Farrells tarafından Londra'nın Chelsea Waterfront bölgesinde tasarlanan Powerhouse, tarihi Lots Road Power Station'ın endüstriyel mirasını yeniden canlandırıyor.
Chelsea Waterfront’un son aşaması olan ve 10 binadan oluşan Powerhouse projesi, bölgenin hafızasında yer eden terk edilmiş bir endüstriyel alanını dönüştürecek.
Terry Farrell tarafından tasarlanan projenin peyzaj tasarımı Randle Siddeley tarafından yapılmış.
Powerhouse sakinleri, Randle Siddeley tarafından hazırlanan bahçelerle, 100 yıl sonra ilk kez halka açılan 400 metrelik Thames sahiline doğrudan erişebilecek.
Chelsea Waterfront’taki 8,85 dönümlük alanı kapsayan projenin temel taşını oluşturan 260 lüks dairenin yer aldığı Powerhouse, eski Lots Road Power Station ile birlikte bölgenin kültürel ve endüstriyel mirasını canlandıracak bir proje.
1905 yılında inşa edilen ve bir zamanlar sanayi devriminin katedrali olarak nitelendirilen Powerhouse, Londra’nın üç büyük elektrik santralinden en eskisi.
Yaklaşık bir asır boyunca Londra Metrosu’nun itici gücü olan binanın orijinal cepheleri, hava koşullarına, kömür patlamalarına, endüstriyel aşınma ve yıpranmaya maruz kalmış.
Sonuç olarak restorasyon, yapıyı yenilerken endüstriyel karakteriyle birleştirmek için farklı tuğla renklerinin bir araya getirilmesini gerektirmiş.
Yetenekli bir tuğla ustası ekibi tarafından hazırlanan kırmızı tuğlaların eşsiz karışımı, binanın günümüze kazandırılmasında çok önemli bir bileşen olan orijinal elektrik santralini aslına sadık kalarak yansıtıyor.
Powerhouse’un camlı pencereleri, kendi dönemindeki bir elektrik santrali için son derece nadir bir özellik.
Bu benzersiz özellik, binayı konut kullanımı için ideal hale getirerek orijinal yapı içinde evler inşa etme fırsatı sunarken onu Londra’daki Battersea ve Bankside elektrik santrallerinden ayırıyor.
Yeniden kullanılan pencereler, gömme balkonlarla birlikte, Powerhouse sakinlerinin yaşam deneyimini geliştirmede önemli bir rol oynayacak ve dairelerin %60’ından fazlası büyüleyici nehir manzarası sunuyor.
Alanın ustaca kullanılmasıyla binanın dış duvarlarına entegre edilen balkonlar, sakinlerin panoramik nehir manzarasının keyfini çıkarmalarına olanak tanıyor.
Powerhouse’un kalbinde, bir zamanlar elektrik santralinin türbinlerinin durduğu yerde, yeniden canlandırılmış stratejik olarak yerleştirilmiş ağaçlarla harmanlanan 100 metrelik bir atriyum yer alıyor.
Samimi bir sokağı çağrıştıracak şekilde tasarlanan atriyum, perakende birimleri, restoranlar ve eğlence alanları da dahil olmak üzere canlı bir faaliyet merkezi haline gelecek.
Atriyuma giriş noktaları, 275 metre yüksekliğinde iki bacanın tabanlarında yer alıyor.
Her bir bacanın tabanında yer alan açıklıklar, iki köprü aracılığıyla Chelsea Waterfront’a bağlantı sağlıyor.
Bu köprülerden birinde, şair ödüllü Simon Armitage’ın, elektrik santralinin endüstriyel tarihini ve yerel toplumdaki yenilenen rolünü kutlayan bir şiiri yer alıyor.
“Tarihsel olarak Chelsea’nin sınırını belirleyen bu tarihi yapı, hayatının bir sonraki bölümüne hazırlanmak üzere özenle işleniyor ve restore ediliyor. Merkezinde restoranlar, perakende satış, çalışma alanı ve yeni bir mahalle sağlık tesisinin yer aldığı yeni bir kamusal alan parçası olan atriyum, Powerhouse’un bir kez daha Londra halkının kullanımı ve yararına olmasını sağlayacak.”
Powerhouse’un ihtişamı, geniş yaşam alanları, yükseltilmiş çatı alanları, kendine özgü pencereleri ve ek yaşam alanlarını ikiye katlayan giriş holleri ile tasarlanan dairelerde hissedilecek.
Powerhouse’un iç mekanları da dış cephesi gibi binanın endüstriyel mirasını yaşatacak şekilde hazırlanmış.
Koyu ahşap vurgular, bronz kaplamalarla bezenmiş çelik kapılar ve siyah aksesuvarlar elektrik santralinin mirasına saygı göstererek bir loft atmosferi yaratıyor.