Ramazan’da İstanbul’un sûretine bir durgunluk, bir sükûnet, bir temkin hali gelmiş sanki bu sene; ben bunu hemen Ramazan’a bağladım ama okulların tatilde oluşunu, yazlıkçı takımının İstanbul’u kaçar gibi terkedişini de ihmâl etmemek lâzım galiba.
Yine de Ramazan’ın daha bir gözle görünür hale geldiğini söyleyebilirim. Çok uzaklardan gelen bir yabancı, “Bu şehre bir şey olmuş; sıradışı bir şey yaşanıyor” diye düşünceye dalarsa bana göre sebebi Ramazan’dır.
Geçen hafta günübirlik ziyaret için Şarköy’e gitmek icab etti. Giderken üç saat tutan yol süresi, dönüşte neredeyse 6 saati buldu. “Kimsenin aklına gelmez” gibisinden enayice bir fikirle sahilden arabalı vapurla karşıya geçmeye karar verdik. Meğer bizim gibi düşünen hiç de az değilmiş; anlayacağınız sahil yolunda yığıldık kaldık.
Bakırköy’ü geçtikten sonra sahilde, denize doğru karınca gibi döneleyip duran sarı renkli iş makinaları dikkat çekiyor. İnşaatın yola bakan kısmı kapatılmış ama aralardan görünüyor. Müthiş bir faaliyet var sahilde. Denizi dolduruyorlar anlaşılan. “Kim yapıyor, ne yapıyor, nasıl yapıyor, niçin yapıyor?” gibi üzerime vazife olmayan sorulara cevap bulmak için bir bilgi tabelası aradım, şüphesiz vardır ama bulamadım.
Her günün mühimce bir kısmını –ne yazık ki- haber tarayarak geçirmek zorunda olan biriyim. İstanbul sahillerinden birinde denizi doldurarak yer kazanmak maksadıyla bir proje başlasın ve benim haberim olmasın? Elbette İstanbul’un imar işlerine bakan lonca şeyhi filan değilim, gözden kaçmış olabilir lakin bu araya kaynayıp gidecek ufak tadilatlardan birine benzemiyor pek. Kazlıçeşme ile Yenikapı arasında, sahilin en fiyakalı ve seyirlere seza sahilinde deniz dolduruluyor ve ben bundan tesadüfen gördüğüm için haberdar oluyorum. Hani o dakikalarda trafik hızlı aksa, muhtemelen fark etmeyeceğim bile.
Bu noktaya bir mim koyalım mı: İstanbullular o kadar çılgın, o kadar tezcanlı ve telâşlı bir ritimle koşuşturuyorlar ki sokakta, sair şeylere ayıracak dikkatleri kalmıyor. Günün birinde uzaylılar bir gece yarısı, sözün gelişi Galata Kulesi’ni söküp götürseler birkaç hafta sonra farkına varılır gibime geliyor. Herkesin seçici algısı, gündelik maksadına kilitlenmiş durumda. At gözlükleriyle koşuşturuyoruz İstanbul’da ve sadece görmek istediklerimizi görebiliyoruz.
O gün iftardan sonra ilk işim bilgisayarın arama çubuğuna “Yenikapı dolgusu” yazmak oldu. Karşımdaki ilk site yüze ve dudaklara dolgu yapan bir estetik merkezi olduysa da aradığımı buldum.
Proje, elbette bir “kamu” projesi, hayli yeni; bu yılın bahar aylarında başlamış. Buna göre bir yıl içinde denizden 715 dönüm (Yaklaşık 100 futbol sahası) yer kazanılacak ve mevcut sahile eklenen bu yeni alanda büyük bir miting, gösteri, konser ve yeşil alan yapılacakmış.
Bu “yeşil alan” lâfına bayıldım; sen tut, İstanbul’un en güzel sahillerinden birini en az iki-üç kilometre boyunca kapat, toprak ve kaya doldur ve “kazanılan” yere çim, ağaç vesaire ekiver. Nedir, yeşil alan! Peki, dozerlerle saldırıya uğrayan “mavi alan” yani deniz n’olacak?
Herkes benim gibi dünyadan bîhaber değil; Şehir Plancıları, İnşaat Mühendisleri ve Mimarlar Odası, “Tarihî yarımada’nın tabii doku ve siluetini bozacağı, arkeolojik ve tarihî miras alanlarını tahrip edeceği ve esasen trafikten arındırılması gerekirken tam aksine yarımadaya daha fazla araç çekeceği” gibi aklıbaşında gerekçelerle durdurma davası açmışlar.
Buraya gelmişken basit bir test yapalım: Taksim Gezi Parkı’ndaki kışla projesi ile Yenikapı açıklarını doldurma projesini yan yana koyarak hangisi hakkında daha çok bilgi ve kanaat sahibi olduğunuzu kontrol eder misiniz lütfen?
Gezi Parkı hakkında çok şey, Yenikapı dolgusu hakkında hiçbir şey bilmiyoruz ortalama hesapla. Bu vahim bilgi ve dikkat eksikliğinin sebebi şu: aslında kimsenin İstanbul estetiğini, tarihî varlıklarını, yeşil alanlarını dert ettiği filan yok. Gezi, siyasi bir hesaplaşma konusuydu; gereğinden fazla abartıldı ve bütün dünya basınının dikkatini çekti. Yenikapı dolgusu, Gezi Parkı’ndan daha vahim, daha ağır bir çevre tecavüzüdür bana göre (Bkz: Projenin fotoğrafları).
Yüz binleri alacak büyük bir miting, konser vesaire yerinden bahsediliyor; biraz insaf; daha bir ay önce 1 milyon kişiyi bir araya getiren Kazlıçeşme alanı, adı geçen dolgu yerine 1 km mesafede. Öyleyse denizi doldurmanın ne âlemi var?
Deniz doldurmak aslında pek de o kadar kötü bir fikir değil. İnsan düşündükçe, dolgu yoluyla İstanbul’a nasıl büyük hizmetler yapılabileceğini daha iyi anlıyor! Mesela hemen aklıma gelen dolgu projelerini takdim ediyorum. Fikir benden, uygulama hükümetten, karar ise yargıdan!..
3. köprüyü hemen iptal edip Boğazları dolduralım meselâ. Köprüye gerek kalmaz. Zaten vapur işletemiyoruz doğru dürüst. Dolgu yerinin ortasına oniki şeritli Marmara-Karadeniz otoyolu yaparız. Sağına soluna benzinlikler, lokantalar, AVM’ler, Residence’ler…
“Boğaz’ı doldurdun, gemiler nereden geçecek bre densiz?” diye celâllenmeyiniz hemen; Kanal İstanbul ne güne duruyor? Üstelik orada Montrö hükümleri de geçmeyecek. Her gemiden ücret alıp para basacağız resmen!
Kartal’la Yalova’nın arasını da dolduralım elimiz değmişken; insanlar geze geze akrabalarını görmeye gidebilsinler. 2020 Olimpiyatları için tesis yeri de bedavaya gelir. Bu arada Adalar’la İstanbul’un arasını doldurmayı da ihmal etmeyelim. Adalılar yalnızlık duygusundan kurtulmuş olurlar. Pek çok yeni arsa üretileceği için emlak fiyatları düşer, inşaat sektörü ivme kazanır.
Marmara Denizi’ni doldururken uçaklardan görülecek şekilde bol bol Türk bayrağı, ay-yıldız, Atatürk’ün profili, 16 Türk imparatorluğunun bayrakları gibi figürleri de işleriz. Vatanı ne kadar sevdiğimizi herkes görür, tüyleri diken diken olur; “Ben nereye geldim yahu?” diye ürpererek kendine gelir…
Biraz araştırınca gördüm ki zaten İstanbul’un Marmara sahilleri özellikle Anadolu tarafında, dolgu yoluyla hayli kapatılmış durumda. Bu durumda şahsen bizzat bulmuş olduğum çılgın dolgu projelerinin hemen uygulamaya geçmemesi için sebep kalmıyor.
Haydi, elimiz değmişken kurutalım şu Marmara’yı; yeşil alan yaparız, ağaç dikeriz, bol bol TOKİ konutları dikeriz!