarihi yapıların yerine kopyaları yapılıyor. Tarihi varlıklar böyle yaşatılabilir mi?

Bunlar kendilerini zannediyorlar ki Selçuklu’nun, Osmanlı’nın değerlerini biliyorlar! Hiçbir şey bilmiyorlar, bilene de sormuyorlar. Mimar Sinan yattığı yerden kalksa, çevredeki kopya Süleymaniyeleri, Selimiyeleri görse ‘bre zındıklar, bre kafirler 400 yıldır bıraktığım yerde mi otluyorsunuz’ dese bir tokat aşk etse haksız mı olur?

SAKİNLERİ KENTİNE SAHİP ÇIKMALI

Mevcut kanunlar kültür varlıklarımızı korumak için yerli mi?

Koruma onarım diye bir kitabım var. Orada 19. yy’dan beri ne tür kanunlar konuldu, o kanunlar nasıl değiştirildi ve en son neredeydik diye. Koruma yapmak için yeterli yasal düzenlemeler bulunuyor ama dinleyenler yok. Bu kanunların dinletilebilir hale gelmesi için insanların buralara sahip çıkması gerekiyor. Mimarlar Odası her defasında mahkemeye gitti ve her seferinde kazandı. Kent sakinleri sahip çıkmazsa onlarda bir şey yapamıyor.

Peki bu uygulamaları denetleyecek kurumlar yok mu?

Güya Anıtlar Kurulu var ama oradan tüm uzmanları alıp, yeterli uzmanlık düzeyi olmayan bir takım insanları koydular ve böylece istedikleri kararları çıkarıyorlar. Anıtlar Kurulu’ndan bir karar çıkıyor bir bakıyorsunuz bir hafta sonra tersi bir kararla karşılaşabiliyorsunuz.

İmar planlarının önemi nedir?

İmar Planları anayasa hükmündedir onu bozduğunuz zaman kente büyük kötülük yapmış olursunuz. Bu çok kullanılan bir örnektir. Anayasaya karşı davrananlara nasıl davranıyorsak imar planını kendi lehlerine bozanlara öyle davranılmalı.

EL ELE VERMEK ZORUNDAYIZ

Sonbaharla birlikte yeni anayasa yapımı hız kazanacak. Kültür ve tabiat varlıklarımızı korumak için neler yapmalıyız?

Hepimiz uyanık olacağız. Mimarlar Odasıyla, Şehirciler Odasıyla bir araya gelip bunları duyurmalıyız. Hükümetin çıkarlarıyla hareket eden medya, onlar için her şeyi yapıyor. O yüzden bizim medyamızda bu işin doğrusunu yaymak zorunda. Ve hep birlikte çalışmak zorundayız. Hatta önerebilirim bunu Şehirci Necati Uyar var, ben varım, mimar arkadaşlar var, biz bir araya gelelim ve kısa sürede haklarımızı koruma için nasıl bir savaş yürütülecek buna karar verelim. Mimarlar Odası, Şehir Planlamacıları Odasından görüşler alalım. Kendi gazetemizde değil başka yerlere de malzeme verelim. El ele vermek zorundayız yoksa yaşamsal, kültürel alanlarımız zarar görecek.

ONARIM, DÜŞEN TAŞI YERİNE KOYMAKTIR

Birçok eski yapıların onarımı sağlıksız bir şekilde ilerliyor. Sizce onarım nasıl yapılmalı?

Bunu örneklemek içinde yaptım aslında. Örneğin, Yunanistan’da eski bir Türk Paşasının konağını öyle bir onarıyorlar ki bir Greek yapısı gibi. Bizde bunu yapıyoruz, bu yanlış bir şey.

İkincisi yapıyla ilgili yalan söylemek kadar kötü bir şey yoktur. Bununla birlikte yeni bir tarih yaratılmamalı çünkü genellikle yeni bir tarih yaratmaya çalışıyorlar. Tarihte ne var yok her şeyi biliyoruz sonuçta. Bir de onarılacak yapının içine insan sıcaklığı sokulmalı. Yapıya insan sıcaklığı katmazsak o onarım olmaz. Ben Antalya da bir teyzeye ‘onarım nedir’ diye sordum; ‘düşen taşı yerine koyarsın onarım olur oğlum’ dedi.

FATİH BİLE DÜŞÜNMEDİ

Çamlıca’da yapılmak istenen cami hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yapsaydı Fatih yapardı o bile düşünmemiş böyle bir şey. Fatih İstanbul’u Çamlıca’dan seyretmiş sadece. Orası gerçekten caminin yeri değil.

Ya Taksim Projesi…

Yıllar yılı bizi Taksim Camisi’yle oyalamadılar mı? Topu topu Taksim Camisi 160 metre kareydi. O nedenle orada yapılacak olan ticari alanlar ise neredeyse 2000 metre kareydi. Taksime cami yapmak mı dertleri? Hayır, onunla beraber yapacakları ticari alan bütün mesele.

Etiketler

Bir yanıt yazın