Türkiye’nin Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan "housEmotion” ile katıldığı Londra Tasarım Bienali '18, bu yıl “Emotional States” teması ile 4-23 Eylül arasında düzenlenecek.
Somerset House’da bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Bienal kapsamında 6 kıtadan 35 farklı ülkenin pavyonları sergilenecek: Arjantin, Avustralya, Avusturya, Brezilya, Kanada, Çin, Kolombiya, Mısır, Almanya, Yunanistan, Guatemala, Hong Kong, Macaristan, Hindistan, İsrail, İtalya, Kenya, Letonya, Lübnan, Moğolistan, Norveç, Pakistan, Polonya, Porto Riko, Katar, Rusya, Suudi Arabistan, Somali, İsviçre, Tayvan, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, İngiltere, ABD ve Vietnam. Ayrıca Haberdashery, Berghaus ve Princess Yachts da özel olarak Bienal’e katılacak.
Somerset House ana girişi
Duygular evrenseldir, sınırları aşan ortak anlamları vardır. Bu yılki pavyonlar, Charles Darwin’in 1872 çalışmasında (The Expression of the Emotions in Man and Animal ) insan ve hayvan duygularının ifadesi olarak sınıflandırdığı tüm duyguları keşfedecek. Bu duygular: öfke, kibir, iğrenme, korku, mutluluk, hüzün ve sürpriz.
Tasarım, duyguları nasıl uyandırır, iletir ve manipüle eder? Tasarım öfke ve stresi kışkırtıp nasıl ele alabilir? Duygusal yönü güçlü tasarımlar tüketim ve atıkların etkisini nasıl azaltabilir? Robotların duygusal makineler olarak olası sonuçları nelerdir? gibi soruların bu yıl cevabı aranacak.
“Emotional States” teması altında bienale katılan ülkeler, tasarım ile insanların duygu ve hisleri arasındaki ilişkiyi irdeleyecekler. Londra Tasarım Bienali Direktörü Christopher Turner,
“Londra Tasarım Bienali küresel nabzı hissederek, tasarım, duygusal tepkiler ve sosyal ihtiyaçlar arasındaki önemli ilişkiyi araştıracak.” dedi.
Londra Tasarım Bienali, farklı disiplinlerden bir dizi yaklaşıma ev sahipliği yapacak. Mimarlar, tasarımcılar, bilim insanları, mühendisler, yazarlar ve sanatçılar tarafından çağdaş tasarımın insanların hayatlarını her yönden nasıl etkilediği araştırılıp paylaşılacak.
Tabanlıoğlu, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve T.C. Londra Büyükelçiliği ve’nce desteklenen “housEmotion” enstalasyonu ile Londra Tasarım Bienali’nde Türkiye’yi temsil edecek.
“housEmotion” şeklen bir evi anıştırıyor, ama bu bir yuva mı? 21. Yüzyılda “yuva”ya dair gerçeklik ve duygular neler?
Hız, hareket ve geçicilik odaklı çağımızda Tabanlıoğlu Mimarlık’ın enstalasyonu “ev”in duygusal yerini değerlendiriyor, ne-re-ye ait olduğumuz sorusuna cevap arıyor.
“Nerelisiniz?” sorusuna verilen cevap, hemen hemen herkesin geldiği yerden farklı bir fiziksel noktada olduğunu, kalıcı veya misafir olarak, artık farklı bir yeri mesken tuttuğunu gösterir. Evin gerçekten ne olduğuna dair çeşitli algılamalara rağmen, en iyi cevaplardan biri “Ev, Başladığımız Yerdir”.
housEmotion’da fizikselleşen “ev”in yarı şeffaf duvarları bir kontrol hissi yaratarak – bireyin aile ve toplumla etkileşimin gelişiminde olduğu gibi- dış ortama kademeli olarak açılan sınırları tespit ediyor. Öte yandan, enstalasyonun merkezi, ait olmanın konforunu, rahatlığını temsil edecek şekilde biçimleniyor.
Enstalasyon, ev kavramını en sade haliyle temsil eden temel kübik formun, bir dizi beyaz çubuk kullanılarak inşa edilmesiyle şekilleniyor. Çubuklar arasındaki boşluklar, yapıya yarı şeffaflık ve geçirgenlik katıyor, dışarıdan, farklı açılardan izlendiğinde ise optik iluzyonlara yol açıyor. Uzaktan merak uyandıran bu etki ziyaretçileri “ev”in içine girmeye teşvik ediyor.
Tabanlıoğlu’nun “anne kucağı gibi” şeklinde tarif ettiği mekânın merkezinde bir divan yer alıyor; içeride olanlar için, oturup dinlenebilecek bir sığınak ya da bir buluşma noktası. Ziyaretçilerin vakit geçirmek, rahatlamak ve yeni insanlarla tanışmak isteyecekleri bir yer.
Evin çerçevesini kuran çubuklara gömülmüş olan aydınlatma elemanları, özellikle geceleri, yapıyı parlayan bir fenere ya da samimi, sıcak bir mekana dönüştürüyor.
“Günümüzde ‘yuva’, kişinin tüm anılarını hafızasında tutan bir akıllı telefon olabilir. Ya da kendi özümüzü çağrıştıran bir hayal, hatta yanımızda taşıdıdığımız herhangi bir şey” diyor Tabanlıoğlu Mimarlık.
Maps of Defiance, İngiltere
Londra Üniversitesi’nde bulunan bağımsız ve disiplinler arası bir araştırma ajansı olan Forensic Architecture işbirliğinde, V & A tarafından düzenlenen İngiltere Pavyon’u, dijital tasarım ve görüntüleme yöntemlerinin, DIY kültürel miraslarının belgelenip ve korunmasındaki etkilerini sunacak.
Forensic Architecture tarafından önerilen görselleştirme ile tasarımın, yeni bakış açılarını ve araştırma hatlarını doğrudan nasıl etkileyebileceği inceleyecek.
Sergi, Irak’ın Sinjar bölgesinde Daesh tarafından tahrip edilen alanların, hava fotoğrafçılığı ve fotogrametri kullanılarak elde edilen verilerle, 3D rekonstrüksiyonunun oluşturması sürecini sunacak. Bölgede gerçekleşen yıkım, soykırım ve köleleştirme kanıtlarını toplamak, belgelemek ve korumak serginin temel amacıdır. Sergide ayrıca, uçurtma, plastik şişeler ve helyum balonlarından yapılan kuleler gibi Irak vatandaşlarının eğitiminde kullanılan nesneler de yer alacak.
ΑΝΥΠΑΚΟΗ (Disobedience), Yunanistan
Nassia Inglessis liderliğindeki Studio INI, bu yılki Bienal kapsamında Disobedience (İtaatsizlik) başlıklı kinetik bir enstalasyon sunuyor. Yunan mizacını tanımlamak için tarih boyunca kullanılmış Disobedience (İtaatsizlik) kavramı çerçevesinde, Antik Yunan mitolojisine kadar dayanan itaatsizlik araştırmaları üzerinde duruluyor. Ikaros ve Antigone’un öğretici hikayelerinden, insanlığın ilerlemesi için tanrılara itaat etmemeyi ahlaki bir yükümlülük olarak gören bir kahraman olan Prometheus’a… Yunanistan’ın tasarımı, bu ikiliği itaatsizliğin doğasında araştırıyor. Tasarım ile itaatsizliği nasıl uyandırabiliriz? Bunun için hangi yapıcı ve yaratıcı biçimleri kullanabiliriz?
Yunanistan’ın kinetik kurulumu fiziksel ortamla etkileşimlerimizi değiştirerek, mimarlık algısında statik ya da duygusal olarak atıl olan bir algılamaya meydan okuyor. Ziyaretçileri; binaların, sınırların ve yürüyüş yollarının insanların niyetlerine cevap vermek için uyarlandığı bir dünya hayal etmelerine teşvik ediyor.
Geri dönüştürülmüş plastikten yapılmış çelik yay iskeletli 17 metrelik bir duvardan oluşan ΑΝΥΠΑΚΟΗ, insan vücudu etrafında bükülüp nefes alabiliyor. Ziyaretçiler bu mekanik sınır boyunca geçiş yapabiliyor ve duvarın yüzeyinde değişime neden oluyorlar. İnsanlar, fiziksel tepkiler ile değişen bu geçitten geçerken, itaatkar bir seyirciden, itaatsiz yaratıcı bir oyuncuya doğru değişime davet ediliyor. Ziyaretçiler, bir sınır arasında geçiş yapma ve bu sınırın şeklini değiştirme hissi yaşadıkça, merak, kararsızlık, hayal kırıklığı, günah, heyecan gibi duygularda artış yaşıyorlar.
Face Values, ABD
Face Values, ziyaretçilerini, duyguların fiziksel performansa çevirilmesiyle ses ve grafik ekranlarını kontrol etmek için yüz ifadelerini kullanmaya davet ediyor.
Cooper Hewitt’in Face Values kurulumunda, canlı yüz ifadeleri, dinamik grafik görüntülerin temeli haline gelerek, insanlar ve makineler arasında kışkırtıcı konuşmalar doğuruyor. Ziyaretçiler, Matter Architecture Practice tarafından tasarlanan sentetik sazları ve R. Luke DuBois ve Zachary Lieberman’ın orijinal dijital eserleri ile etkileşim kurarak duygularını gerçekleştirmeye ve kimliklerini dönüştürmeye davet ediliyor. Jessica Helfand’ın görsel bir makalesi, yüz analizinin tarihsel bağlamını araştırıyor.
Sergi genellikle güvenlik, gözetleme ve davranışsal profilleme için kullanılan teknolojilerin alternatif kullanımlarını araştırıyor. Ziyaretçiler, yüz hareketlerinin kameraları ve yazılımları nasıl kontrol edebildiğini öğrenecekler. Bu doğrultuda beklenmedik sonuçlar elde etmek, alışkanlıklarını yıkmak için yüzlerini farklı biçimlerde kullanmaları öngörülüyor. Sonuçlar, farklı formlardaki bir arşivle kademeli olarak ekranlarda gösterilecek.
“Face Values, katılımcıları bu hızlı gelişen dijital tasarım alanının büyük yeteneklerini ve öngörülemeyen sonuçlarını dikkate almaya teşvik ediyor,” diyen Cooper Hewitt’in direktörü Caroline Baumann, ruh hali ve hareketlerimizi ölçmek, okumak ve kontrol etmek için yüz tanıma teknolojisinin potansiyelini araştırıyor.
Power Plant, Hollanda
Marjan van Aubel tarafından tasarlanan Power Plant (Enerji Santrali), hem gıda hem de elektrik üretmek için güneş ışığını kullanan fütüristik bir sera. Hollanda bu yıl, “Korkularımız, tasarım fikirlerimizi insanlığın geleceği için destekleyebilir mi?” sorusuna cevap arıyor.
Gıda en temel duygularımızın çoğunu harekete geçirir ve gittikçe artan şekilde en derin korkularımızın kaynağıdır. Dünyanın nüfusu hızla artıyor; 2050 yılına kadar şehirlerde 2,5 milyar insan yaşayacak. Aynı zamanda, iklim değişikliği hava koşullarının aşırı derecede yükselmesine neden oluyor, çöller genişliyor ve verimli topraklar giderek azalıyor. Soru şu ki, bu kadar çok insanı beslemeye nasıl devam edebiliriz ve gezegenimize daha fazla zarar vermeyecek şekilde bunu nasıl yapabiliriz?
Hollada’nın kurulumu olan Power Plant ile ziyaretçiler, kendi ihtiyacı için gereken enerjiyi toplayabilen geleceğin serasına girecekler. Enerji Santrali’nin şeffaf güneş camı sayesinde iç mekanın iklimi yıl boyunca sürdürebilen büyümeyi sağlıyor. Hidrofonik sistem, besin takviyeli suyu sirküle ederek geleneksel su çiftçiliğine kıyasla su kullanımını % 90 oranında azaltıyor. Güneş ışığına ek olarak özel renkli LED’ler kullanarak, bitki büyümesi 40 kata kadar artırılıyor. “21. yüzyılın Kew Bahçelerini inşa etmeyi umuyoruz.” diyen Marjan van Aubel, “Modern teknolojileri kutluyoruz ve geleceğin bitkilerini yetiştiriyoruz.” diyor.
Sensorial Estates, Hong Kong
Sensorial Estates (Duyusal Sensörler), Hong Kong Pavyonu, kokuların bizi fiziksel yerlere ve varlık durumlarına nasıl geri götürebileceğine odaklanıyor.
We-Designs ve LAByrinth tarafından tasarlanan bu kurulum, Hong Kong şehrinin çeşitli kokularını ve Hong Kong’un ikonik ve nostaljik temsillerini bir bellek alanı olarak keşfedecek tasarım nesneleri ve imgelerin anlatıldığı hikayeleri araştırıyor. Ziyaretçiler, aroma infüzyonu yapılmış nesneler ve özel duvar kâğıtları ile bir dizi kutuyla hem görüntü hem de koku yoluyla kurulumla etkileşime girecek.
Silent Room, Lübnan
Lübnan, Somerset House’un önündeki geçici bir pavyon olan The Silent Room’u sunacak. Nathalie Harb tarafından tasarlanan Sessiz Oda, vatandaşların dışarıdaki gürültülerden ve diğer duyusal saldırılardan izole edildiği kamusal bir alan. Bugün çoğumuz, hem görsel hem de işitsel olarak sürekli bir bilgi akışına maruz kaldığımız kentsel ortamlarda yaşıyoruz. Sessizlik gittikçe daha ayrıcalıklı bir lüks haline geliyor. Bu nedenle, Silent Room, şehrin gürültüsünden izole edilen koza benzeri bir alan sağlamak için kamusal alanda kurulu özel bir “sığınak”. Sessiz Oda, bir direniş biçimi olarak sessizliği temizlik eylemi olarak görüyor.