Çevre ve Şehircilik Yeni Bakanı İdris Güllüce 2004 yılında yazdığı "Yerel Yönetimlerin Sorunları ve Çözüm Önerileri" adlı kitapta ilginç tespitlerde bulunuyor.
17 Aralık’ta gerçekleşen yolsuzluk operasyonları ülkeyi sarsarken kabinede de değişikliklere sebep oldu. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar hem bakanlıktan hem de milletvekilliğinden istifa etti. Bayraktar’ın yerine Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak İdris Güllüce getirildi. Yine bir inşaat mühendisi olan Güllüce daha önce 3 dönem Tuzla Belediye Başkanlığı yapmıştı.
İstifa eden Erdoğan Bayraktar icraatları ile uzun süre konuşulacak. Öyle ki bakanlığı öncesinde TOKİ Başkanlığı görevinde de bulundu. TOKİ, Erdoğan Bayraktar ile “altın çağını” yaşadı. Bayraktar’a da TOKİ’ye de eleştiriler hiç eksik olmadı. TOKİ’nin Ankara’dan proje çizip yerelde uygulaması tepkilerin başında geliyordu. Yine yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yönetimde merkeziyetçiliğin azaltılması başlıca taleplerdendi.Bayraktar’ın ardından koltuğa oturan İdris Güllüce’nin Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak nasıl bir performans sergileyeceği merakla bekleniyor.
Güllüce, 2004 yılında Alfa Yayınları’ndan çıkan “Yerel Yönetimlerin Sorunları ve Çözüm Önerileri” adlı kitabında merkeziyetçiliği yerel yönetimlerin önünde en büyük sorun olarak görürken ilginç tespitlerde bulunuyor. Osmanlı’da özerkliğin sağlıklı siyasi, kültürel yapıya ortam hazırladığını, merkezin yetkilerinin arttırılmasının ise çöküşü hızlandırdığı söyleyen Güllüce, “Merkezi yönetim yerel yönetimlere güvenmelidir. Daha doğrusu halka güvenmelidir. Demokrasinin gereği budur. Türkiye’de mevcut ekonomik sorunların temelinde bu yapısal sorunlar yatmaktadır” diyor. İmar planlarında sık sık yapılan değişikliklere de değinen Güllüce kitapta yer alan ilgili bölümde :” Yürürlükte olan nazım imar planında yeşil alan olan yerlerde yapılaşmaya gidilerek yeşil doku yok edilmektedir. Ayrıca planda yol, park vs. gibi yerlerin satışları olabilmekte bu da bilinçsiz vatandaşları mağdur etmektedir” diyor.
İşte Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce tarafından 2004 yılında kaleme alınan “Yerel Yönetimlerin Sorunları ve Çözüm Önerileri” adlı kitaptan bazı bölümler:
Bugüne kadar merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde uygulamaya koyduğu denetim yerel hizmetlerin planlı, programlı ve etkin bir biçimde yerine getirilmesine yardımcı olmamış, tam tersine hizmetleri geciktirici maliyeti arttırıcı olmuştur.
Türkiye’de mevcut uygulama ile adeta sorunların merkezde çözülmesi esasmış gibi hareket edilmektedir. Merkezi yönetim sürekli olarak yetkileri elinde tutmaya ve toplamaya çalışmakta ve çözemediği sorunlara yenilerini ilave etmektedir. Bu anlayış ve yapıyla ülkemizi daha ileri götürmek mümkün değildir. Vakit kaybedilmeden bozuk mekanizma değiştirilmelidir.
Problem sistemdedir. Problemi, demokrasinin yetersiz oluşundan kaynaklanan yapısal bozuklukta aramak gerekir. “Halka rağmen” değil, “Halkla beraber” mantığı ve demokrasi ahlakı yerleşmedikçe ; merkezi yönetim yetki paylaşımı konusunda demokratik bir ülkeye yakışan yaklaşımlarda bulunmadıkça, problemler artarak devam edecektir.
Merkezi yönetim yerel yönetimlere güvenmelidir. Daha doğrusu halka güvenmelidir. Demokrasinin gereği budur. Türkiye’de mevcut ekonomik sorunların temelinde bu yapısal sorunlar yatmaktadır.
Osmanlı Devleti’nde 17. yüzyılın sonuna kadar yerel yönetimlere önemli ölçüde özerklik verilmiştir. Merkezi idare ile yerel yönetimler arasında dengeli ilişkilerin sağlanması, Osmanlı Devleti’nin sağlıklı bir iktisadi, siyasi ve kültürel yapıya sahip olmasına ortam hazırlamıştır. Daha sonra yerel yönetimlerin yetkilerine önemli ölçüde sınırlamalar getirilmiş ve merkezi idarenin yetkileri arttırılmıştır. Bu eğilim iktisadi ve sosyal sorunların artmasına ortam hazırladığı gibi devletin çöküşünü de hızlandırmıştır.
Cumhuriyet döneminde merkezi idarenin yerel yönetimler üzerinde denetim ve kontrolü artmıştır. Çok partili dönemde yerel yönetime daha fazla yetkiler verilmesi istenmiş, konuşulmuş ve hatta son yıllarda demokratikleşme ile yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılması eş anlamlı kabul edilmiş ise de, uygulamada belediyelerin yetkileri kısıtlanmış adeta belediyeler siyasi iktidarın tutsağı haline getirilmiştir. Bu uygulama yerel yönetimlerin karşılaştıkları sorun ve çelişkileri daha da arttırmış ve mekanizmayı adeta felç etmiştir. Merkezi idaredeki tıkanma ve yozlaşma yerel yönetimlere de yansımıştır.
….Bu sorunların yanında merkeziyetçiliğin yerel düzeydeki görünümü; il özel idaresi, belediyeler ve köy yönetimleri açısından farklı olmaksızın aşağıdaki anlama gelmektedir:
*Her bir hizmetin nerede, nasıl ve ne ölçüde yapılacağı Ankara’da kararlaştırılıp, planlanmaktadır. Anklara’nın planladığı ve kabul ettiği her konuda, ne derece basit olursa olsun, değişiklik yine Ankara’nın onayına tabidir.
*Yatırım kararları en ince ayrıntısına kadar Ankara’da alınmaktadır. Hizmetlerin tüm ayrıntıları ve bunlar üzerindeki hertürlü değişiklikler merkezde hesaplanmaktadır.
*Hizmetle ilgili personel kadroları Ankara’dan tayin edilmektedir. En uç birimlere kadar personelin dağılımı Ankara’dan yapılmaktadır.
Günümüze kadar artık merkezi yönetimin gerçekleştirdiği hizmetler artık yetersiz kalmakta, gelişen büyüyen Türkiye için artık bu hizmetler halkın beklentilerini karşılamamaktadır. Hizmetlerin ülkenin en ücra köşesine kadar ulaşabilmesi için belediyeler yerel iktidarlara dönüştürülmeli yetki ve sorumluluk alanları arttırılmalıdır.
Merkezi yönetimde bulunan siyasi kadroların belediye yönetimlerine öncelikle siyasal bir kurum olarak yaklaşmaları dolayısıyla, bu yönetimlerin asıl kuruluş amaçlarının ikinci plana atılması, sorunların çözülmesinin önünde yadsınmaz bir engel olarak durmaktadır. Merkezi yönetimde bulunan siyasal iktidar, kendi siyasal görüşüne göre belediyelere yardım ve bakış açısı geliştirdiğinden belediyeler asıl vazifeleri olan hizmeti sunmakta güçlük çekmektedir.
Belediyelerimiz halkla ilişkilerini ne yazık ki her konuda olduğu gibi merkezi iktidarın vesayeti altında yürütmektedir. Seçim propagandalarında seçmene verilen mesaj, eğer kendi partilerinin adayları seçilmezse, her bakımdan merkeze bağımlı belediyelerin iş yapamaz duruma geleceği, bu da seçmeni tercih konusunda iş yapabilecek, vasıflı Belediye Başkanları yerine merkezi iktidarın istediği adayı seçmeye itmektedir.
Şehirlerimizi korumak ve onların planlı büyümesini sağlanmak için imar planları sık sık değişikliğe uğramamalıdır. Nazım planlarda sık sık değişiklik yapılması imar planı uygulamalarında genel ve özel hatalar yapılmasına neden olmaktadır.
*Yürürlükte olan nazım imar planında yeşil alan olan yerlerde yapılaşmaya gidilerek yeşil doku yok edilmektedir. Ayrıca planda yol, park vs. gibi yerlerin satışları olabilmekte bu da bilinçsiz vatandaşları mağdur etmektedir. ,
*Kaçak yapılaşmayla birlikte gelişigüzel hale gelen mahalleler oluşmakta, insanlar buralarda suyu elektriği olmayan tutsak hayatlar yaşamaktadırlar.
*Belediyelerin sık sık kat arttırımına gitmesi ve tarım arazilerinin imara açılması sonucu çarpık kentleşme ve kaçak yapılaşma ile karşılaşmaktadır.
*Yerleşim alanı plan rantları %100 belediyenin olmalıdır. Böylece belediye için de suistimaller önlenmiş olur. İnsanların rant peşinde koşması önlenir.
Türkiye’de kamu yönetimi sistemine “her şey devlet içindir” ve “uzaktan hükümet edilir, uzaktan yönetilir” temel felsefesi yön vermektedir. Oysa kendimize model olarak seçtiğimiz batı yönetim felsefesinde temel ilke “uzaktan hükümet edilir, yerinden yönetilir” şeklindedir.
Yerel Yönetim Bakanlığı kurulacaktır. Bu bakanlık, yerel yönetim ile merkezi idare arasındaki ilişkileri düzenleyen bakanlıktır.
Anayasa’nın 127. maddesinin 4. fıkrası uyarınca İçişler Bakanı’na verilen merkezi yönetimin uyguladığı “belediye başkanlarını görevden uzaklaştırma” yetkisi belediyeler üzerinde merkezi yönetimin uyguladığı bir vesayet yetkisidir. Bu yetkinin seçilmiş kişilere uygulanması antidemokratik bir uygulamadır. Bu konuda bizim teklifimiz ise belediye başkanları soruşturma ve yargılama sonucu kesinleşmeden herhangi bir kişi, kurum ya da kuruluş tarafından görevden alınmamalıdır. Bu yetki, yargılama sonucunda suçlu bulunursa ancak yargı tarafından görevden alınacaktır.
Belediyeler bugünkü manada ilk kurulmaya başladığı 1854 yılından günümüze devamlı bir şeyler kaybederek geldikleri görülmektedir. Sürekli olarak yetkileri kısıtlanmış, gelirleri azaltılmış bir görünüm sergilenmektedir. Günümüzde belediyeler eski yetkilerini arar hale gelmişlerdir.
Ülkemizde siyasi partiiler seçim kampanyalarında belediyenin imkanlarını, gelirlerini arttıracağı vaadiyle seçim propagandası yapmakta fakat iktidara geldiklerinde de verdikleri sözleri unutmaktadırlar. Çünkü yerel yönetim olan belediyelere yetki vermek, merkezi yönetimin işine gelmemektedir.
1 Yorum
Yeni bakanımız hayırlı olsun. Dedikleri doğru şeyler ancak merkezi yönetim belediyeleri elinde tutabilmek iktidar veya muhalefet belediyesi olarak değerlendirebilmek için bugüne kadar yapılmış düzenleme ve yönetmelikleri değiştirebilmek için, iyi niyetli olan ve doğruları bilen bakanımızın ne bakanlık ömrü yeter, ne merkezi yönetime anlatabilir, ne de Ankara bürokrasi hegamonyasını kırabilir.
En basitinden; Yıllardan beri ülkemizin her belediyesinde kaldırıma çıkma yani balkon yapılır, çok eskilerde adına cumba denilir, yeni bir yönetmelik yayınlamışlar; ‘Kaldırım kamuya aittir çıkma yapılamaz’ haydaaa, eski köye yeni adet.
Ankara bürokrasisinin hal-i pür melali bu.